Körfez Savaşı’nın 1. yıldönümünde (17 Şubat 1992) Irak’tayım; Saddam Hüseyin’in Taraf dergisini daveti üzerine. Bağdat’ta İslâm Halk Konferansı tertip ediyor; Amerika ve müttefiklerine karşı, halkı Müslüman olan ülkelerin örgütleri davet ediliyor, rejimler davet edilmiyor. Türkiye’den İBDA fikir ve aksiyon mihrakı haricinde davet edilenler de var, tasavvufî cemaatler ve Refah Partisi gibi. Irak Enformasyon Bakanına İsrail yanlısı sorular sorduğu için otel lobisinde kavga ettiğim Hürriyet gibi medya kuruluşları da davet edilmiş. Iraklı dostlarıma; “bu Amerikan yanlılarını niye davet ettiniz, böyle bir konferansta ne işleri var?” diye soruyorum. Iraklı yetkililer İBDA’nın samimî desteğinin farkındalar, fakat Türkiye deki mevcut sistemle de bağlarını koparmak istemiyorlar. Hürriyet Gazetesinin Körfez Savaşının ilk günü keyifle attığı “Irak Yerle Bir” “Amerika Orgazm Olmak İstiyor” manşetlerini hatırlatıyorum. Hürriyet gibi gazeteleri, Irak Enformasyon Bakanlığının davet ettiğini ve bizim gibi konferans delegesi olmadığını söylüyorlar. Beklediğim cevap bu idi.
 
İslâm Halk Konferansı
Konferansın açılışı görkemli oldu. Devrim Komite Konseyi tam kadro orada idi.
Tam Körfez Savaşı’nın 11. yıldönümünde İslâm ülkelerinden gelen 600 civarında delege, Irakla dayanışma içinde, Amerikan emperyalizmini telin ediyordu. Belki de, uzun bir ambargo döneminin ardından gerçekleşecek 2003 tarihli Amerikan Irak savaşının alt yapısı hazırlanıyordu. Kumandanın Körfez Krizi esnasındaki meşhur röportajı, Amerika’ya karşı direnişin psikolojik, fikrî ve siyasî alt yapısını, meşruluk temellerini kuruyordu. Bu minvalde Irak’ın  Türkiye Büyükçisi El-Tikriti’ye  haber yolluyordu, savaşta gerekçelerini iyi ortaya koymaları hakkında. Bu haberi Tikriti’ye iletiyordum. Savaşı sadece Irak’ın meselesi olarak görmemek ve ideolojik temellere oturtmak ve tüm İslâm aleminin desteğini almak. Kendinden zuhur diyalektiğine dünyanın her yerinden katılımı sağlamak. Yeni savaş stratejisini böyle çiziyordu İBDA Mimarı, tâ 1990’ların başında. Hatta 1980’lerin ortasında cepheleşme modelini ortaya koyarak, 1990 yılına işaret ederek bunu gerçekleştiriyordu. Kumandan Mirzabeyoğlu, “Saddam dünya emperyalist arabasının bir tekerini söktü” diyordu. Artık bir tekeri olmayan araba sağa-sola yalpalıyarak bir müddet daha gidecek ve sonra da devrilecek. Irak bataklığı ve durmayan Filistin direnişi bunun göstergeleri ve Amerika’yı ininden vuran 11 Eylül Muhteşem Hurucu...
Bağdat’ta İbrahim İzzet Ed-Durî ve Taha Yasin Ramazan’la olsa görüşmelerim... Ve “Başkandan Başkanınıza selam” mesajı...
Sünnî direnişi örgütleyen ve Nakşibendî Yolu Ordusu’nun da bulunduğu yeni oluşumun adını “Cihad ve Özgürlük Yüksek Komutanlığı” koyan İbrahim İzzet Ed-Durî cihad ve yeniden yapılanma içindeki Irak’ın destansı direnişinin yeni lideri.
İslâm ülkelerinin direniş örgütlerinin toplandığı İslâm Halk konferansına dönelim:
 
İslâm Halk Konferansı’nın
Açılışı
17.1.91 Cuma günü saat 15’de Bağdat Mustansırıye’de Konferansın açılışı yapıldı. Salondaki pankartlarda, “cihad ve yeniden yapılanma içindeki Bağdat’ta İslâm Halk Konferansı” ibareleri göze çarpıyordu. Açılış konuşmasını Irak Devlet Başkanı ve Başkumandan Birinci Yardımcısı İzzet İbrahim el-Duri yaptı. Yolda, Turgut Özal yahudi mi? diye soran Nijeryalı Abdullah “Down, down Bush, Amerika” diye sloganlar attırdı. Delegelerin çoşkulu katılımıyla Konferansa devam edildi. İlk gün Ürdünlülere ağırlık verildi. Şevket Kazan’ın “Türkiye’de kabuk olarak bulunan batıcı idare sona erecektir” sözü büyük alkış aldı. Şu bir gerçek ki, İslâm aleminin gözü Türkiye’de... Türkiye’siz bu iş olmayacak...
