Hulefâ-i Râşidîn’in iki büyüğüyle başladığımız sahabe vakıfları bahsini bu hafta tamamlıyoruz. Kaynaklarımız yine Ahmed Akgündüz, Nazif Öztürk ve Vecdi Akyüz’ün geçtiğimiz sayı isimlerini zikrettiğimiz eserleri…
Hz. Osman (RA) Vakıfları
Müslümanlar arasında en zenginlerden olan Hz. Osman (RA), varını yoğunu İslâm için harcamış, Allah da bu yaptıklarının bereketini vererek onu misliyle zengin etmiştir. Onun da birçok vakfı bulunmaktaydı. Bunlardan bazılarını aktaralım:
Rûme kuyusu vakfı: Medine’de hicretten hemen sonraki günlerde su kıtlığı olmuştu. Su, yüksek bir bedelle satılıyordu. Rûme kuyusundan başka, içilebilecek tatlı su yoktu. Hz. Peygamber (SAV), “Kim Rûme kuyusunu, Cennet’te göreceği daha üstün hayır karşılığında satın alır ve kendi kovasını, Müslümanların kovasıyla eşit kılar?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Osman (RA), kuyunun sahibi olan Yahudi’den yarı payını 12.000 dirheme (bu sırada, yaklaşık beş dirhem, bir koyun alabilecek değerdeydi) satın aldı. Su, bir gün Yahudi, bir gün de Hz. Osman (RA) tarafından işletiliyordu. Müslümanlar bütün su ihtiyacını Hz. Osman (RA)’ın gününde karşılamaya başladı. Bunun üzerine Yahudi ortak, kendine kalan payı da 8.000 dirheme sattı. Hz. Osman (RA) zengin-fakir ayrımı yapmaksızın, herkesin bu kuyunun suyundan yararlanmasını istedi. Kendi ailesinin su ihtiyacı için göndereceği adamının kovasının, başkalarının kovasından önde olmayacağını belirtmiştir. (Buharî, Vesâyâ, 33; Tirmizî, Menâkıb, 18; Zebidî, Tecrîd-i Sarîh, 9/354)
İbn Ebi’l-Hakîk Arazi Vakfı: Hz. Osman (RA), Hayber’de İbn Ebi’l-Hakîk arazisini bir vakıfname düzenleyerek vakfetmiştir. Torunu Abdurrahman’ın elinde, şöyle bir vakfiye vardı: “Esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla. Bu, Osman bin Affân’ın hayatında yaptığı bir sadakadır. Osman, Hayber’de ibn Ebi’l-Hakîk diye bilinen taşınmazını kesin olarak, aslını satılmaz, bağışlanmaz ve miras olunmaz şeklinde vakfedip, mütevelliliğini oğlu Ebân’a bırakmıştır. Vakfiyeyi, Usâme bin Zeyd yazmış ve Ali bin Ebu Tâlib ile birlikte şahit olmuşlardır.” (Hassaf, Ahkâm-ı Evkaf, 9)
Ayrıca Hz. Osman vakıfları ile alakalı şöyle kayıtlar da bulunmaktadır.
“Ömer el-Vâkidî aşağıdaki Anbe ve Ömer bin Abdullah yoluyla şu hadisleri nakletmiştir:
“Hz. Osman (RA), Hz. Ömer (RA)’ın sadakası gibi mallarından tasadduk yaptı.”
“Abdurrahman bin Abbân bin Osman, Osman bin Affan’ın sadakasına mütevelli idi. Sadaka-ı Osman’dan hayrı olmayan köleleri satar, yerine başkasını alırdı. Sadakadan bir delikanlı köle, bir adama cinayet işlemişti. Cinayet bedeline mukabil köleyi verdi. Zira kölenin kıymeti, ci­nayet bedelinden az idi.”
Hz. Osman (RA)’ın azat ettiği kölesi Halid: “Abbân bin Osman’ın mütevelli olduğu sırada Hz. Osman (RA)’ın sadakasından dostlarına hediye verdiğini görürdüm.”
