Son günlerde, “Bakur” isimli belgeselin İstanbul Film Festivali’nde gösteriminin engellenmesi üzerine Cumhuriyet gazetesi, Zaman gazetesi, Penguen, Doğan medya grubu ve aynı çizgide yayın yapan medya ayağa kalktı. Hatta The Guardian bile haber yaptı bu konuyu. “Sansüre hayır” yürüyüşleri düzenlendi. Festivalden filmlerini geri çekenler oldu. Festivali iptal etmediği için Festival yönetimi kınandı. Gerçek bir “dayanışma” örneği sergilendi.
Gösterime girmeyen “Bakur” isimli belgesel, PKK kamplarındaki gündelik hayatı anlatıyordu. “Kamplarda militanlar nasıl bir hayat sürüyor”un cevabı veriliyordu. “Çözüm süreci”nin yaşandığı günümüzde, bu tür filmlerin ortaya çıkması tabiî ve “çözüm süreci”ne kalkışanların bu tür hareketlere de hazırlıklı olmaları ve gayet serinkanlı olarak hazmetmeleri gerekir(di). Gelgelelim öyle olmadı, zaten ayağa kalkmaya bahane arayanlar, fırsat bu fırsat ayağa kalktı. Bir “terör örgütü”nün “doğal” hayatını çekmek “özgürlükler kapsama alanı” içinde gayet hoş bir demokratik birliktelik imkânı doğurdu müzmin muhaliflere!
Bizim ise dikkatimizi başka bir şey çekti: Dostların sessizliği. Malûm, Aliya İzzetbegoviç’in sözüdür: “Herşey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanların sözleri değil, dostlarımızın sessizliğidir.” Nasıl mı?
Yıl 2006:Yönetmen Mesut Uçakan'ın “Anka Kuşu” filmi, İKSV tarafından yetersiz bulunduğu gerekçesiyle İstanbul Film Festivaline kabul edilmedi. Yıl 1994: “Kelebekler Sonsuza Uçar” filmi de 'dinci' yakıştırmasıyla Altın Portakal Film Festivali'nde jüriyi ikiye bölmüştü. Bütün filmleri festivallerde sansüre uğrayan Uçakan, 1996 yılında“Ölümsüz Karanfiller” filmi için bizzat jüri üyeleriyle konuşmuş, aldığı cevap ise şu olmuştu: “Çok güzel film yapmışsın ama sana ödül veremeyiz.” 1988 yılında romancı Tarık Dursun K., rahmetli Yücel Çakmaklı'ya, “Ankara festivalinde Reis Bey filmi için senaryo ödülü alsın diye çok yalvardım, ama Mesut Uçakan'ın ismi olduğu için vermediler” diyor. Tüm bunları haklı olarak inançlı bir yönetmen olmasına bağlıyor Uçakan.
1994 yılında, çok ses getiren “Bize Nasıl Kıydınız” filminin yönetmeni Metin Çamurcu, Antalya Film Festivali'nde yaşadığı skandalı Yeni Şafak gazetesine anlatmış: “Filmi ile festivale katıldığını belirten Çamurcu, ertesi gün “Atatürk düşmanı film” diye medyada haberler çıktığını, sinemalarda halk oylaması için konulan sandıkların kendi filmine sıra geldiğinde kaldırıldığını ve halkın oy kullanmasının engellendiğini ifade etti. 'Bize Nasıl Kıydınız' filminin İtalya'da ödül aldığını belirten Çamurcu, film yüzünden tehditler aldığını ve bu sebeple sinema kariyerini sonlandırdığını söyledi.”
Mehmet Tanrısever'in “Sürgün” isimli filminin başına gelenler ile yeni bir film bile çekilebilir. Şöyle ki, filmde yer alan âlimlerin kitaplarının yakıldığı sahne, “tarihte böyle bir şey yaşanmadı” gerekçesiyle filmden çıkartılmış. Yine, “mollalık mesajı veriyor” bahanesiyle, cübbe giyinmiş insanların yer aldığı birçok sahne sansürlenmiş. “Sürgün” filmi uluslararası 4 ödül alırken, Antalya ve Adana Film Festivallerine kabul dahi edilmemiş.
Yine İsmail Güneş'in Montreal'de birincilik ödülü aldığı ve Yabancı Oscar Adayı olan “Gülün Bittiği Yer” filmi, Antalya Film Festivali jürisince “yetersiz” gösterilerek festival dışı bırakılmış.