 
Irak ve İBDA Diyalektiği
Konferansın Genel Sekreteri Prof. İrfan Abdulhamid’le birlikte, Dışişleri ve Evkaf Bakanlığı yetkililerinin Türkçe bilmesi İBDA diyalektiğini tanıtmam için önemli bir kolaylık oldu. Zaten Irak’lılarla çok çabuk kaynaştım; tarihimiz, emperyalizme karşı mücadelemiz ve itikadî ölçülerimiz ortak. Eşya ve hadiselere (tatbik edilecek) İslâmi çözümler öneren böyle bir sistem ve model onları memnun etti. İhtiyacını duydukları ve aradıkları şey bu idi. Türkçe bilen Dışişleri görevlileri ile İBDA diyalektiğini tanıtıcı uzun sohbetlerimiz oldu. İBDA diyalektiğini Irak’a bir model olarak önerdim. İncelemeye ve anlamaya çalıştılar. Türkçe bilen bir Dışişleri görevlisi (Irak Hükümetinin talimatıyla) benimle özel olarak ilgilendi. Konferansta Arapça hitap etmemin daha etkili olacağını söyleyerek  konuşma metnimi Arapça’ya çevirdi. Tercüme esnasında, konuşma metninde geçen İBDA diyalektiğini tanıtıcı vasıfları uzun uzun izah ettim. Hem (Fikriyatımızı) anlaması, hem de Arapça’ya çevirirken uygun karşılıklarını bulması için. Konferans Genel Sekreteri ile bu arkadaşa İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerinden verdim. Irak TV, radyo ve basınında İBDA fikriyatını ve Taraf dergisini tanıtıcı mülakatlarım çıktı. El-Cumhuriye gazetesinin (Türkçe bilen) muhabiri Ali Al Şerifi de fikriyatımıza yakın ilgi gösterdi. Benimle bir röportaj yaptı ve Taraf dergisinin 11. sayısını inceleyip “sizde çok malzeme var, faydalanacağım” dedi. Savaş esnasında Türk basının tavrını sordu; Taraf dergisindeki “Körfez Savaşında ABD’nin satın aldığı kalemler” listesine alaka gösterdi.
Konferanstaki konuşmamdan sonra İslâm ülkeleri delegeleri konuşmamın Arapça metnini istediler; fotokopiyle çoğaltıp dağıttım.
Kerbela’ya ziyaretlere giderken otobüste şöyle bir olay oldu: Bir Ürdün’lü Türkiye aleyhine konuşurken başka bir Ürdün’lü ayağa kalkıp şöyle dedi: “Onlar (beni göstererek) Yavuz Sultan Selim ve Abdülhamit’in yolundalar. Türkiye’de bu iş için çalışanlar var. Hizb-i Refah var, Hizb-i İBDA var”. Ve karşısındakini susturdu. Daha sonra yanıma gelerek, “Yavuz Sultan Selim, Abdülhamit Han evliyadandı” dedi.
Başka bir anı: Ferhat Koç (Millî Gazete’den) Er-Reşid Otelinde yanıma gelerek, “otel koridorlarında Afrikalıların elinde Taraf, bir köşeye çekilmiş okuyorlar. Fotoğrafını çeksem, altına “Taraf Afrika’da” diye yazsam tam denk düşer” diye espiri yaptı.
