Allah Resûlü’nden alınan nur ile O’nun irtihalinden yedi yıl sonra Miladî 639’da, Diyarbakır ve havalisi Sahabîler Ordusu tarafından fethedilir. Diyarbakır’ın fethi esnasında Hz. Halid b. Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile birlikte 40 sahabî şehid düşer. Şehid sahabîlerin yirmi yedisi Hazreti Süleyman Camii’ne medfundur. Allah Resûlü’nün vefatının ardından bu kadar kısa zamanda İslâm’ın dört bucak ve yedi iklime yayılmasının O’nun mucizelerinden biri olduğunu da ifade edelim. Diyarbakır’ın İslâm diyarı olmasının bir sembolü olan Hazreti Süleyman Camii ve yirmi yedi şehid sahabî türbesinden bahsedeceğiz.

Hazreti Süleyman Camii, Nâsiriyye Camii, Meşhed Camii, Murtezâ Paşa Camii ve Kale Camii olmak üzere birçok isimle anılmaktadır. Minaresindeki kitabesinden anlaşılacağı üzere İnaloğulları veziri olan Nisanoğlu Ebu’l-Kasım Ali tarafından 1155-1160 yılları arasında yaptırılmıştır. Mimarı Hibetullah el-Gürgani’dir. 1142-1183 yılları arası Nisanoğulları yönetimi söz konusu olmuştur. (1) 1098-1183 yılları arasında Diyarbakır’da hüküm süren İnaloğulları Beyliğine Selahattin Eyyubî son vermiştir. (2)

İç Kale’de yer alan camiinin en önemli özelliği Hazreti Ömer döneminde Diyarbakır’ın fethinin buradan başlaması ve şehid düşen sahabîlerin türbelerinin burada yer almasıdır. Başta şehid sahabî Hz. Süleyman olmak üzere yirmi yedi sahabînin meşhedi burada olması sebebiyle yerli ve yabancı birçok kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Allah Resûlü’nün vefatından yedi yıl sonra Hz. Ömer döneminde, İyaz b. Ganem’in komutasındaki sekiz bin kişilik orduyla Diyarbakır fethedilmiş ve kent, İslâm şehri olmuştur. Fetih sırasında Halid b. Velid Hazretleri’nin oğlu Hazreti Süleyman’ın da aralarında bulunduğu yirmi yedi sahabînin şehid düştüğü ve defnedildiği yer Hazreti Süleyman Camii türbesidir. Bir asra yakın süren İnaloğulları döneminde Âmid (Diyarbakır) kültür, ticaret ve imar faaliyetleri açısından çok ileri bir durumdaydı.

Peygamber Efendimiz, Ahzap (Hendek) cenginde hendek kazarlarken ortaya çıkan sert bir kayaya mübarek elleriyle indirdiği balyozdan çıkan kıvılcımlara dikkat çekerek, sırasıyla Kisra, Kayser ve Habeş şehirlerinin kendisine gösterildiğini ve fethedileceğini müjdelemiştir. (3)

Allah Resûlü’nün ahirete irtihalinin hemen ardından O’nun silah arkadaşları Peygamber müjdesine ermek için Diyarbakır surları önüne geldiler. Mâlum surlar çok kuvvetli. 27 Mayıs’ta başlayan kuşatma uzuyor. Halid b. Velid ise komutan yardımcısı. Oruç tuttuğu için kölesi her akşam yemeğini çadırına bırakıyor, ancak o yemeğini bulamıyor. Sonra bir köpeğin yemeği yiyip kanalizasyondan şehre girdiğini görüyor. Ve Başkomutan İyaz b. Ganem’e durumu arz ediyor. 100 fedaî eylemcisi ile kanalizasyondan şehre giriyorlar ve çatışa çatışa kapıları açıyorlar ve fetih müyesser oluyor. Dört kapıdan giriliyor. Fetih Kale Kapısı’nda komutan Halid b. Velid. Orada Halid b. Velid’in oğlu Süleyman dahil yirmi yedi sahabî şehid oluyor. Düşmanın ana karargâhı burada bulunuyor. Muaz b. Cebel’in açtığı Babü’l Cebel’de (Dağ Kapı) iki şehid veriliyor. Urfa Kale Kapısı’nı ise Aşere-i Mübeşşere’den Said b. Zeyd açıyor. Mardin Kapısı’nı ise Başkomutan İyaz b Ganem açıyor. Toplam 40 sahabî şehid düşüyor. Kenti fetheden sahabîler, “Allahu Ekber-Sadaka Resûlullah” (Allah büyüktür. Peygamber’in bildirdiği doğru çıkmıştır) diyerek, Hazreti Peygamber’in Hendek Gazvesi’nde verdiği müjdeyi ilân etmişlerdir.

Bizans’ın en önemli sınır karakolu olan Diyarbakır’ın 27 Mayıs’ta başlayan fethinden sekiz asır sonra 29 Mayıs’ta İstanbul fethedilecek ve hadislerdeki müjdeler böylece tecelli etmiş olacak idi. İlk hadis belgesi kabul edilen Hemmam’ın Sahifesi’nde şu ilginç hadis dikkat çeker: “Kisra helak olacak ve ondan sonra Kisra gelmeyecektir. Kayser de mutlaka helak olacak ve ondan sonra da bir daha Kayser gelmeyecektir.” (4) İstanbul’un fethinin eşik taşı Diyarbakır’ın fethidir.

