Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim. Bu son haftalarda güzel bir hava var; hoş, çok hoş. Gerçekten! Berbat bir yaz geçirdik ama harika bir sonbahar yaşıyoruz şimdi. Çok tuhaf.

Neyse...

Oradan, Türkiye’den haberler neler; var mı yeni bir gelişme?

(Av. Yılmaz, “aynı durumda” şeklinde cevablıyor.)

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl; iyi mi?

(Av. Yılmaz, iyi olduğunu, herhangi bir problem olmadığını söylüyor.)

Tamamdır. 

Bana herhangi bir sorunuz var mı peki?

(Av. Yılmaz, herhangi bir sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Hakkında konuşulacak çok mesele var ancak İskoçya’da olan bitenlerle ilgili olarak konuşmak istiyorum bugün.

(Carlos, 18 Eylül 2014’de gerçekleştirilen ve İskoç halkına “Birleşik Krallık”tan bağımsız olmak isteyip istemediklerinin sorulduğu, sonuçta İskoçların yüzde 55’inin “hayır” oyuyla reddedilen bağımsızlık referandumundan bahsediyor.)

 “The United Kingdom - Birleşik  Krallık”, İngiltere Krallığı’nın emperyalist politikalarının bir sonucudur en başta. Galler’i işgal ettiler, İrlanda’yı işgal ettiler ve en nihâyet İngiliz emperyalistler, Britanya adasının kalanını, berbat savaşlar sonunda yenilgiye uğrattıkları İskoçya’yı işgal ettiler.

Britanya adasının, etnik anlamda konuşursak, en eski sâkinleriydi İskoçlar. Yine kadîm bir halk olan İrlandalılar ise, komşu bir adada ikamet ediyorlardı.

Dünden bugüne, hep Londra’da alınageldi kararlar. Ancak İskoç şehri Glasgow’daki gemi inşâ sektörünün hem Avrupa’daki mevcud ekonomik krizden, hem yüksek fiyatlardan ve hem de Üçüncü Dünya Ülkeleri’yle, özellikle Kore ve Singapur gibi ülkelerle yaşanan rekabetten kötü etkilendiği bu dönemde, İskoçya da bağımsızlık hakkını gündeme getirdi ve bu  yolla,  bir yandan mevcud krizden eskisi gibi kötü etkilenmeyeceği, diğer yandan da İskoçya’nın gelirinin yine İskoçya’nın yararına kullanılacağı bağımsız bir ülke olmayı tartışmaya açtı.

Yetmiyormuş gibi, İskoç halkının geliri “Birleşik Krallık” hazinesine gidiyor, fakat bu para da –bir örnek olarak- Britanya Kraliyet Ordusu’na da aktarılıyordu. Elbette bunun hiçbir faydası yoktu İskoç halkına. İskoçya’da sadece bazı kıyı koruma faliyetleri ve yine kraliçenin sembolik nitelikteki bazı muhafızları sözkonusuydu ki, İskoçya’nın hiçbir düşmanının olmaması, İngilizlerle İskoçların da artık birbirine düşman olmaması dolayısıyla, “Birleşik Krallık” hazinesine aktarılan parayla alınan hizmetler bakımından tezad ortadaydı. Kaldı ki, İskoçlarla İngilizler arasındaki problemler, ekonomik ve politik çerçevededir zaten.

Aynı şekilde, şayet kuzeyde İskoçya açıklarından çıkartılan petrol ve gazın geliri bağımsızlık sonrasında “Birleşik Krallık Ordusu”na aktarılmasa, bu para İskoç halkının cebine girer, bugünkü gibi ne nükleer silâhlara ne de kraliyet hava kuvvetlerinin Irak, Suriye ve Afrika’daki halka saldırıları misâli oraya burayı işgal ve bombardımana harcanmazdı.

Ne var ki, İskoç milliyetçi hareketinin liderleri, iyi insanlar olmalarına rağmen, maalesef devrimci değildi. Bağımsızlığın ne demek olduğunu açıklamayı ve bir bağımsızlık programı hazırlamayı başaramadılar. Böyle olunca, İskoç nüfusun çoğunluğunu yaşlıların teşkil etmesi ve bunların da emekli aylıklarıyla yaşamak zorunda olması sebebiyle, yalnızca genç nüfus destekledi bağımsızlığı. Böyle küçük “karın doyurma” kaygıları sebebiyle, bağımsızlık fırsatı kaçtı.

Bunu da anlayabiliyorum gerçi. 70 yaşında ve başkalarının bakımına bağımlı bir emekli olduğunuzu düşünün.