Bakanı acilen çağırdığı için yarım kalan röportaj da Konferans Genel Sekreteri Prof. İrfan Abdülhamit bana şöyle dedi: “Kongrede hazır olan İslâm ülkeleri fikir adamları sizin konuşmanızdaki bahisleri güzel bir gözle, kalple istikbâl ettiler. İslâm ülkelerinde hassaten Arab ülkelerinde Türkiye’nin hakiki İslâmi hareketleri, filozofisi, mevkufu açık ve net değil. Senin konuştuğun kelimelere biz çok sevindik. Çünkü gösterdin ki, Müslüman Türk arkadaşlar İslâm Âleminin meselelerine çok yakın, hem de şuurlu olarak. Konuşmanda gösterdin ki, Türk milleti Irak için, ambargo için nasıl çabaladılar. Sizin gelmenize memnunuz, hitabene yüksek bir gözle baktık, kabul ettik. Divan Başkanı konuşmanız bitince, “Türk hükümetine rağmen, İslâmdan coşan bir ruhla bizim din, iman ve tarih kardeşlerimiz Türkiye’de nasıl çabaladılar ve uğraştılar” diye konuştu. Prof. İrfan Bey’e şöyle dedim: “Türk heyetini kabulde bize, Hristiyanların Haçlı Seferlerinde yenilmesinin akabinde Viyana da toplanıp Müslümanları fikirde bozma kararı aldığını belirtmiştiniz. Beş asırdır Batı karşısında gerileyen İslâm alemine Büyük Doğu İBDA fikriyatı yeni bir sistem ve model öneriyor, fakat bu, ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihad kapısıdır. Bilakis Kurtuluş Yolu Sünnet ve Cemaat Ehline Tâbi olmaktır. Bu hususta ne diyorsunuz?” Prof. İrfan Abdülhamit bana şöyle dedi: “Ben daima her konferansta Ehl-i Sünnetin fazileti ve güzelliğini, tek yol ve kurtuluş istikameti olduğunu belirtirim”. Ve Arapça fasih ifadelerle bunu teyit etti.
 
Irak Savaşı’nda
Şehid Düşen Akıncılar
Baran dergisinin 27 Eylül 2007 tarihli 38. sayısında “Hakka Yürüyüş Dergisi’nin güdücüsü M. Seyfullah Kılıç, Irak cephesinde Şehid düşen akıncıları anlatıyor, kendi kardeşi Özkan Bal’ın yanında nasıl şehadete kavuştuğunu müjdeliyor:
“Her şey iki ay önce Özkan Bal’ın telefon edip “Irak’a gidelim!” demesiyle başladı. “ABD her an saldırabilir, cihad o topraklara taşınacak” demişti. 2002’de başarısız bir Çeçenya’ya giriş denemesi yapmış, Gürcü askerler tarafından tutuklanmış ve vatandaşı olduğu Almanya’ya iade edilmişti. Özkan Bal, baba bir, anne ayrı kardeşimdi. (...) Bizimle beraber, toplam 9 Türk, savaş bölgesindeyiz. Askerliğini Alman ordusunda yapmış ve her an cihad meydanlarına gitme sevdası ile Arapçasını da ilerletmiş olan Özkan Bal, grup komutanımız oluyor. (...) Dört yandan sarılmış bir ülkede (Irak) aklıma hep Çanakkale destanı geliyor. O zamanla bu zaman, hemen hemen şartlar bakımından aynı, haçlı sürüsüne karşı Saddam ve askerleri ve dışarıdan gelen bir avuç gönüllü... (...) Bombardımanın dördüncü günü, sahil bölgesi (Ümmü Kasr) tamamen harap olmuş durumda, şehirde hâlâ siviller var, bulabildikleri kamyonlara ve araçlara, yanlarına alabildiklerini alıp Ümmü Kasr’dan kaçmaya çalışıyorlar. O sırada kamyonlara binen genç erkekler görüyorum, hatta, bazılarında silah var ama direnişe katılmıyorlar. Sonradan bu kişilerin Irak işbirlikçisi Sistani’ye bağlı şiiler olduğunu öğreniyorum, daha şimdiden sıvışıyorlar, içimde derin bir nefret hissi... (...)
“İnsanla makinenin kavgasının” canlı tanığı olarak gönüldaşımız devam ediyor:
“Ezherli talebelerden M.T. ilk şehidimiz... Bir baskının hemen ardından muhtemelen helikopterden açılan ateş ve belden yukarısı kopuyor kardeşimizin, oracıkta şehid... Yüzünde bir gülümseme ve Rahman’a kavuşuyor akıncımız... Artık, zafer beklentimiz yok: Kırabildiğimiz kadar düşman kırıp, görevimizi yerine getirme sevdasındayız... Sonrası, Allah Kerim!” diyoruz...
Ön safta şehid düşen Özkan Bal ve İbrahim Bildirici ve kopmuş bacağına rağmen patlayıcıları patlatarak şehid düşen Mustafa Özmen...” Gönüldaşımızın yazısının sonundaki tesbit ve değerlendirmeleri:
“Almanya-Köln’de bir Kurban Bayramı sırasında ziyaret ettiğim Özkan Bal çalışma odasının duvarına şehid Hattap, Şamil Baseyev resminin yanına bir de Kumandan Mirzabeyoğlu’nun posterini asmıştı. O zaman söylediği söz hâlâ aklımda: “Metris kıyamında Mirzabeyoğlu’nun yanında olmak isterdim, o gece akıncılar Metris’de direnirken ben de arkadaşlarımla sabahlayıp akıncıların zaferi için dualar etmiştim” diyordu. Kumandanı görmek istemiş, onun için Almanya’dan Metrise gelmişti. Kalabalığın arasından uzaktan Kumandanı görebilmek bile onun için bir övünç meselesi olmuştu...
