Stendhal’ın (Marie-Henri Beyle), şaheser romanı Kırmızı ve Siyah’ta meseleler parça parça işlenir ve her yeni hâdisenin başlangıcında bazı şahsiyetlerin beylik lafları kullanılmıştır. Sanat ve fikir dünyasından birçok şahsiyetin (Danton, Hobbes, Machievelli, Mozart vs.) sözleri ihtiras ve macera dolu romandaki yaşanacak şeylere farklı bir tat katar: “İç çekmeler var, gizlendiği için derin. Gizli bakışlar var, haram olduğu için tatlı. Kızaran yanaklar var ama günah işlemek için değil.” (Don Juan)

I. François’in meşhur bir sözü vardır, bu da romanda geçer: “Souvent femme varie, bien fou s’y fie” (Kadın sık sık değişir, ona güvenen delidir.) Romanın taşralı kahramanı Julien Sorel, François’in düsturunu kulağına küpe ederek kadınlar vasıtasıyla yükselme peşinde, tuhaf meziyetleri olan birisidir.

Bu haftaya tevafuk eden birkaç hususu kısa kısa hatırlatmak istiyorum.

Çaldıran Zaferi (23 Ağustos 1514). Anadolu’nun birliğini ve Osmanlı’nın iktidarını tehdit eden Şah İsmail yönetimindeki Şiilerin Yavuz Sultan Selim tarafından tepelenmesi.

Mercidabık Zaferi (24 Ağustos 1516)... Halep’in otuz kilometre kuzeyinde Antakya’dan Menbiç’e giden yoldaki bir ırmağın kenarındaki “Dâbık” çayırında yapılan muharebe. Buna nisbetle Merc-i Dâbık denilmiştir. Şah İsmail’den kalan yerleri kendi hükmü altına geçirmeye çalışan Memluk Sultanı Gavri Gavri, Yavuz Sultan Selim otoritesi tarafından ezildi. Bundan tam beş asır sonra, aynı gün Türkiye, Suriye’ye kara harekâtı başlattı. “Fırat Kalkanı” adı verilen operasyonda Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde kendisine karşı Haçlı-Siyonist ittifakının desteklediği çemberi kırdı. Zaten kuru kuruya tarihî zaferlerle övünmek, insanın-devletin kendi mazisine hakarettir.

Geçtiğimiz hafta kaptan-ı deryâlardan bahsetmiştik. Barbaros Hayreddin Paşa 1534 Ağustos’un ortalarında bir sefere çıkmak için şehr-i şehirden (İstanbul) demir aldı. İtalyan’ın güneyindeki kasabalardaki küffar kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra Tunus’a yöneldi. Evvelinde Sakız, Kıbrıs ve Girit’in dışında Doğu Akdeniz ve Ege’de yelkenlere şeref katan reis-i kaptan, Tunus’u da ele geçirdi. Preveze Deniz Muharebesi yakındır!

Müteakiben İspanya Kralı ve Kutsal Roma İmparatoru V. Karl ile I. François, Nice Mütarekesi imzalandı. İspanya, Venedik, Portekiz topyekûn bir yerde, Osmanlı şöyle yekten dursun. Cenevizli Andrea Doria’nın komutasındaki Haçlılar’ın donanmasında 200 küsur (208-246 arası deniliyor) gemi bulunuyordu. Osmanlı donanmasını ise Batılıların tabiriyle Barbossa (Kızıl Sakal) komuta ediyordu. 25 Eylül 1538’de Haçlıların komutasındaki bir kısım kuvvet Arfa Körfezi’ne giren Osmanlı donanmasını peşine takarak tuzağa çekmek istedi. Kısa süren çarpışmadan sonra muhtemel bir fırtınaya karşı Levkas ve Magenisi adacıklarına sığınan parça kuvvet burada belâyla cebelleşti.

Doria, validesinin ölümünden sonra Roma’ya gönderilmiş, papalık muhafız birliğinde üstün başarı göstermiş, asiller tarafından gıptayla bakılan bir şahsiyet olmuştur. Yine de Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis’ten çok çekmiştir.

Harbe dönelim, Barbaros, Levkas’ın öbür yanından dolanarak haçlıları kuşatıp, “kıvrık bir hançer şeklinde yan yana dizilerek” savaş düzeni aldı. Sağ kanatta Turgut Reis, sol tarafta Sâlih Reis ve merkezde deryâların kaptanı...

Hastalıklı bir uzvu parçalayan neşter gibi, düşmanını yara yara açık denize kadar püskürten paşa otuz altı düşman teknesi, 2175 askeri esir aldı. Sonrası İslâm Ansiklopedisi’nden: “Preveze Zaferi’yle Doğu Akdeniz’den sonra Orta Akdeniz bölgesinde de Türk üstünlüğü sağlanmış oldu. Bu arada Doria tarafından daha önce ele geçirilen Adriyatik kıyısındaki Nova da (Castelnuova) kolaylıkla geri alındı (10 Ağustos 1539). Venedik Osmanlılar ile bir barış yaparak (1540) ittifaktan ayrılırken V. Karl’ın Cezayir’e karşı giriştiği 1541 seferi ise fırtına yüzünden hezimete dönüştü.”

Deniz sağı-solu belli olmayan dilber bir kadın gibidir. I. François, “kadın sık sık değişir, ona güvenen delidir.” derken, bunu bilmeliydi. Bugün Doğu Akdeniz’de, İsrail, Fransa, Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) beş asır önceki Haçlı İttifakı gibi Türkiye’yi kafa kola almaya çalışıyor. Türkiye’nin Sismik Araştırma Gemisi Oruç Reis Akdeniz’de faaliyetlerine devam ediyor. Deryâlar kadın gibidir, Türk’e hasret!

Beşiktaş ve Yahyâ Efendi

Garbın dizleri titrerken, biz Beşiktaş’ta cevelan edelim...

Neccârzâde Rızâ Efendi, bir gazelinde buyuruyor ki;

“Yahyâ-yı Beşiktâş’ı ziyâret edelim gel

Oldur sebeb-i ziynet-i kûhsâr-ı Beşiktaş”

(Gel, Yahyâ-yı Beşiktaş’ı ziyâret edelim.

Çünkü Beşiktaş tepesinin süsüdür ve kıymetinin sebebi odur.)

Yahyâ Efendi, Kânunî Sultan Süleyman’ın süt kardeşiydi. Hükümdar üzerinde bir otorite sahibiydi. Yalnız bu yaş yahut kardeşlikten ötürü doğan bir üstünlük değildi. Yahya Efendi, Zembilli Ali Efendi’den icazet almış, müderris olmuştur. Kesesindeki akçeleri fakir-muhtaçlara dağıtır, hatta kayıklarının kirasını dahi ahaliye vakfederdi. Beşiktaş’ta bir külliyesi vardır, bizzat kendi dünyalığıyla inşa ettirmiştir. Etrafı bağ-bahçelerle çevrilidir. Kaptan-ı deryâ ve Sadrazam Cezayirli Gazi Paşa 1777’de buraya bir çeşme ilave ettirmiştir.

Bugünkü Yüksek Denizcilik Okulu ile eski Beşiktaş Stadı’nın bulunduğu yerde Yahyâ Efendi’nin kayıkhane, bahçe, havuz, bahçıvan odaları, karakol ve sair şeyler bulunurmuş. Boğaz’ın nadide yerlerinden bir tanesi. Yolu düşenler gitsin, düşmeyenler de biraz zahmet etsin.

Baran Dergisi 710.Sayı