Hedef için çok şey söylenebilir. Ancak, “Hareketi hedeflendirmek için temellendirmek gerekir” ön şartıyla mevzumuza başlayalım.

Önce camiamızdan bir durum tesbiti yapmak istiyorum. “İslâmcı mücadelenin hedefi ne?” diye sorduğumuzda genellikle bu mevzunun düşünülmediğini, ayaküstü ve tutarsız cevaplar verildiğini görmekteyiz. “Çalışıyoruz işte, zamanla olacak, eğitim gerekli, partimiz çalışıyor!” gibi, o an aklına gelen söyleniyor. Muhasebesi yapılmayan, hiç bir plân ve programa dayanmayan cevaplarla mesele geçiştiriliyor.

Ümmetin kurtulması için İslâmî bir devlet gerekeceği adım adım bunun yolu ve yordamının ne olacağı gibi mevzular tefekkür edilerek sistem, rejim ve düzen kavramlarıyla ve günümüz şartlarıyla birlikte çözüm teklifi sunulması gerekiyor ki, ona göre yol alalım, hedefsizlikten kurtulalım.

“Böyle bir çözüm teklifi sunan ve bunun gereğini yapan bir sistemli hareket var mı, varsa ona nisbetini kurdun mu?” diye mevzuya devam etsek, muhatabımızın o anki duygularına ve keyfine göre tutarsız cevaplarla karşılaşıyoruz. Yani, işine gelmediği veya risk almak istemediği için, var olan sistemli hareketi inkâr veya çamur atma yoluna başvuruluyor genellikle.

Her şeyden önce nereye ve niçin gideceğimize şuurumuz olması gerekiyor. Zira nereden geldiğini bilmeyen nereye gideceğini bilmez. Ayrıca ne aradığını bilmeyen bulduğunun ne olduğunu da bilemez.

“Niçin” mücadele ediyoruz ve ana gayemiz nedir? Aslında bu sual, “ben kimim ve niçin yaşıyorum?” demekle birdir. Varlık gayemizi İslâm olarak belirledikten sonra, mücadele gayemizi de İslâm’a nisbetle çağımızdaki “İslâm’a muhatap anlayış” olarak işaretlemek zorundayız. Yani hadis, tefsir okumak veya bir tarikate mensup olup sadece nefs tezkiyesi ve tesbih çekmekle meşgul olmak kendi başına faydalı olsa bile bu sorunun cevabı değil. Bunlara hiç bir itirazım yok ancak meselenin çözümü bu eylemler değil. Hadis ve tefsir kitapları ise bize ilham, fikir ve inanç temeli verir, ancak çağımızdaki sistemli hareketi veremez. Oradan alınan ilham ve ipuçları ile çağının meselelerini Müslümanlar kendileri çözmelidir. Zira, Müslüman çağından mesuldür.

İslâmî bir düzen istiyoruz ve hemen karşımıza “nasıl” ve “niçin” soruları çıkıyor. Ve peşinden, düzen değişimini gerçekleştirme yolunda “ihtilâlin oluş tekniği” nedir?” meselesi. Eğer kapitalist-modernist bir düzende seküler bir Müslüman olmayı kabul etmiyorsak, bu sorular ve cevapları bizi yakından ilgilendiriyor demektir.

Cumhuriyet gecekondusunun idrakleri tarumar etmesi sonucu sistemli düşünceye ve yeni bir dünya görüşünün diline yabancılık çekilir. Ancak bundan muztarip olan imanlı ruhlar bu engeli aşar. Öz imanı ile kendine güvenini korur, aksiyonunu bulur.

Mutlak Fikri hayata tatbik etmek için ondan sonuçlandırılmış vasıta sistem gerekir. En başta herkesin rahatça kabul edebileceği; fakat çoğunun da ihmal ettiği şu tesbiti “aksiyon cephesi”ni örgüleştirme yolunda ilk ve tek olan S. Mirzabeyoğlu’nun İdeolocya ve İhtilal isimli eserinden aktaralım: “Tatbik fikri olmadan tatbike dair hareketler bir mânâ ifade etmez.

