Ne kadar doğru anladım bilmiyo­rum ama, ben imanın ne olduğunu, kurban hadisesini sarsıla sarsıla; dehşet içinde kalarak okuduğum za­man kavradım. Gerçekten her biri ailenin rüknü hükmündeki üç insa­nın: Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hacer validemizin bu hadise karşısın­daki soylu davranışı, imanın ne ol­duğu ve iman sahibinin nasıl olması gerektiği hususunda insanlığa ben­zersiz bir örnek teşkil edecek mahi­yette.

Hz. İbrahim sabah erkenden kalktı. Halinde hiçbir telaş, hiçbir öfke, hiçbir fevkalâdelik yoktu. Ga­yet sakin ve metindi. Merkebini ha­zırladı, hanımına veda etti, dünyevi olan her şeyi geride bırakmış, imanı­nı yanına almış olarak evinden ayrıl­dı. Üç gün boyunca gözleri yerde, sessizce yol aldı. Hiçbir düşünce ak­lını çelemedi, hiçbir duygu kalbini bozamadı. Gözlerini yerden kaldır­dığında Mina Dağı’ m gördü ve ora­ya doğru yürüdü ve kararını ver­di. Sahibi olduğu en değerli varlık, biricik oğlundan bu yolun sonunun nereye varacağım saklamayacaktı. “ Ey evlatcağızım, rüyamda hep seni kurban ederken görüyorum. Bir dü­şün bakalım buna ne dersin?” dedi.

O da: “ Ey babacığım, sana ne emrolunduysa onu yap. İnşallah beni sab­redenlerden bulursun.” diye cevap verdi. İkisi de Allah’ a teslim olmuş­ken akabinde Hz. İbrahim oğlunu kurban etmek üzere yan üstü yatırın­ca, Biz ona: “ Ey İbrahim!” diye ni­da ettik. “ Muhakkak sen rüyam ger­çek kıldın. Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz. Hakikaten bu apaçık bir imtihandır. Daha sonra ona bedel olarak azametli bir kurbanlık gön­derdik. Sonradan gelecekler için bu­nu ölçü koyduk. İbrahim’ e selâm olsun.”

Şimdi bu üç insanın: Baba, anne ve çocuk her birinin bu hadisedeki davranışında insanı çarpan, dehşete düşüren ve imanın ne olduğunu id­rak ettiren, her biri ayrı güzellikte, her biri kendi cinsine örnek üç ayrı davranış var. Birincisi; Hz. İbrahim’ in tavrı: Her an bıçağı çekmeye ha­zır, fakat Allah’ın hiçbir zaman bu­na müsaade etmeyeceğine de o kadar imanı var. Burada paradoks gibi gö­rünen şey, aslında tam da olması ge­reken imanî hâl’dir. İkincisi; Hacer validemizin davranışı: Sahip olduğu en kıymetli varlığı, çok sevdiği biri­cik evlâdını yıkayıp, tertemiz giydi­rip, saçlarını özenle tarayıp, metanet ve tevekkül içinde babasına teslim etmesi. Yeterince çarpıcı mı? Hem de nasıl. Bu iş akılla olamayacağına göre, ancak İlâhi emre boyun eğen böyle davranabilir. Üçüncüsü: Hz. İsmail’ in “Ey babacığım, sana ne emrolunduysa onu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun.”, tavrı ki; bıçağı çekmeden İsmail’ e kavuş­mak, Hz. İbrahim için nasıl mümkün değilse, teslimiyetindeki imanî hâl olmadan, Hz. İsmail için de bedel olarak koç gelmesi o kadar muhal. Hâsılı; “ aklın duracağı ve aklın at koşturacağı” olanı idrak, imanı elden bırakmamakla mümkün. Akim reh­berliğine; ancak, Allah tarafından aksi bildirilmediği sürece güvenmeli insan.

Allah sevdiklerine karşı kıskanç­tır. Sevdiklerinin kendisinden başka­sına meyline müsaade etmez Hz. İb­rahim’ in başına gelen de, Allah’ ı kıskandıracak kadar evlâdına düş­künlüğünden kaynaklanır. Hz. Aişe’nin uyuyup ordunun gerisinde kal­ması ve bunun üzerine çıkarılan de­dikoduyu da aynı espri içinde anla­mak lâzım. Azamet-i Kibriya, Pey­gamberimizi Hz. Aişe’ye olan sev­gisi konusunda uyarmış, kendisin­den başkasına aşın sevgi beslenme­sine müsaade etmemiştir.

İslâm “orta yol” dur, aşırılıklara izin vermez. Allah koç yerine deve gönderebileceği gibi, tavuk da gön­derebilirdi. Fakat “orta yol”u tutarak herkesin kolayca ulaşabileceği “koç”u hem kurban hem de kurban da ölçü kılarak, insan kurban etme­nin önüne geçmiş, ölümü değil haya­tı takdis etmiştir. “Tilki Günlüğü”ne imtisalen Koç: Sevginin, tutkunun, aşkın simgesidir. Sahip olduğumuz, değer verdiğimiz en kıymetli varlığı sembolize eder. Güçsüz ve kendi içinde paramparça akıllarıyla günah­larının kefareti olarak Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği inancında olanlar, onu, vücudundan kanlar akarken tasvir edenler, kurbanın anlamını kavrayamaz.

Dünyada koyun bazında her gün 17-18 milyon civarında hayvan kesiliyor ve bu etin dörtte üçünü de Amerika ve Avrupa ülkeleri tüketiyor. Bu duruma sessiz kalanlar, Kurban Bayramı vesilesiyle hayvansever kisvesine bürünerek, yine İslâm’a olan kin ve düşmanlıklarını kusacaklardır. Ama bu onları hiçbir şekilde aklamaz, medeni de kılmaz. Aksine cehaletlerini ve İslâm’a olan nefretlerini sergilemelerini sağlar. Kurban, İslâm Dünyası’nı birleştiren kutsal bağlardan bir bağdır, bir “feda ediş” ve bir “defa oluş”tur.

Ne mutlu! Gücünü imanından alan ve bu gücün güvencesinde kendini feda edebilenlere.” (Saffet Suresi 102-111)
 
Baran Dergisi 201. Sayı