İki Halifeye Biat Olunduğu Vakit, Birini Katlet
Şeytanın en büyük hilesi, kendisinin yokluğuna inandırmaktır, derler... Bu söz kimindir, şeytanın en büyük hilesi bu mudur, bilmiyoruz; fakat şunu çok iyi biliyoruz: Nice insan kılıklı şeytan, medya ile sulandırmak suretiyle kendilerini ve icraatlarını gizlemekte son derece mahir...
***
İlk olarak İngiliz devriminde rol alarak binlerce yıldır yürürlükte olan paraya atfedilen mânâ ile inceden inceye oynayan, ardından da Büyük Fransız İhtilâliyle beraber mânâsını değiştirdiği parayı merkeze alarak meydana getirdiği zihniyet ile insanlığın hâlet-i ruhiyesini bozan Yahudi ve Yahudi’nin en büyük(!) eseri, Kapitalizm...
***
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, “Tedbirat-ı İlâhiyye” adlı eserinde, “İki halifeye biat olunduğu vakit, birini katlet...” hâdis-i şerifinde geçen halifeleri, insan özelinde, akıl ve hevâ diye tefsir eder. İnsan, tabiatı itibariyle bu iki efendiden birine tâbi olmak ve diğerini katletmek zorundadır. Hevâ, cehalet ve şehvet ile zıddından kemâle ermiş nefs, cinnet, buhran ve sapkınlığın yanı sıra, kibrin son raddesinde kendine ilâhlık bile atfedebilen karanlık mihraktır. İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, “şeriat, zâhirî bir akıldır; akıl da dahilî bir şeriat” diyor. Aynı zamanda “ruh” anlamına gelen, ruhî melekelerden olan akıl; zihin, zekâ, tefehhüm, fehim, irade, anlayış, kuvve-i hâfıza, mülâhaza, re’y, yaptığını bilme, ilim ve zihinde hâsıl olan sûret... İnsan zihninin bir sıfatı. Kalbde Hak ve bâtılı ayırdedebilen bir nur. Ayırd etme kriteri olarak iyi, doğru ve güzel ölçütüne muhtaç olan ve bunları hevâda olduğu gibi nefsinin arzularında değil, Allah ve Resulü’nün bildirdiği ölçütlerde, yâni şeriatta arayan akıl...  Evvelâ kulluğu ihtar eden ve son raddesinde de muhabbet ile vuslata erdiren hududsuz zirve...
***
Şimdi gelelim kapitalizme... Kapitalizm, hevâya itaatin son raddesinde, elindeki “sermaye” gücüne dayanarak tanrılık iddia eden bir grub kibirlinin, dünyanın geri kalanına hükmetmek için insanlığı topyekûn hevâsına itaat ettirmek üzere kurmuş oldukları sistemin adıdır. Kısaca bu sistemden bahsedecek olursak; kendini tanrı olarak gören, dünyadaki siyasîler üzerinde para vasıtasıyla tahakküm kurmuş, insanlığın geri kalanına da istediği gibi rol biçebileceğine inanan ve medya gücüyle envai çeşit hazzın son derece sinsi bir şekilde dayatıldığı bir yapıdır... Kapitalizmi İngiliz Devrimi ile beraber başlatmış olsak da, insanlık tarihi, hevâya kapılarak kendisini tanrı ilân eden ve tanrılığını idame ettirmek adına tebaasını, nefs arzularını provoke etmek suretiyle hevâya sürükleyen nice sapkınla doludur; Nemrut ve Firavun gibi... Kapitalizmin, geçmişteki örneklerden farklı olarak kendisine has hususiyeti, kötülüğü “konsantre” bir halde, bütün bir dünyaya dayatmasıdır. Öncekilerden farklı olarak, hiçbir ideali ve davası yoktur, kendi nefsinin isteklerinden başka. Onun açısından her tür beşerî değer, nefsinin arzularını tatmin hedefine hizmet edebildiği sürece kıymetlidir.
***
Kapitalizmin tanrıları, elindeki tüm maddî imkânı seferber etmiş ölümsüzlüğün çaresini arar, bilmem kaçıncı organ nakli için yarattığı(!) sıradan insanlardan birine daha kıyarken, biz onları bir kenara bırakalım ve insanlığın geri kalanının bu sistem tarafından içine itildiği sefalete bir bakalım...
***
Mutsuzluk, ümitsizlik, çaresizlik, hastalık, hırsızlık, yalancılık, adrenalin müptelalığı, sapkınlığın envai çeşidi, tecavüz ve daha nice menfilik hayatın içinde hâkim konumda bulunuyor. Geçer akçe para ve gerçekten para sahibi olanlar, nefsin hadsiz kuduzluğunun son kertesinde tanrıcılık oynayarak kendilerini avuturken, para miktarının giderek azaldığı diğer tabakalarda işler çığırından çıkmış vaziyette; karısını 100 yerinden bıçaklayan, kocasını öldürüp yiyen, misafirinin ırzına geçen, 216 metre yükseklikten ayağına ip bağlayıp atlayan, yüksek binaların tepesinde gezen, durmadan konuşan, tüm bunları yaparken bir yandan sürekli harcayan, daha çok kazanmak ve statü için mevki-makam hırsıyla en yakının gözünü oymaktan çekinmeyen ve nihayetinde bir türlü aradığını bulamayıp ciddiyetsizliğe bürünen, alaycılığa saran, o da olmazsa alkol ve uyuşturucu ile kendisini avutmaya bakan, hem bedenen hem de zihnen hastalıklı, ümitsiz ve “niçin”siz insanlar...
