Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim; hava da sıcak gerçi ama rüzgârlı, yâni güzel.

Yeri gelmişken, birşey soracağım: Kumandan Mirzabeyoğlu İstanbul’da mı, yoksa Ankara’da mı; nerede şu ânda?

(Av. Yılmaz, avukatlarının İstanbul’daki mahkemeye yaptığı “yeniden yargılanma” başvurusu kabul edilerek 22 Temmuz 2014 günü Bolu F Tipi Cezaevi’nden tahliye edilen Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun İstanbul’da olduğunu söylüyor.)

Demek İstanbul’da; güzel, güzel.

(Av. Yılmaz, Kumandan’ın İstanbul’da, evinde olduğunu söylüyor.)

Evinde, ailesiyle yâni?

(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor.)

Yanında muhafızları da var, değil mi?

(Av. Yılmaz, tasdik ediyor.)

Kendisini koruyacak gönüldaşlar olmalı zaten; neyin ne olacağı belli olmaz çünkü.

“Yeniden yargılanma” bu yıl mı olacak, gelecek yıl mı?

(Av. Yılmaz, önümüzdeki günlerde olacağını söylüyor.)

O kadar yakın! İyi, iyi; çabucak biter de mesele ortadan kalkar böylece.

Kendisine en güzel devrimci selâmlarımı söyleyin, olur mu?

(Av. Yılmaz, inşallah diyor, kendisinin hâlen İstanbul’dan çok uzakta olduğunu söylüyor.)

Anlıyorum.

Gönderdiğim fotoğrafları aldınız mı peki? Biri büyük, biri orta, biri de küçük boy olmak üzere, yeni fotoğraflarımı göndermiştim size.

(Av. Yılmaz, Carlos’un sözünü ettiği fotoğrafları henüz almadığını söylüyor.)

Göndereli bir haftadan fazla olmuştu gerçi ama neyse; artık önümüzdeki günlerde gelir. Seveceksiniz resimlerimi.

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Tamamdır.

İlk olarak, yarım saat önce Venezüella’dan aldığım güzel bir haber: Küba ve Ekvador, Tel Aviv’deki büyükelçilerini İsrail’den geri çektiler bugün. Dün de Nikaragua ve Brezilya çekmişti. Güzel gelişmeler tabiî. İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesmeleri elbette çok daha iyi olurdu, bu bakımdan belki sembolik bir davranıştır büyükelçi çekme, ama bir başlangıçtır nihayetinde.

Diğer yandan, Gazze’deki insanların canlarını feda edişleri de boşuna değildir. İsrail’in yaşadığı diplomatik problemleri kasdetmiyorum. Anlaşılan o ki, İsraillileri tuzağa düşürmüş görünüyor Hamas. Yaklaşık 1000 Filistinli öldü, 6000’den fazlası da yaralandı, bir sürü de tahribat var, ancak “korku” Filistin tarafında değil. Gazze’deki Filistin halkı -militanlardan falan değil, sivillerden bahsediyorum-, çok ama çok kızgın. Bundan dolayıdır ki, şimdi oradaki erkek ve kız çocukları da büyüyüp “fedaî” olacak, “mücahid” olacaklardır bir gün. Burası çok önemli.

Birkaç gün önce El-Cezire televizyonunda dinledim. Katar’da yaşayan Hamas lideri, uzun uzun konuştu, çok da iyi konuştu. Çok politik, çok net, çok profesyonelceydi konuşması. Önceden aldığı notlar vardı önünde ama gerekmedikçe bakmadı, kâğıttan okuma ihtiyacı  duymadan çok güzel konuştu.

“Direniş devam ediyor!” dedi Hamas lideri. Bazı genç İsraillilerin Batı Şeria’da kaçırılmasından Hamas’ı sorumlu tutan İsrail’in bu suçlamalarını tabiî ki kabul etmedi. Çünkü Hamas’ın bu hâdiseyle gerçekten bir ilişkisi yoktu ve İsrail de biliyordu zaten bunu. Direniş’in tüm unsurlarının omuz omuza savaştığını vurguladı yine. Saydıkları arasında, [Carlos’un da geçmişte liderleri arasında olduğu] Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi’nin (FHKC) askerî kanadı Ebu Ali Mustafa Tugayları da vardı.