 
Hz. Ali (KV) Vakıfları:
İlim beldesinin kapısı, dördüncü halife Hz. Ali Efendimiz’in evindeki bir lokma ekmeği bile dilencilere verdiği ve bu yüzden ailecek aç yattıklarını herkes bilir de, bunun nasıl bir samimiyet olduğunu kimse düşünmez. Hz. Ali (KV)’nin savaşlarda ganimet olarak hissesine düşenleri ve yine kendisine iktâ olarak verilen arazileri bile elinde tutmadığını, bunları vakıf olarak tasadduk ettiğini görmekteyiz. Kendisi öldükten sonra bile ecir kapısını açık tutacak vakıf sadakaların mü’minler nezdinde ne kadar şirin olduğunu, daha ilk elden Dört Büyük Halife’nin bu husustaki cehdlerinden anlayabiliriz. Gelelim Hz. Ali (KV)’nin vakıflarına:
Yenbu Arazi Vakfı: Hz. Ali (KV), Hz. Ömer (RA)’ın kendisine iktâ ettiği Yenbu’daki arazisini bir vakfiye düzenleyerek vakıf yapmıştır. “Allah’ın yüzümü ateşten koruması, beni Cennet’ine sokması ve benden razı olması için, Yenbu’daki bütün malımı satılmamak, bağışlanmamak ve mirasla da geçmemek üzere, barış veya savaş halinde yoksullara, düşkünlere, uzak ve yakın akrabaya, yolculara infak (vakf) ettim. Benim ölümümden sonra kölelerim Rebâh, Ebû Nîzer ve Cübeyr, bu malımdan kendileri ve aileleri yemek içmek şartıyla, beş yıl çalıştıktan sonra hürriyetlerine kavuşacaklardır.” (Hassaf, Ahkâm-ı Evkaf, 9-10)
Beşir bin Velid ise bu vakıf ile alakalı daha geniş bir malumat vermekte ve Hz. Ali (KV)’nin şöyle dediğini aktarmaktadır:
“Allah’ın yüzümü ateşten korumasını, beni cennetine girdirmesini ve rızasını taleb edebilmek için savaş ve barışta fukaraya, miskinlere, uzak ve yakın akrabaya, yolculara Yenbu’daki bütün malımı, satılmaz, hibe olunmaz ve miras bırakılmaz şekilde infak (vakıf) ettim. Bana bir hal vaki olduğunda (öldüğümde) kölelerimden Rabah, Ebu Nizer ve Cübeyr bu malımdan kendileri ve aileleri yemek-içmek şartıyla beş yıl çalıştıktan sonra hürriyetlerine kavuşacaklardır. İster vefat etmiş ister hayatta olayım Yenbu’daki malım için verdiğim hüküm budur. Vadi ül-Kurâ’da bulunan mal ve kölelerim ile (Edine ve Raif) denilen yerler hakkında da ister ölmüş ister hayatta olayım hüküm yukarıdaki gibidir. Cübeyr, Rabah ve Ebu Nizer için ne hak yazılmışsa Züreyka için de aynı hakları tanıyorum.”
Hz. Ali (KV)’nin bu su vakfıyla ilgili başka bir rivayette, arazisini bizzat kazdığı, orada su bulunca derhal şöyle yazdığı söylenmektedir: “Bu mü’minlerin emiri ve Allah’ın kulu Ali’nin vakıfnamesidir. Burayı, Medine’nin yoksulları için, satılmamak, bağışlanmamak ve intikal etmemek üzere sadaka kıldı. Oğul­larım Hasan ve Hüseyin muhtaç olursa, gelirinden onlar da yararlansınlar.”
Musa bin Davut ise Hz. Ali vakfıyla ilgili olarak şöyle söylemektedir: “Ali İbn-i Ebu Talib (KV), Cenab-ı Allah’ın yüzünü Cehennemden koruması için, bir arzını tamamen ve kesin bir şekilde “sadaka-ı Ömer” vakfı gibi tasadduk etti. Şu kadar ki, onun yaptığının aksine mütevellisine bir şey ayırmadı.”