BD-İBDA dışındaki teşkilatlardan ve İslâmcı yazar-çizerlerin zikzaklarından, hedefsiz hareket örneklerini bolca görmek mümkündür. Teşkilatları ve şahısları takip etmenin ölçüsü şu olmalıdır.

Önce fikri öğrenip adamı da ona göre takip edersek o kişi ileride savrulsa bile biz onunla birlikte savrulmayız. Buna bir kaç misal verelim.

İBDA’cılar yıllar önce İrancılara “muta piçi” dedi diye rahatsız olanlar, bugün Suriye ve Irak mevzularından dolayı İran’a ve İrancılara öfkeliler.

Otuz sene önce FETÖ’ye “Fettoş” dedi diye İBDA’cı yayın organlarını fitne çıkarmakla, “hoca efendi”ye laf söylemekle itham edenler, şimdi FETÖ’den haklı olarak nefret etmekteler.

Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’e sahip çıkan İBDA’cılara “zalim Saddam” edebiyatı ile karşılık verenler bugün ABD’nin Irak’ta neler yaptığını görmekteler.

Ancak sağlam bir fikrî manzumesi ve hareket sistemi olmayanların yarın yine başka savrulmalar yaşamaları mukadderdir. Hedefsiz, plânsız, pusulasız yol alanların nereye gideceği meçhuldür.

Hareketimizin temeli ve gayemiz Büyük Doğu-İBDA’dır. Zira gayesiz ve ona nisbetle hedefsiz hareket başarıya ulaşamaz. Hareketi hedefsizlikten kurtarmak için “sistemli hareket” şart; fikir sistemi yanında “hareket sistemi” gerekiyor ve bunun aksiyonu. Hareketin bir çok vasıtası olabilir. Dernek, parti, yayın organı; sosyal ve siyasî kuruluşlar... Bütün bu hareketlerin bir amaca doğru akabilmesi için ve birbirlerine nisbetinin anlaşılması için bir düzen, bir sistem gerekir, bunun şuuru gerekir.

Siyaset biliminde de yer aldığı üzere, değişim yolları kısaca şöyledir: Askerî darbe, hukukî yoldan gelme ve halk ihtilâli... Eğer değişim yolu belirlenmemiş ise, nasıl bir usul, metod, kural ve araçlarla mücadele edilecektir?

Hedef belli değilse, bizi hedefsizlik bekliyor demektir. Değişim yolu belirlenecek ki, hareket ve vasıtaları ona göre dizayn edilsin. Hedef belli olsun ki ona göre çalışılsın. İBDA fikriyatı, rejimin karakterini de tahlil ederek, halk ihtilâli şıkkını işaretlemiştir. 15 Temmuz 2016’da bunun güzel örnekleri görülmüştür. Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun ve öbür İslâm büyüklerinin ektiği tohumlar meyvesini vermiştir. 

Değişim yolunu işaretleyen ve bunun tahlilini, tesbitini yapıp ülke şartlarına göre karar veren tek hareket olarak İBDA vardır. Zaten İslâm inkılâbı derdi ve tasası olan başka bir hareket de görmüyoruz. Öbürleri anlık heyecana ve tepkilere göre yol alan, konjonktüre göre hareket eden, çoğu da iktidar nimetlerinde gözü olandır. Kendilerini kontrol edecekleri bir pusulası-yol haritası da olmadığı için dün nerede ve bugün nerede olduklarının muhasebesini de yapmazlar-yapamazlar. Ayrıca yükselen İslâm inkılâbı hareketine karşı, düzen tarafından desteklenen işbirlikçi kişi ve örgütler de geçmişte olmuştur, şimdi de vardır ve gelecekte de olmaya devam edecektir.

Gaye-vasıta, bütün-parça ilişkisi üzerinde de kısaca duralım.