Evet, Direniş’in tüm unsurları, İsrail’in tüm Batı ülkelerinin de desteğini arkasına alarak giriştiği bu işgale ve korkakça saldırıya karşı direniyor şu ân. İsrail’in bu saldırganlığından tüm Batı ülkeleri sorumludur. Zira, bu ülkelerin desteği olmasaydı, çoktan çökmüştü İsrail.

Her ne olursa olsun, savaş devam ediyor. Bugünkü ateşkes kararından ne çıkar bilmiyorum ama ateşkesi daha çok İsrailliler istiyor bence. (Carlos gülüyor.) Ancak mesele, Gazze’ye uygulanan ablukadır ve bu sürdüğü müddetçe Filistinliler direnmeye, savaşmaya ve İsrail’e roket göndermeye devam edecektir.

İsrail’e şimdiye kadar 2000 civarında roket gönderdiler ki, fazla tahribata yol açmaması bakımından belki sembolik görülebilir. Ancak asıl önemlisi, bu roketlerin siyonistler arasında yol açtığı “korku”dur. Aynı şekilde, İsrail’le aynı seviyede olmasa dahi, onlara karşı savaşacak araçlara, savaşma ve direnme iradesine sahib olduklarını gösterdikleri de bir gerçektir. Bu “irade”dir ki, Filistinlilerin atom bombası tam da budur.

Bu vesileyle, İsrail’e atom bombasını verenin Fransa olduğunu unutmayın. Denemesini de Güney Afrika’nın güneyinde, okyanusta yaptılar. Güney Afrika’daki Apartheid rejimi de destek verdi buna. Bu arada, Apartheid rejimi sona erince, Güney Afrika’nın tüm atom bombalarına NATO tarafından el konuldu ve hepsi götürüldü. Zencilerin atom bombasına sahib olma hakkı yok tabiî, yalnızca yahudilerin var böyle bir hakkı.

Savaş sürüyor... Gazze’deki Filistinliler bu süreçte daha fazla İsrail askerî esir alacaklar, daha fazla İsrailli cesedi ele geçireceklerdir. Bu cesetleri de güvenli bir yere gömüp, bâtıl inançlı yahudilerin bu cesetleri geri almak için ödeyecekleri bedel için değerlendireceklerdir.

Direniş çerçevesinde tüm bu yaşananlar, benim Gazze’den İsrail’e yönelik böylesi saldırılar düzenlenmesinin faydalı olmadığı şeklindeki stratejik yaklaşımımı değiştirmiyor kuşkusuz.

Bunlardan ayrı olarak, Gazze’nin halk tarafından seçilmiş hükümeti Hamas, şayet halkını temsilen El-Fetih’e katıldığını ilân etse, sadece ateşkes yapılmakla kalmaz, İsrail ablukasının da o ân kaldırılması gerekir; Mısır sınırında mevcut abluka için de geçerlidir aynı şey.

Bugünlerde hiçbir yorumcunun bundan bahsettiğini duymadım ancak insanların unuttuğu bu şeyi ben hep söylerim: 1967’den önceki Mısır devresinde, bir cumhuriyet vardı Gazze’de. Sembolik olmakla beraber, bir devlet başkanları bile vardı. Elbette bu cumhuriyetin pek bir ağırlığı olmasa da, sadece teorik olarak bağımsız olsa da, bir devlet başkanı ve hükümeti bile olsa da, Mısır’la Gazze arasındaki sınır açıktı; hattâ neredeyse yoktu böyle bir sınır. Para Mısır’dan geliyor, ordusu da bölgeye hükmediyordu. Buradaki Gazzelilerin hepsinin, Filistinlilere özel olarak Mısır’dan aldıkları pasaportları vardı yine. Unutmamamız ve hiç olmazsa dönmemiz gereken nokta işte bu durumdur.