İbn-i Ebu Sebre ise Ali bin Hüseyin (RA) “sadaka-i Ali” kölelerini alıp sattığını kaydetmektedir.
Abâru Ali (Ali Kuyuları) Su Vakfı: Günümüzde Medine kenarında mikat yeri olan Zülhuleyfe’nin diğer adı, Abâru Ali’dir. Bu kuyular, Hz. Ali (KV)’nin vakfettiği su kaynağıdır. Medinelilerin ihrama girmeleri gereken nokta işte burasıdır.
 
Diğer Sahabelerin Kurduğu Vakıflar
Buraya kadar saydıklarımız, Ashab-ı Kiram (RAnhüm)’ün dört büyüğünün yaptıkları vakıflardı. Ancak Hadis’te de belirtildiği üzere Sahabelerin tamamı birer “yıldız”dır. O yüzden onların vakıflarını da anmamak olmazdı.
Hz. Ömer (RA)’ın vakfında rivayet edildiği gibi Câbir bin Abdullah şöyle demiştir: “Muhacirler ve Ensar’dan imkân sahibi olanlardan her biri, Hz. Ömer (RA) vakfından sonra, vakıflar yapmışlardır.” Muhammed bin Abdurrahman bin Saad bin Zarâre’nin de “Muhacirler ve Ensar arasından ‘Ehl-i Bedr’den olan ‘Ashab-ı Resûlullah (RAnhüm)’ arasında bir kimse bilmiyorum ki, bir malını, ilelebet satılmamak, hibe ve miras yapılmamak üzere hapsetmiş olmasın” dediği rivayet edilmektedir.
Said bin el-Musib (RA)’a, “ev ve arazi habsine ne dersin?” diye sorulmuş, “ebediyen satılamaz, hibe ve miras olamaz” demiş; “kimden naklediyorsun?” demişler. “Ashab-ı Resûlullah (RAhüm)’den” diyerek Ömer, Osman, Ali, Zeyd ve Saad (RAnhüm)’ü ve Ensar’dan bir haylisini, Zeyd bin Sâbit (RA) vesaireyi saymıştır.
Ömer bin Abdülaziz’e bir adam vakfettiği bir akardan dava etmiş. “Ya Emire’l-Mü’minin, henüz dünyaya gelmeyen ve gelip gelmeyeceği bilinmeyen kimselere sadaka nasıl caiz oluyor? Hâlbuki Ebu Bekir (RA) ve Ömer (RA), teslim edilmedikçe sadaka caiz ve helâl olmaz diye hükmetmişler” demiştir. O da cevaben, “dediğin gibi hükmedenler, kendi çocuklarına, çocuklarının çocuklarına akar ve arazi vakfetmişlerdir” deyip Ömer, Osman, Ali ve Zeyd bin Sabit Hazretlerinin isimlerini saymıştır.
Hassaf bu konudaki hadisleri bir araya toplamıştır. Bu hususla ilgili rivayetleri özetleyelim:
Zübeyr bin Avvâm (RA), konaklarını oğullarına, kızlarından merdûdeler yani evlenmemiş olanların da, bu evlerde oturmaları kaydıyla vakfetmiştir.
Muaz bin Cebel (RA), Medine’de bulunan Daru’l-Ensâr adındaki evini vakfedip vakfiyesinde hangi şartlarda kullanılacağını yazmıştır.
Zeyd bin Sabit (RA) de “gerek diri ve gerek ölü için vakıftan hayırlı bir şey görmedim. Ölüye daima sevap gelir, diriye de malı habs olunup satılmaz, bağışlanmaz, miras kalmaz ve bu sebepten dolayı mülkiyetten çıkartılmasına güç yetmez olur” buyurmuş, tıpkı Hz. Ömer (RA) gibi, vakıf yapıp, aynı şekilde vakfiyesini yazmıştır. Vakfiyesi, Hz. Ömer (RA)’ın vakfiyesine benzemekteydi. Bu vakfiyeye göre, evini çocuğuna ve çocuğunun çocuğuna ve bunları takip eden torunlarına, satılmamak, hibe edilmemek, miras olunmamak şartıyla vakfetmiştir. Vakfın gelirinden kendisi de yemiştir.