Bütüncül ihtilâl-inkılâb şuurundan pay alarak kendi mevzuundaki aksiyona yönelmek ve bütüne nisbetle parça aksiyonla bütüne destek olmak. Böylece tüm faaliyetlerin, -ister kanunî ister kanun dışı- bütüne yani ihtilâl-inkılâba akması söz konusu olur.

Büyük Doğu-İBDA ideolocyasının ruhunu kavrayarak (ideolojiyi özümseyerek-içselleştirerek) kültür-irfan seviyesine ermek. Oradan ilgi mevzuuna yönelmek. Pratiğin verileriyle vasıtanın teorisini zenginleştirmek. O teoriyle tekrar pratiğe dönmek... İdeolocya ve İhtilâl eserinden mevzunun hülasası ise şöyle: “Dış oluş vasıtalarını iç oluş destekleriyle beraber kuşatmak.” 

Harekete fikrin damgasını vurmak ve cemiyete İslâm’ın nakşı davası için bu aşamaları yerine getirmek zorunluluk arzeder. Birbirimizi İslâm adına pohpohlayarak İslâm davasının yürümeyeceğini bilelim. Düşmanlarımızın yaptıklarının daha iyisini ve daha ilerisini bizler yapmak zorundayız. Birbirimizle, “o da kardeş, bu da kardeş, inşallah, maşallah” türü sohbetlerle bir yere varılamaz.

İdeolojik eğitimden geçmek demek, “Yeni Nizam-Yeni İnsan” davasına gönül vermek demektir. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “gerçek ve derin Müslüman” tanımının üzerinde kelime kelime durmak gerekiyor. (S. Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilâl, 5. Baskı, s. 50)

Eğer Büyük İslâm İnkılabı’nın fikir plânında ifadesi olan “ideolocya-sistem ortaya konulmamış olsa idi, farz-ı kifaye olarak bütün ümmete sorumluluk düşerdi. Ortaya konduğuna göre sahtelerine ve taklitlerine gerek yok, ona nisbetle yürümeye bakmalıyız. Üstad’ın ve Kumandan’ın taklidlerine de dikkat. Çoğu da komik hallere düşmektedir.

İdeolojik eğitim, “bilmeyi bilici” hâle gelmektir. “Öğrenmek” ve “nasıl öğrenileceğini öğrenmek”le, “nasıl öğrenileceğini öğrenerek öğrenmek gibi iç içe bir işi...”

“Yetişmemiz gerek, öğrenmemiz gerek” gibi işi sonsuza ısmarlayıcı (çünkü öğrenmenin sınırı ve sonu yok) tavırlarla aksiyonu ertelemek hatadır. Bütüncül bir sisteme göre ve onun istikametinde girişilmiş her tür faaliyet, en küçük çapta dahi olsa, bir “aksiyon” ifade eder. İnsan, öğrendikçe ve öğrendiği nisbette amel eder. Ayrıca ideolojik eğitimden kasıt, temel bir kültür-irfan seviyesi kazanmaktır ki, adamına göre altı ay da sürebilir, bir sene de sürebilir, ancak tekamül ve bilgilenme asla bitmez. Okudukça ve hayat tecrübesi kazandıkça bu temel üzerine bina yükselir, durur.

Dava erinin (Akıncının), ecri, ameli ve yiğitliği de artar.

Mutlak Fikir Sistemi tatbik edilmek isteniyorsa, (ki, Müslüman aksini düşünemez) vasıta sisteme ihtiyaç vardır. Çünkü her tatbik, bir düşünce faaliyetini gerekli kılar ve bunun sistem çapında olması ise iktisadî, siyasî, idarî vs. alanlarda ahenk ve birliği sağlar. Gayelerin gayesi İslâm olup ona vasıta da onun tatbik fikridir. İBDA ideolojisi bir tatbik fikridir, bizi gayeye götüren vasıta sistemdir. Vasıtasız gayeye ulaşamayız. Tatbik fikri olmadan tatbikten bahsedemeyiz, hedefsizlikten kurtulamayız.


Baran Dergisi 622. Sayı

13.12.2018