Bugün malûm İslâmcı geçinen zevat Irakta daha savaşın başında direnişi Iraklıların kalbine işleyen İBDA bağlısı bu şehit yiğitleri hiç anmazlar! Çünkü bunlara göre, Baas üniforması giydiklerinden onların savaşı cihad sayılmıyor bu cahiller tarafından. Saddam düşmanlıkları da had safhada olduğundan savaşı kendilerine göre kategorize eder ve başkalarının mirası üzerinden efelik taslamaya devam ederler...
Hepsiyle mahşeri mizanda görüşeceğiz nasılsa...
Tüm şehit akıncılarımıza selâm ile... Yolları yolumuzdur!..”  
 
İncirlik’teki
90 Nükleer Bomba
İncirlik Üssü’nün kapatılması için ÇHD İzmir Şubesi ile BAK üyeleri Danıştay’a dava açtı. ÇHD ve BAK adına konuşan Av. Arif Ali Cangı, İncirlik’te neler olduğunun ve üsten kalkan uçakların ne yaptığının bilinmediğini ifade ederek, “Üste nükleer başlıklı 90 bomba bulunuyor. İncirlik CIA tarafından Afganistan ve Iraklıların, bir insanlık ayıbı olan Guantonamo cezaevine göçtürülmesi ve nakliye uçaklarında işkence yapılması sürecinde üs olarak kullanılıyor. Bölgemizdeki kıyıma daha fazla ortak olmamak için üssün kullandırılmasına ilişkin yürürlükteki Bakanlar Kurulu kararının ve bilgi edinme hakkının yok sayılması işleminin iptali için dava açtık” diye konuştu. İncirlikten kalkan uçaklar Irak’ı bombaladı ve bombalamaya devam ediyor. Genelkurmay bu mevzuda sessiz. Hatta İsrail’e Konya ovasını da açtılar. Filistin’i destekler gibi gözüküp İsrail yandaşlığı yapmak, riyakâr bir tavır... Diyarbakır pirinçlik ve diğer Amerikan Üsleri hangi uğursuz ve Lanetli işler peşinde? Bunların hesabını soranlar da bulunur, verenler de bulunur  
Bağdat’ta Kerkük’lü Türkmen’lerle de görüştüm. Körfez savaşında Amerikan uçakları evlerini bombalamış. Sonra Amerikan işbirlikçisi Kürtlerden çekmişler; daha önceden Saddam rejimi tarafından asimilasyona tabî tutulmuşlardı, fakat Körfez savaşından beri Saddam rejimi haklarını veriyormuş, evlerine dönmüşler.
HALK BAŞKA DEVLET BAŞKA.
 
El-Tikritî İle Görüşmeler
Irak’ın Büyükelçisi El-Tikritî ile röportaj yapıyoruz. Türkiye’nin politikalarının Türkiye’nin aleyhine olduğunu söylüyor, Türkiye’nin ambargodan olan zararlarını anlatıyor. Hak veriyorum fakat ipler Amerikanın elinde biz bir sömürgeyiz. Halkın hissiyatının ve düşüncesinin devlet politikalarından ayrı olduğunu söylüyorum. Turgut Özal’ın bir koyup üç alma planının rezilliği, Türkiye’nin itibarını da hepten düşürmesi. Irak’a asker yollamaktan yana olan Turgut Özal, yurt sathındaki 25 Ocak 1991 Cuma günü başlayan gösteriler üzerine geri adım atmak zorunda kalıyordu. Beyazıt’ta heyecanlı ve ateşli on binler İBDA önderliğinde Amerika’ya ve işbirlikçilerine karşı meydanda “Saddam sen oradan biz buradan!” sloganlarıyla dimdiktiler... Kitle o gün çatışmaya girmiş, hatta meydanda kitle içinde bulunan bazı militan unsurlar emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı kararlılığın bir göstergesi olarak silah kullanmışlardı. Kalabalık bir türlü dağıtılamıyor, Sultanahmet Camiinden gelen grubla birleştirmemek için polis zor anlar yaşıyordu. Yurdun bir çok yerindeki göstericiler halkın teyakkuzda olduğu mesajını Ankaraya yolluyordu ve Turgut Özal hükümeti, o pirince giderken evdeki bulgurdan olacağını derinden hissediyordu. Cuma gösterilerinde Batman’da şehid de veriliyordu. Bütün bu hadiselerin ve İBDA-C operasyonlarına İslâm Halk Konferasnındaki konuşmamda yer verdim. Ve, “Halk Ayaklanması” tezgahlamak suçuyla gözaltına alınan ve tutuklanan İBDA Mimarı ve onlarca gönüldaşı da anlattım.