Hz. Süleyman (Kale) Camii’nin Yapılışı

İslâm orduları yukarıda da dediğimiz Âmid’i (Diyarbakır) fethetmiş ve Âmid bundan sonra İslâm medeniyetinin güzide bir parçası olmuştur. Âmid, Müslüman Araplardan sonra birçok İslâm devletinin egemenliği altına girmiştir. Bunlardan biri İnaloğulları’dır. İnaloğulları’nın hâkimiyeti altında bulunan Nisanoğulları döneminde Hz. Süleyman Camii yapılmıştır.

Nisanoğlu Kemaleddin Ebu’l Kasım Ali, şehid düşen sahabîler için daha önce harabe şeklinde olan mescidi h. 550-575/m. 1155-1160 yılları arasında Mimar Hibetullah el-Gurgani’ye yaptırmıştır.

Mimari Özellikleri

Orijinal hâlinden eser kalmadığını şu anki yapısından anlıyoruz. Camiyi Osmanlı’nın Diyarbakır valisi Silahtar Murtaza Paşa önemli bir onarımdan (1631-1633) geçirmiştir. Yenilercesine onardığı için bazı belgelerde camiyi yaptırdığı yazılıdır. 1875 yılında ise Vali Ahmet Tevfik Paşa camiin dekorasyonuyla ilgilenecek ve türbeyi onaracaktır.

Yirmi yedi sahabînin bulunduğu meşhedi de Osmanlı valisi Murtaza Paşa yaptırmış veya önemli bir onarımdan geçirmiş olup şehidlerle ilgili astırdığı levhadan bunu görmekteyiz. (5)

Yapı topluluğuna iki yerden giriş vardır, bunlardan biri batıda, diğeri güneydedir. Eğimli arazi üzerine kurulan cami farklı dönemlere ait yapılarla bir topluluk hâline gelmiştir. Batısında bir Sahabîler Türbesi, namazgâh ve bir çeşme bulunmaktadır. Kuzeyinde de bir türbe ve bir çeşmeye yer verilmiştir. Cami, kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir alanı kaplamaktadır. Kuzeyinde bulunan son cemaat yerinden harime geçiş sağlanmaktadır. Camiin iç kısmında mihrap nişi ve tavandaki kalem işi süslemelerle sınırlı kalan yapıda süsleme unsurları cephede kitabe olarak karşımıza çıkmaktadır. Türbenin Osmanlı çinileri güzel olup sağlam durmaktadır.

Caminin kuzey doğusunda kare gövdeli bir minare yer almaktadır. Minarenin gövdesi silmeli yazı ve kuşaklarıyla beş bölüme ayrılmıştır. Kalker üzerine sülüs yazı kullanılan kitabelerde harfleri, araları Rumî ve palmetlerin işlendiği kıvrık dallarla hareketlendirilmiştir. Kitabeler yarım oluk ve düz bir silme ile üç yönden çevrilmiştir.

Camiye iki taraftan girildiğinden güneyden mihraba kuzeyden üç sütuna dayanan dört kubbeli abdest alma yeri vardır. Burası yaz aylarında namaz kılınacak açık alandır. Açık alanın doğusunda yer alan camiin önündeki türbe daha geç bir devirde yapılmış olup camiye tam uydurulamamıştır.

Arazi eğimli olup, surlarla bağlantılı olduğundan boşluklar da doldurulmuş olmasına rağmen caminin yapısında yekparelik sağlanmada zorlanılmıştır. İkinci katta ortada bir kapı, iki yanda penceresi olup buradan camiye girilmektedir. Bu kısmın üstü beşik tonozlarla örtülüdür ve üste iki sütuna dayanan bir mahfili bulunmaktadır.

Kent, İslâm dünyasına geçince merkezde bulunan katedralin hemen Ulu Cami’ye çevrilmesi “kılıç hakkı” olduğundan dolayı, Hazreti Süleyman Camii, Ulu Camii’den daha sonra kabul edilmelidir.

İslâm’da cami mimarisinde esas olan şekilden ziyade uhrevî havayı vermesi olup, “Camilerinizi sade, şehirlerinizi zîynetli inşa ediniz!” (6) hadis-i şerifine göre de süslemeden uzak olmasıdır. Camilerin yanında bulunan türbelerin ise uhrevî havaya katkı sağladığını, ayet ve hadislerle işaretlendiği üzere “ölümü tefekkür etmek” tavsiyesine münasip düştüğünü hatırlatalım. Soyut sanatların İslâm’da daha çok geliştiğini de ilave edelim. Zaten birçok caminin bahçesinin hazire yani mezarlıklarla çevrili olduğunu biliyoruz. Diyarbakır’ı İslâm’a açan yirmi yedi şehid sahabînin topluca bulunduğu Hazreti Süleyman Camii, her ne kadar yapısında eklentiler çok olsa da, şehidlerin verdiği manevî hava ile önemli bir ziyaret mekânı olmaktadır.

Dipnotlar

1-Nejat Göyünk, “Diyarbakır” Maddesi, DİA, İstanbul, 1994, cilt 9, s. 465.

2-Ali Sevim, “İnaloğulları” Maddesi, DİA, İstanbul, 2000, cilt 22, s. 257.

3-Nesâî, Cihad, 42; Dârimî, Mukaddime, 7.

4-Abdurrezzak, Musannef, XI, 388; Buhârî, Cihad, 157.

5-Yusuf Kenan Haspolat, Peygamberler Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır, 2013, İstanbul, s. 29.

6-İbn Ebî Şeybe, Musannef, 3/86 (3169); Suyûtî, el-Câmiu’s-sagîr, s. 10 (61).

Baran Dergisi 738.Sayı