Hz. Aişe (RAnha) Validemiz de bir ev vakfetmiştir.
Ayrıca zürrî vakıflarla alakalı olarak Hz. Aişe (RAnha)’dan şöyle bir rivayet de aktarılmaktadır: Ömer bir Abdulaziz, Ebu Bekir bin Muhammed bin Hazm’e, sadakalar hakkında teftiş ve tahkikat yapmasını emretmiş, o da Abdullah bin Zeyd ve Ebu Talha ve İbn-i Ebu’d-Dahdaha’nın sadakaları hakkında rapor yazmıştır. İmre binti Abdurrahman ise Hz. Aişe (RAnha)’nın şu sözlerini rapor düzenleyenlere bildirmiştir: “Erkeklere hasrolunan, kız çocuklarının dışarıda bırakıldığı sadakaları duydukça bugünkü sadakaların Cenab-ı Allah’ın ‘Bu davarların karnında olan yavru, erkeklerimize helâl ve kadınlarımıza haramdır” dediler. Eğer yavru ölü ise erkek ve kadınlar bunda ortaktır...’ buyurduğu gibi buluyorum.” Ebu Bekir bin Hâzm demiş ki, “Ömer bin Abdulaziz vefat ettiği sırada, kadınların dışarıda bırakıldığı sadakaları reddetmek istiyordu.” Bu hadise, ilerleyen zamanlarda vakıfların kullanılması suretiyle İslâm miras hukukunun amiyane tabirle “arkasından dolanma” ihtimalinin ta o zamandan görüldüğüne işaret eden güzel bir örnektir.
Esma binti Ebu Bekir (RAnha) da hanesini vakfetmiştir. Onun vakıflarında da bilhassa akrabaların ihtiyaç sahibleri gözetilmiştir.
“Pak Validelerimiz”den Ümmü Seleme (RAnha) da, bir vakıf yapmıştır.
Ümmü Habibe (RAnha) da, “Gâbe” denilen yerdeki malını kölesine ve onların çocukları ve torunlarına habsen vakıf ve infak eylemiştir.
Hz. Safiyye (RAnha) mallarını beni abdan (kuloğullarına) sürekli olarak vakfetmiştir.
Hz. Saad bin Ebu Vakkas (RA)’ın kızı Aişe, “babamın sadakası hapistir. Satılmaz, hibe ve miras olmaz, evladından olan bekâr kızları için herhangi bir zarar vermemek ve onları mutaazzir etmemek üzere ihtiyaçları kalmayıncaya kadar oturmaları şartıyla evlerini vakfetmiştir.” demiştir. Daha sonra bazı mirasçılar bu konuda ileri-geri konuşarak, bu evleri mirasa dâhil etmek istediler ve Mervan bin Hakem’e dava ettiler. O da Resûlullah (SAV)’in ashabını toplayıp Hz. Saad (RA)’ın yaptığı şekilde vakfın yürütülmesine karar verdi.
Halid bin Velid (RA) Medine’deki hanesini vakfetmiştir. (Hassâf, Ahkâm’ül-Evkâf, 14) Ayrıca Hz. Halid, Resûlullah (SAV)’in irtihaline yakın bir zamanda zırh, at ve kılıç gibi savaş gereçlerini de vakfettiğini bildirmiş, Hz. Peygamber (SAV) de bunu tasvip etmiştir. ( Buharî, cihad, 89, zekât, 49; Müslim, zekât, 11)
Ebu Urvî’d-Debûsî (RA) bir arazisini vakfetmiştir.
Cebir bin Abdullah (RA) bir bahçesini vakfetmiştir.