Peki, tüm bunlardan, bizim İslâmî hassasiyeti olduğunu düşündüğümüz medya haberdar mıydı? Evet... Bunları gündeme taşıdı mı? Hayır…O yıllarda meydana gelen bu “galiz” sansür hareketlerine karşı bir duruş sergiledi mi? Elbette hayır!..
Öyleyse bugün “Bakur” belgeseline uygulanan sansür için söz ve eylem birliği yapan, günlük gazetesiyle, televizyonuyla, mizah dergisiyle, gazetecisiyle, sanatçısıyla, bu sansüre karşı çıkanlara tek bir eleştiri getirmeye hakkınız var mıdır, yok mudur?..
Dün, o sinemacıların, bin bir emekle ve yokluklar içinde ortaya koydukları eserleri sansüre uğradığında sessiz kalanların, şimdi çıkıp, “ama o film de PKK propagandası yapıyor!” demeye hakkı var mıdır, yok mudur?..
Bugün “Bakur”a sansür uygulanınca, eski defterleri açıp, “ama bak bize de böyle böyle yaptılar!” diye ağlaşmanın inandırıcılığı var mıdır, yok mudur?..
 
SİNEMANIN GERÇEĞİ
Eğri oturup doğru konuşalım: Bizim inandığımız düzende, sinemada, “ahlâkî düşkünlük”, “sapkınlık”, “aşırı şiddet ve terör”, “insanı aşağılama”, “inanca hakaret ve saldırı” gibi kriterler üzerinden bir kısıtlama olacaktır. (Hattâ çocukların izleyemeyeceği hiçbir şey, sinema filmi olarak gösterilmemelidir.) Bu zaten Üstad Necib Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” isimli eserinde teferruatıyla anlatılmıştır.
Holywood film endüstrisini, Türkiye’deki “elit”leri, bu endüstrinin “insanın selameti”ni amaçlayıp amaçlamadığını filan bir kenara koyarak, meselenin “sanat” kısmına hiç dokunmayarak, “İdeolocya Örgüsü” isimli eserden, belli başlı incelikleri, inşallah daha sonra “açmak” üzere veriyoruz:
“* Batı dünyasının, hain bir ticaret gayesiyle bütün tefessüh mikroplarını, en kesif mikyasta, çerçeve çerçeve bir film kordelâsının içine yerleştirilmiş olarak cihana yayan ve tek çerçevesi atom bombasından daha tehlikeli olan cinayet, hırsızlık, rezalet, fuhuş, macera ve başıboşluk filmleri kat’î olarak yasaktır.
* Amerika ve Avrupa’dan ithal edilen filmler, ancak ictimaî, ruhî, ahlâkî, terbiyevî, talimî, bediî bir fayda temsil ve bir hikmet ve ibret telkinine mevzu teşkil ettiği nisbette kabul olunmak talihine maliktir. En küçük menfî tesirin (ki Garp ve dünya sinemacılığının binde dokuz yüz doksan dokuzu böyledir) yayıcısı olan filmlere hiçbir suretle müsaade edilemez.
(…)
* İster yerli, ister yabancı filmlerde, ahlâkî, ruhî, hissî, fikrî, siyasî, hattâ bediî ve zevkî en küçük zaaf, sakamet ve dalâlet ifadesi, böyle bir filmin yasak edilmesi için kâfi sebeptir; ve bu hususta tek salâhiyet, memleketin en anlayışlı ve alâkalı şahıslarından seçilecek olan murakabe heyetindendir.
(…)
* Bu nisbette titiz ölçülerde anlaşılması gereken nokta şudur ki, Büyük Doğu inkılâbı, en büyük mikyasta kıymet ve ehemmiyet verdiği sinema şubesini de bizzat himaye ve teşvik edeceği ve her biri yepyeni bir buluş ifade edecek olan yerli filmlerle canlandırmak dâvasındadır.”
Şimdi, Üstad’ın çizdiği çerçevede, böyle bir davası yok, böyle bir gayesi yok, böyle yetişmiş bir zümresi yok, uzmanı yok; insanların ahlâkî zaaflarını yücelten, şiddeti, seksi, alavere-dalavereyi idealleştiren filmlerin içinde, Bakur’u yasaklasan ne olur yasaklamasan ne olur? Bakur’a gelene kadar, ne filmler gördük biz!.. 
Baran Dergisi 432. Sayı