Üstelik “medya propagandası” gücü de, bağımsızlıkçıların değil, sömürgecilerin, emperyalistlerin, siyonistlerin ve Britanya’daki malî sistemle bağlantılı olanların elindeydi. Unutmayınız ki, II. Dünya Savaşı’na dek, dünya finans sisteminin üssüydü Londra.

Diğer bir deyişle, hem politik ve medyatik tecrübesizlikleri, hem de karşıtlarının elindeki imkânlara sahib olmamaları sebebiyle, İskoç bağımsızlıkçı parti mensubları halkı bağımsızlığa ikna edemedi. Maalesef bu yüzden, bundan sonraki nesil için artık çok daha zor olacaktır yeniden bağımsızlığı gündeme getirmek. Tekrar bağımsızlık referandumuna gidebilmek, en az on, belki de yirmi yıl sonra mümkün olabilecektir. Tabiî, Kuzey Denizi’ndeki, şimdi Britanya karasularında bulunan petrol rezervi de, bu 20 yıl içerisinde çoktan çıkarılmış ve sömürülmüş olacaktır.

Diyeceğim şey; insanlar karınlarını doyurma korkusu yaşarlar bazen ama böyle bir korkuya kapılmalarına hiçbir sebeb yoktur aslında. Bunda ise, şu veya bu derece de olsa, herkesi etkisi altına alan “medya propagandası” belirleyici oluyor. Ben analiz yapma kapasitesi olan ve buna vakit bulabilen bir insan olarak bunun dışındayım belki, fakat istisnâsız hepimizi az çok etkiliyor bu propaganda ve çoğumuz medya tarafından gerçekten “şartlandırılmış” bir pozisyondayız.

Ben ve ailem, İngiltere’de yaşamış ve İngiltere’ye dair güzel hatıraları olan insanlarız. Ancak buna rağmen, beni öyle başkaları gibi kolayca manipüle edip yönlendiremez İngiliz basını. 

Bu vesileyle, çok ama çok önemli bir diğer nokta da, İngiliz basınının bu noktada “çok tecrübeli” oluşudur. Tarihin en eski ikinci günlük gazetesi, Londra’da çıkmış olandır. Dünyanın en eski gazetesi ise, İngiliz gazetesinden sadece birkaç sene önce –sanıyorum Norveç’te; şimdi net hatırlayamıyorum- çıkan, küçük ve mahallî bir gazeteydi yalnızca. 

Sözün özü; kraliyetçiler, böylesine güçlü, tecrübeli ve etkili bir “medya propagandası” sayesinde, -Margaret Thatcher’den sonra halkın daha da kötüleşen ekonomik durumunun da bir sonucu olarak- özellikle yaşlı İskoç nüfusun karnını doyurma, emeklilik ve sosyal güvenlik endişesini köpürttü ve “Birleşik Krallık” gibi askerî bakımdan çok güçlü bir Avrupa Birliği üyesi ülkenin vatandaşı olarak kalmanın avantajlarını da abartarak referandumu kazandı. Yalnız, daha genç nesilden İskoçlarla beraber, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra İskoçya’ya –şimdi krizde oldukları içi birçoğu kapanmış- Glasgow sanayi tesislerinde çalışmaya gelmiş Hindli, Pakistanlı, Afrikalı ve Karayibli göçmenler, büyük ölçüde bağımsızlığı destekledi.

(Carlos, gençken uzun süre ailecek yaşadıkları İngiltere’den ve İngiliz vatandaşı olma imkânları varken, üstelik kendilerine bu teklif edilmişken, nasıl reddedip Venezüella’ya geri döndüklerinden bahsediyor.)

Evet, İngiltere’deki gençlik hatıralarım dolayısıyla, hissî olarak oldukça İngiliz taraftarı bir insanım belki ben. Buna rağmen, İskoçya’nın bağımsızlığından, Katolik ve Protestanlar olarak İrlanda’nın birleşmesinden ve Amerikan emperyalizminin bir şansı olan saldırgan İngiliz emperyalizminin sona ermesinden de yanayım aynı zamanda. 

(Carlos, İngiliz ve Amerikan emperyalizminin Irak ve Suriye’deki gizli ve açık operasyonlarından; ayrıca, NATO destekli ajan Irak hükümetinin, Selefî cihadçılar ve Baasçı Nakşibendî direnişçilerce yenilgiye uğratılmasından bahsediyor; bu çerçevede daha önce BARAN dergisi için söylediklerini başka kelimelerle tekrarlıyor.)

Her ne olursa olsun, Allaha güveniyorum. Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün Rasûlullah.

İnşallah kısa bir zaman sonra güzel haberler alırız İstanbul’dan. Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâmımı söyleyin lütfen.

Allahü Ekber.

Baran Dergisi 402. Sayısı