Hepsi bir yana da, bu “niçin”siz önemli... Ne için doğuyor, yaşıyor ve ölüyoruz? Kapitalizmin bir ruh hâli olmaktan çıkıp ideoloji olamayacak olmasının sebebi, bu soru karşısındaki mutlak çaresizliğidir. Niçin?..
***
Son birkaç senedir, kapitalizmin ortadan kaldırılması gerektiğinden bahsediyor, kapitalistler... Ferd planında güzel, cemiyet planında doğru ve  devlet planında iyi ölçütlerindeki muvazenesizlikten doğan ve hayatın tüm veçhelerini kuşatan adaletsizlik, diplerde büyük bir dalgayı hazırlıyor. Bu öyle bir dalga ki; tıpkı bizim gibi, kapitalist tanrı(!)ların da gördüğü üzere, onları oturdukları Olimpos’un zirvesinden alıp alaşağı edebilecek büyüklükte bir dalga...
Şimdi gelelim asıl soruya... Bugün “kapitalizm ortadan kalkmalı” diyen irili ufaklı tanrı ve tanrıcıklar, hevâ hâlifesini katledip, gurur ve kibri terk etmek suretiyle iddialarından vaz mı geçiyorlar? Açık konuşalım; kapitalizmin terk edilmesi, yukarıda da tanımladığımız üzere hevânın katledilerek yerine aklın, yâni ruhun, yâni İslâm’ın kabul edilmesi ve Olympos tepesinden aşağı inip kul olması demektir. Kapitalizm ile aynı kökten, yani hevâ, nefsten beslenen benzer ruh hâllerinin yaşandığı dönemlere baktığımızda, bu iddiasından ölüm ânına kadar vazgeçeni pek de görülmemiştir hani... Vesikaya bakalım:
Nemrud’u hatırlayalım; İbrahim Aleyhisselâm’ı yakarak öldürmek için büyük bir ateşin etrafında ahâliyi topladı. Aynı zamanda hevâsının dayanağı olan “nâr”a o denli güveniyordu ki, hiç ama hiç şüphesi yoktu. Ne var ki aklın, şeriatın dayanağı olan nur, nâr’a galebe çaldı ve ateş İbrahim Peygamberi yakmadı. Nemrud kaçıp sarayına sığındı ve kapılarını sıkıca kapattı. Kurtulduğunu zannetti. Ne var ki, bir gözü kör, bir ayağı topal bir sinek, baca deliğinden girerek, Nemrut’un dizine kondu. O, onu tutup öldürmek istedi. Sinek uçtu, yüzüne kondu. Nemrut, sineği yüzünden kovmak istedi. Sinek, yine uçarak onun burnunu içeri girdi. Oradan da beynine kadar yürüdü. Azar azar, yavaş yavaş beynini kemirmeğe başladı. Nemrut, iki eliyle yüzüne vuruyor, acısını, çekmiş olduğu ızdırabı bir parça dindirmek istiyordu. Topal sinek o kadar acı veriyordu ki, Nemrut kafasına vuracak kişiler görevlendirmişti. Görevliler, hızlı, sert vururlarsa, memnun oluyor, yavaş, hantal, tembel vurulursa isyan ediyordu. Ve bu esnada kendi emri altındaki bir görevlinin, yine kendi emriyle gerçekleştirdiği sertçe bir vuruş neticesinde, Nemrut, cehennem zümresine dahil oldu.
Kıssadan hisse... Gurur ve kibir kapısına kapılananların, zelil olmaksızın içinde bulundukları vaziyetten çıktıkları pek de vaki değil; “O” dilerse, müstesna...
Tarihî perspektiften bakıldığında da görüldüğü üzere, bugün kapitalizmin kaldırılmasını isteyen kapitalistlerin, tanrılık iddialarından vazgeçtiklerini söylemek pek de mümkün değil; olsa olsa alt tabakalarda, onların tabiriyle tebaada biriken basıncın bir nebze tahliye edilmesinden bahsediyor olabilirler.
***
Yahudi’nin, hevâsı yani kuduz nefisinden doğan tanrılık iddiasını idame ettirebilmek adına ortaya koyduğu ve bilhassa son bir asırda globalizmle beraber dünya çapında iyiden iyiye yaygın hâle gelmiş bulunan kapitalist zihniyet, artık iyice kaypak bir hale getirdiği insan zemini üzerine basıyor ve ayağının sürekli kaydığını görüyor; düşüp kalkamamaktan korkuyor. Kendi sebeb olduğu habitattan ürküyor. Ama kendinden vaz geçemediği için de, alternatif çözümleri savaşarak, savaştırarak, karikatürize ederek imhaya gayret ediyor. Kapitalistlerin belki ferden samimi şikâyetleri olabilir, belki bir şeyleri çözmek için uğraşabilirler, ancak kapitalizm, bugüne kadar gelmiş en şeytanî canavar olarak onları da yer. Kapitalizm içinden bir kurtuluş alternatifi doğamaz.