Ne var ki, Mısır’da iktidarda bulunanlarla, Mısır’ı derin bir ekonomik krize düşmekten korumak için onları destekleyen Suudîler, İsraillilerle birlikte oynadıkları oyunlarını sürdürüyorlar hâlâ. İkiyüzlüdürler bu bakımdan. Böyle olmasaydılar, İsrail’e saldırmalarına yine gerek olmazdı ama en azından Gazze şeridine yönelik mevcut ablukayı kaldırırlardı. Gazze’de yaşayan insanların da, ellerinde Mısır’dan aldıkları evraklar olduğu hâlde, başka herkes gibi seyahat etme ve istedikleri yere gidip gelme hürriyetleri olurdu.

Daha önce de söylediğim birşeyi tekrar etmek istiyorum aynı şekilde: Eğer her Filistinli kadın -adamlar demiyorum, kadınlar-, Suudî Arabistan’dan, Körfez ülkelerinden veya ortak bir fondan, 18 yaşından itibaren ölene dek ayda birkaç yüz dolar alabilse, her çocuğu için de ilâve olarak yine birkaç yüz dolar alabilse, ki sözkonusu ülkeler için birkaç milyar dolar para demektir, Filistinlilere asgari şartlarda da olsa iyi yaşama, çoğalma ve direnme imkânı sağlar bu. Sahici dayanışma, işte böyle olur. 

Evet, böyle olsaydı, İsrailli düşmana karşı oraya buraya fazla etkili olmayan bombalar koymaya çalışmakla meşgul olunmaz; elbette silâhlı mücadele de aslına döner, bizim İsrail’i her yerde vurduğumuz ve dehşete düşürdüğümüz gibi bir mücadele yürütülürdü. Her yerden kasdım, “her yer”, yâni her ülkedir. “Direniş” tam da o zaman olacaktır.

Bu söylediklerimin diğer insanlar tarafından pek işitileceğini zannetmiyorum gerçi ama, ne olursa olsun emin olduğum bir şey var ki, kazanan biz olacağız. O ân geldiğinde, İsrail ortadan kalkacak, mukaddes toprakları seven ve Arab komşularıyla beraber yaşayacak olanlar orada kalacak, diğerleri o toprakları terketmek zorunda olacaktır. Filistin, dünyadaki herkese bugüne dek hep açık olmuş, bundan sonra da hep açık olacak, zaten hep açık olmalıdır. Artık tek bir İsrail’in varlığı sözkonusu olmayacak, iki devlet gibi saçmalık ve komediler de olmayacaktır. 

Mahmud Abbas, birşeylere sahib olabileceğini samimi olarak düşündü. Arafat, bayrak dikmek için bile olsa bir metrekare yere ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Fakat bunların hiçbiri değil; müslümanlar gibi nüfusun çoğunluğunu da teşkil etseler, hiçbir dinin tek başına baskın olmayacağı, tüm semavî dinlerin saygı görüp korunacağı, herkesin bir arada yaşayabileceği, herkes için tek bir laik cumhuriyettir gereken.

Eski bir savaş gazisi olduğum için, şimdi olup bitenlerle ilgili olarak buradaki mahpuslar da gelip birşeyler soruyorlar bana. Fransa’daki reaksiyonlar bakımından yahudilere karşı öyle şeyler yapılıyor ki, belki çaresizlikten ve öfkeden dolayı oluyor ama, çok sinirleniyorum bazen. Maalesef, İslâm ve Arab dünyasındaki teşkilâtların bir liderlik problemi var ve çözüm getirmeyen böylesi davranışlara da işte bu yol açıyor.

Herşeye rağmen -bunu tekrarlıyorum-, “korku” bizim tarafımızda değil; gayet net biçimde görülüyor ki, diğer tarafta, emperyalistlerin ve siyonistlerin safındadır. 

Zafer bizimdir!

Yaşasın örnek kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu!

Ramazan bayramınız mübarek olsun.

Allahü Ekber.

26 Temmuz 2014

Baran Dergisi 394. Sayı...