Saad bin Ubade (RA) annesinden kalan ve içinde suyu bulunan bir gayrimenkulü sadaka ettikten sonra, diğer mallarını da buna ilave etmek suretiyle vakfını genişletmiştir.
Cennetle müjdelenen sahabeden olan Zübeyr bin Avvâm (RA), evlerini oğullarına vakfetmiş, kızlarından evlenmemiş olanların da bu evlerde oturmalarını şart koşmuştur. (Hassâf, Ahkâm’ül-Evkâf, 11)
Abdullah bin Zübeyr (RA) “Gabe”deki arazisinin üçte birini sadaka yapmak istemiş, Hz. Ömer (RA) da bunu babasından duymuş ve gidip araziyi satarak, sadakayı hayatında yerine getirmesini Abdullah bin Zübeyr (RA)’a tavsiye etmiştir. O da mezkûr araziyi 1.200.000 (muhtemelen) dirheme satıp 400.000’ini kendisine alıkoymuş, üçte ikisini taksim eylemiştir. Hz. Urve (RA)’a da bundan 40.000 dirhemini göndermiş, fakat o kabul etmemiştir.
Bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr (RA) Hz. Aişe (RAnha) dâhil olmak üzere birçok kişiyi aracı kılıp “bunu benden alsın” demiştir. Hz. Urve (RA) da, “almam, ben Allah’ın tezkiye buyurduğu şeyi severim. Lâkin ben mezkûr malın satılması için kendisine şiddetle ısrar edenlerdenim. Bunu kim için yaptığımı da Allah bilir. Şimdi bunu kabul edersem, malın satılmasını arzu edişim, kendim için olduğuna dair ihtimal, kalbine bir hâtıra gelir; ben bunu arzu etmem. Söylediğim söz vefatından sonra veresenin sadakayı uygulamaya koymaması ihtimalinden korktuğuma binaen idi.” cevabını vermiştir.
Bunlardan başka;
Neccâroğulları evi: Hz. Peygamber (SAV) Medine’ye gelince Neccâroğulları’ndan bir evi satın almak istedi. Onlar ise bu evi, Allah için vakfettiler. (Aynî, Mahmud bin Ahmed, Umdetu’l-Kâri Şerhu Sahîhi’l-Buharî, Beyrut, 14/69)
Ebu Talha (RA)’ın Beyruha hurmalığı: Bu vakıf, Medine’deki Ensâr’a mensup sahabenin en zenginlerinden Ebu Talha (RA) tarafından yapılmıştır. Beyruha hurmalığı, Mescid-i Nebevî’nin karşısındaydı. Ebu Talha bu hurmalığı dünyalara değişmezdi; zira Peygamber Efendimiz (SAV) zaman zaman bu bahçeyi şereflendirir, oradaki tatlı sudan içerdi. Sevilen şeylerden infak etmeyi emreden Ali İmran Sûresi’nin 92. ayeti inince, Ebu Talha (RA) Resûlullah (SAV)’e gitti. “Rabbimiz bizden, mallarımızı kendi yolunda harcamamızı istiyor. Ey Allah’ın elçisi! En sevdiğim Beyruha arazimi, Allah için tasadduk etmek (sadaka vermek) istiyorum. Onun, Allah katında hayrını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Bunu, Allah’ın gösterdiği yöne tahsis buyur.” dedi. Bunun üzerine Hz. Resûlullah (SAV), “Bu, ne güzel ve ne kadar kârlı bir maldır. Ancak ben, bunu akrabana tahsis etmeni uygun buluyorum” buyurdu. Böylece Hz. Peygamber (SAV), araziyi en yakın akrabalarından Hassân ve Übey’e vermesini tavsiye etti. Bu tavsiye üzerine, araziyi amcasının oğulları ve diğer bazı akrabaları arasında paylaştırdı. (Buharî, zekât, Vekâlet, 15- vesâyâ, 10; Müslim, zekât, 42) 

Baran Dergisi 470. Sayı