Hakikaten nasıl olacak? Senelerdir aklın hükümranlığına girmesin, hevâsının emrinden çıkmasın diye kültürsüzleştirilmiş, hürriyet adı altında hayvanlığa tutsak edilmiş, hazzı peşinde hayat sürmüş, hiçbir ahlâk kaidesi tanımamış, muhakemesi sakat, nefsi kuduz insanlık, nasıl olacak da kendisini bu vaziyetten kurtararak “insan” olmanın asgarî şartlarına erecek, hayata yeniden adaleti, yani muvazeneyi hâkim kılacak?
***
Bahsin çözüme kavuşturulması geldi ve yeniden insanlığa rahmet olarak gönderilen Allah Resulü’nün dudakları arasında düğümlendi; “İki halifeye biat olunduğu vakit, birini katlet...” İnsan özelinde, hevâ ve akıl olarak tanımlanan bu iki halifeden birinin katledilmesi...
Eğer ki akla biat edilecek ve hevâ katledilecekse, bunun tek yolu aklın iyi, doğru ve güzel ölçütlerini kabul etmekten geçiyor. Aklın ne olduğunu da İmam-ı Gazâlî Hazretlerinin “şeriat, zâhirî bir akıldır; akıl da dahilî bir şeriat” noktalamasından öğreniyor, yavaş yavaş iyi, doğru ve güzel ölçütüne doğru geliyoruz... İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu diyor ki; “Doğru: Allah ile Resulü’nün bildirdiği... Güzel: Allah ile Resulü’nün gösterdiği... İyi: Allah ile Resulü’nün öğrettiği...” Aklın iyi, doğru ve güzel ölçütünün kaynağını bulduğumuza göre, şimdi bir de bu ölçütlerin nasıl anlaşılması gerektiğine ve anladıktan sonra hayata tatbik edecek bir fikir sistemine ihtiyacımız var. Hayatın tüm şubelerinde, yukarıda tanımladığımız iyi, doğru ve güzel ölçütünü tatbik edecek olan fikir, nerde?
***
Senelerdir bu sayfalarda Türkiye’nin “İslâm’a Muhatab Anlayış”a ne denli muhtaç olduğundan, bunun sistematik hâli olan Büyük Doğu-İbda’nın, zamanın şartları dolayısıyla artık bir zaruret hâlinde kendisini dayattığından bahsediyorduk. Bugün ise dünyanın geldiği noktaya bakarak; kapitalist dünya liderlerinin buluştuğu toplantılarda bile kapitalizmden kurtulmaktan bahsedildiğine ve sorun artık yalnız Türkiye özelinde değil, globalizm vesilesiyle dünya çapında mesele olduğuna göre, bütün bu zillete çözüm olarak kıtalar çapında kendisini bir zaruret hâlinde dayatan yegâne fikir sisteminin Büyük Doğu-İbda olduğunu haykırıyoruz.
Allah ve Resulü’nün öğrettiği “iyi, doğru ve güzel” ölçütleri ışığında fert ve toplum meselelerine çözüm getiren başka bir sistematik çözüm yok!
***
Elinizde her ne kadar muazzam bir fikir sistemi olsa da, neticesinde bu fikre muhatab olacak olan insan; bahse konu olan insan ise kapitalizm tornasından çıkmış ve en başta insan kafasını fare kafasından ayıran düşünme hasletinden yoksun, hevâsına kapılmış insan... Peki, bunca insanı uyandıracak olan nedir? Böyle bir suale tarihî perspektiften bakarak yanıt verecek olursak, bugün insanlığın hevâdan kurutulup da aklın halifeliğine bağlanmasının biricik şartı, dünya çapında cereyan edecek belki de emsali görülmemiş büyüklükte bir savaştır. Tarih boyunca, umumî zihniyette meydana gelen değişimlere baktığımızda, hepsinin evvelinde büyük bir savaş buluruz. Yanlış anlaşılmasın, elbette ki savaş çığırtkanlığı yahut şakşakçılığı yapmıyoruz; vakıayı tesbit ediyoruz. Hâl bu...
***
Hâsılı kelâm, Büyük Doğu-İBDA’nın fert ve toplum meselelerinin çözüm çekirdeği hâlinde sunmuş olduğu fikir örgüsü, fert, cemiyet ve devlet planında bir bütün hâlinde tatbik edilmedikçe, özelde Anadolu ve genelde dünya çapındaki dalgalanmanın durmayacağı açık...
***
Herif tanrı, ölümsüz olmak için bilmem kaçıncı organ naklini yaptırıyor ve tıbba bilmem kaçıncı milyar dolarlık araştırma bütçesini tahsis ediyor ya, son sözümüz de ona olsun:
- “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.”

Baran Dergisi 463. Sayı