Batı ile Türkiye’nin savaşı kızışırken içimizdeki Batıcılar da telaşa kapıldı. Fakat tarihî köklere de dayanan bu savaş kaçınılmaz! Batı, tarihî refleksleriyle (Batı’yı var eden İslâm’a direniş ve karşı oluştur) hareket ederken, bizim de millî ve dinî kimliğimize dönmemiz elzemdir.
Seküler ve materyalist eğitiminden (Kemalist eğitim temelde böyledir ve bir çok revizyona rağmen hâlâ sürmektedir) geçen ve düşünce kalıplarını Batı’ya göre oluşturanlar, ya kendi değerlerine dönecekler yahut kraldan çok kralcı yani gâvurdan çok gâvur olacaklar. Ülkemizin aleyhine Batı ile her türlü zihnî, kültürel ve eylem işbirliğine girecekler. Kemalistlerin yanı sıra, Batı mamûlü solun ekserisi, yine sol fikirlerden beslenme ve Batı’nın cici çocuk muamelesi yaptığı bazı Alevîler, şu anda yönetimde olan Batı’dan ve hem siyasî hem askerî destek elde edince tabanından uzaklaşan PKK ve HADEP’liler bu Batıcı cephede yer almaktadır. Bu saydıklarımın tercihlerinde menfaatleri ve müzmin muhalefet etme hastalıklarının yanında asıl saik, yine Kemalist eğitimin şuurlarına zerk ettiği İslâm düşmanlığıdır. “İslâm, kötü ve geri; Batı ise ileri, çağdaş ve modern” palavraları gibi. “Araplar ve Doğulular pis, kötü; ama Batılılar çok kibar ve medenî” gibi. Batı’nın bunca vahşetine rağmen Batıcı hayatın (içki, kumar, fuhuş) verdiği alışkanlıkla da bu psikolojiyi üzerlerinden atamıyorlar ve tepkileri kendilerini ele veriyor.
İçlerinde her şeye rağmen haysiyet ve tutarlılığa sahip gönül ehli çıkacağını biliyoruz. Fakat bunun muhasebesini engelleyen şey de, çoğunun karşı olduğu Kemalizm’in onların idraklerini kör ve iğdiş etmesidir. Ve bu durum bir kısım Müslümanlarda da var. Batı’ya karşılar ama şeriatı da için için istemiyorlar. Batı’dan mustaribler ama İslâm’a da tam teslim olamıyorlar. Bir eli Kur’an’da, bir eli haramda yaşıyorlar. Kötülüklerden zahiren uzak; ama gönlü de kaymıyor değil. Batıcı (Kemalizm’in cebren uyguladığı eğitim ve hayat tarzı) anlayışı şuurlarında yer etmiş, İslâm’ı bu çağda uygulanamaz bulan “zayıf imanlılar” diyebiliriz bunlara. İş, iman mevzuuna geliyor. Batı’nın insana, tabiata, kâinata uymayan dünya görüşü bunca çelişki, kan dökücülük ve sömürgeleştirmesine rağmen cari oluyor; ama İslâm’ın yüce değerlerine ise sadece güzellemeler yapıyorlar. İcraya gelince, önce kendimize güvensizlikten kaynaklanan cesaretsizlik ve kifayetsizliklerle karşılaşıyoruz. Öte yandan da dünyada Müslüman ve mazlum milletlerin kanı akmaya devam ediyor.
Batı, kendini tek alternatif olarak dayatır ve insanlığa ait değerleri ve ilmî buluşları kendi değeri olarak takdim ederken, başka bir alternatifin doğmasına da mâni oluyor. Ama işin sonuna ve nihai hesaplaşma safhasına gelindi; fitil ateşlendi! Aslında dananın kuyruğu 15 Temmuz 2016’da koptu ve Batı Türkiye topraklarında büyük bir yenilgi yaşadı. Bunu hazmedemeyen Batı, bizim de fikriyle yeterince şuurlaştıramadığımız ve sadece refleks hâlinde tepkide kaldığımızdan dolayı, şimdi saldırgan bir boğa gibi. Fakat İslâm’ın mızrakları Türkiye’nin eliyle Batı boğasının (isterseniz domuzunun diyelim) sonunu getirecek! Tarihin akışı artık değişmiştir. Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun çabaları sonucu iş rayına girmiştir. Ahir zamanı da idrak ettiğimiz bu ahvalde, Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfiler istemese de…
Batı, Türkiye üzerinden şeytanî planlarını devam ettirirken en çok güvendiği içimizdeki Batıcı pespaye tiplerdir. Her ne kadar pespaye demem doğru olsa bile, onların hâlâ Türkiye’de etkin olması, basın, kültür, sanat, akademi ve birçok sahada kadroları bulunması, Batı’yı Türkiye üzerindeki emel ve planlarını gerçekleştirmekte cesaretlendiriyor; bunun mesûlü de sadece namaz, cami ve Kur’an kursuna ağırlık verip, eğitim, hukuk gibi alanlarda geri kalan Müslümanların sistemsiz ocaklaşmasıdır. Boş bırakılan sahalar bize düşman olanlar tarafından dolduruluyor. Tabiî Batı için asıl saik İslâm’dan korkuları ve tarihin rövanşının gelecek-geliyor olmasıdır. Batı’da Hıristiyanlık destekli Nazi ve faşist hareketlerin gelişmesi boşuna değil.