 
Irak ve Nakşibendi Yolu
O zamanların İstanbul Başkonsolosu Hıdır Hüseyin’le görüşmelerimiz. Kendisi Hadımköy de dergahı bulunan Irak’lı Nakşi Şeyhi Osman Siracûddini sık sık ziyarete gidiyordu. Şu an rahmetli olan Şeyh Sıracûddin, Şah’a karşı Hümeyni’yi desteklemiş. Hümeyni’nin, Sünnîlere baskı yapılmayacağına dair sözü üzerine anlaşmış ve Şahı devirmişler. Fakat kurulan Şiî rejimi Sünnîlere baskıya başlamış ve Şeyh Siracüddün İran’da barınamamış, topraklarını bırakıp Irak Süleymaniye’ye gelmiş. Sonra Türkiye’ye geliyor.
İstanbul başkonsolosu Hıdır Hüseyin’in babası da sünnî bir âlim olup, şiiler tarafından suikaste uğramış, 12 kurşun sıkılmış ama ölmemiş. Türkiye’de köpürtülen Saddam düşmanlığının temelinde iki şer odağı var: Amerika ve İran... Amerika, İslâm ülkelerindeki küfür rejimlerine baskı yapıp Saddam düşmanlığını devlet politikası haline çevirirken, İran, içimizdeki İrancılara “Zalim Saddam” edebiyatı yaptırarak emeline kavuşuyor, ebedî sünnî düşmanlığını tarihte Osmanlıya karşı Venedik’le işbirliği yapması gibi Amerika ile işbirliği halinde gösteriyordu. Zaten Şehid Saddam’ın asılması da İran Amerika işbirliğiyle olmuştur, Irak’taki Şiî Amerikan kuklası rejimin kuruluşu için... Fakat Saddam kahramanca ilmiğe giderken Şiî pislikleri “safevilere güvenmeyin!” diyerek işaret ediyordu.
Irak ambargo altında, bebek ölümleri had safhada. Taraf dergisi olarak, Irak’a yardım kampanyası başlatıyoruz. Toplanan yardımları bir çek olarak İstanbul başkonsolosu Hıdır Hüseyin’e veriyorum. Bir nebze de olsa, bir bardak su da olsa, fiilî olarak yönelmek için...
Baran dergisinin çıkışı Saddamın şehadeti üzerine denk geldi, tevafuk oldu. I. körfez savaşında Amerikanın protesto edildiği Cuma gösterisinde İBDA’cılar “SADDAM, SEN ORADAN, BİZ BURADAN!” diyerek açık ve net politikasını ortaya koyuyordu. Baran dergisinin de, her sayısında logosunda vurguladığı gibi, “Ya Bizdensin, Ya Onlardan”... Irak Savaşı ve Saddam, bu açıdan turnusol kağıdı olmuştur.
İBDA’nın 1990’larda ortaya koyduğu tutarlı politikası ve haklı tezleri, bugün TC’nin “yurtta sulh, cihanda sulh” politikasızlığıyla içine düştüğü açmazlardan da bellidir. Tâ 1990’larda Kumandan büyük fikir aksiyon adamı öngörüsüyle bu hususları tek tek işaretlemişti. Meraklılar röportajların toplandığı “Adımlar” adlı kitaptan da takip edebilirler.
Bugün Irak’ta işgalciye karşı İstiklâl Savaşı’nı örgütleyen ve veren işte o zaman görüşüp, tanıştığımız Irak Devleti’nin resmî yetkilileridir. Irak’ın gerçek sahibi ve Irak Devleti’nin temsil eden tek yetkili İBDA’nın dostları bu Kurtuluş Savaşçıları’dır...
Ve vadenin sonuna gelinmiştir. Büyük değişimlerin, büyük yok oluş ve büyük dirilişler, arefesindeyiz. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ya yeni hal, ya izmihlâl. İBDA, hem safları belirleyen olmuştur, hem kendi saflarını açık ve net ortaya koymuştur.

Baran Dergisi 41. Sayı