Şunu da ilâve edelim, batan mülteci botlarının onda biri kendi yetersizliğinden batıyorsa, dokuzu da Batılıların sahil güvenliği tarafından batırılıyor. Hem ülkelerinde karışıklık çıkar ve işgal et, hem de savaştan kaçan garibanları denizin ortasında öldür! Buna rafine alçaklık denir; içimizdeki Batıcılara da duyurulur. Onlara söylediğimiz, “gâvurdan daha gâvur” sözünün abartı ve hakaret olmadığı da anlaşılır. Eğer “gâvura gâvur demek yasaktır!” faşist zihniyetinde değilseniz, maksadımız daha rahat anlaşılır.
Sözün özü, içimizdeki Batı sevdalılarını temizlemeden, onları besleyen modernist ve seküler kültürel altyapıyı tamamen değiştirmeden bize kurtuluş yoktur, rahat uyku yoktur. Hem evimizden emin olamayacağımız gibi –ki cemiyetinden emin olamazsan evinden de emin olamazsın- evimize kapanmak çözüm değil. Ayrıca Batı bizi boş bırakmayacak ve içimizdeki bu şeytanlara güvenip, fırsat bulsa, 15 Temmuz gibi başımıza bombalar yağdırmaya devam edecektir. “En iyi savunma taarruzdur” esprisince düşman bize gelmeden bizim onun üzerine gitmemiz, bunun dil ve diyalektiğine, şuur süzgecine ermemiz gerekiyor.
Batı, dünyadaki sömürgeleştirme siyaseti gereği, alnımızın terini ve emeğimizi çaldığı gibi, Batıcı değerlerle yetişen, medeniyet ve üstünlüğü onların tekelinde gören (üniversiteler bunun acıklı misalleridir) eğitim sonucu nesilleri-çocuklarımızı da elimizden alıyor. Buna hiçbir vicdanlı yurttaş-vatansever müsaade etmemeli! Kendimizle didişmeleri bir kenara bırakıp, ihtilaflarımızı dürüstçe tartışıp, Batı emperyalizminin doymak bilmez boğazına yumruk gibi saplanmalıyız.
Batı Batı dedikleri hakkında kısaca birkaç tesbit yapalım. Batı, bilimi İslâmdan aldı; ama inkâr ediyor; Rönesansını İslâm’dan aldıklarına borçlu. Batıda hiçbir düşünce adamı yoktur ki, İmam-ı Gazalî’den ışık almış olmasın! Descartes’ın İmam-ı Gazalî’nin eserlerini okuyup etkilendiği ve hatta İhya’dan intihal yaptığı Batı tarafından senelerce saklandı; fakat bu gerçek ortaya çıktı. Peki, biz bir şey sakladık mı? Yunan klasiklerini kaybolmaktan kurtaran ve tercüme eden Abbasîler yani Arap Müslümanları idi. Ama inkâr etmeyip altına müellifin imzasını (Eflatun, Aristo vs.) rahatça attılar. İşte Batı ile Müslüman arasındaki fark.
Müslüman deyince de yanlış anlaşılmasın, içi dışı bir, sadece Allah’a boyun eğen, Işid ve Fetö gibi Amerika ve Batı ile iş tutmayan, gerçek Müslümanlardan bahsediyorum. Olumsuz örnekleri gösterip İslâm’a suç atan samimiyetsizlere de şunu diyorum: Hiçbir samimî insan sadece kötüyü göstermez. Mecelle’de bir kural var, “su-i misal emsal olmaz” diye.
Olumsuzlukların arkasına sığınacağımıza kendimiz iyi olmaya çalışalım. Belki de asıl sorunumuz bu, yeterince iyi ve dürüst olamamak, kendimize, kendi değerlerimize tam güvenip teslim olamamak ve ne yapacağımıza dâir, alternatif toplum projemizi (biz bunun BD-İBDA olduğuna inanıyoruz, başka varsa ortaya çıksın) bulup aksiyona geçememek. Bulanların ise bunu dillerinden kalbine indirememesi, tafsil ve tahlil edememesidir. İnancımızı ve ideolocyamızı hayat sevinci hâline getirmek lâzım. O zaman Batı ile oyun oynarız, onlar bizle değil…

Baran Dergisi 533. Sayı
30.03.2017