Eline kalemi alan da yazıyor. Suriye’de muhalifler desteklenmeli, Esad rejimi yıkılmalıdır. Garip bir anlayış var Türkiye’deki kalemşörlerde. Maalesef Başbakanın yaptığı konuşmalara göre değerlendirmeler yapıyorlar.
Şaşmak gerekir. Suriye’de yaşayan sadece muhalifler midir? Muhalif olmayanlar Suriye’de yaşamıyor mu? Suriye’de ölen sadece muhalifler midir, muhalif olmayanlar da öldürülmüyor mu? Elbette ki hiçbir kimsenin öldürülmesine rıza göstermemiz düşünülemez. Ancak konuşanların, yazanların birçoğu çarpık mantıkla baktıklarından dolayı, Suriye’de sadece muhaliflerin öldürüldüğüne hükmediyorlar.
Bundan dolayı Suriye meselesine yüzeysel bakıyorlar. Kalemşörlerden birçoğunun arka planda oynanan oyunlardan haberi dahi yok. Bu hususu dikkate alıp yazanlar ise “Esadçı” olarak damgalanıyor.
Malumdur ki zulme rıza zulümdür. ABD’nden daha büyük zalim var mıdır? Dünyada 46 ülkeye müdahale etmiş, milyonlara varan insanların ölümüne sebebiyet vermiştir. Şimdi bu ülkeden insan hakları dersi alınıyor. Ayrıca bazı aklı ermeyen ülke yöneticilerini insan haklarından, demokrasiden, hukuk devletinden dem vurup, manipüle etmeye çalışıyor.
Oysa yıllarca CIA’de çalışan Philip Agee; “CIA için demokrasinin bir anlamı yoktur. Eğer bir ülkede seçilmiş bir hükümet varsa ve bizimle işbirliği yapıyorsa ne ala, eğer işbirliğini reddediyorsa demokrasiymiş değilmiş umurumuzda olmaz” diyor. Bu açıklama ABD dış politikalarını ve demokrasi anlayışını en güzel bir biçimde tarif ediyor. Bunların sözüne güvenerek bir İslam ülkesi diğer bir İslam ülkesini vurmaya kalkışır mı? Böyle bir düşüncenin İslami temeli var mıdır?
Bir başka hususu da belirtelim ki, Ortadoğu’da karışıklıkları organize eden küresel tefeci Soros, 4 Mart 2011 tarihinde BBC’de yapmış olduğu konuşmasında;“Amerika ve Avrupa, Kuzey Afrika (Tunus, Libya, Mısır) ve Ortadoğu’daki isyanlarda daha aktif rol almalı ve bu rolleri devam etmelidir” demiştir. Böylece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ülkelerin karıştırılmasının arkasında olanları ortaya koymuştur.
Bu düşünce ile önce Irak vurulmuştur. Zira Irak petrol zengini bir ülke. Petrol rezervinin 115 milyar varil olduğu söylenir. Bu ABD’nin iştahını kabartmış, onun için de BM kararı olmadan Irak’a müdahale etmiştir. Bizim hükümetlerimiz de bir milyona yakın Müslüman’ın ölümüne seyirci kalmıştır.
ABD’nin Irak’ı harabeye çevirmesine kedi gibi susanlar, şimdi Suriye meselesinde şahin kesilmektedirler. Çünkü küresel sermayenin çete başı Soros; “Petrol diktatörleri yıkılacak, demokrasi gelecek” buyurmuştur(!) Bu talimat üzerine Libya’da mahvedilmiştir. Şimdi de sıra Suriye’de.
Çünkü Suriye İsrail’in önünü tıkayan bir ülkedir. İsrail savunma bakanı Mofaz devamlı Suriye’nin tehdidinden bahsetmiştir. Alt yapı bakanı olan Joseph Baritzky de; “Musul-Hayfa boru hattı için Suriye’nin mutlaka işgal edilmesi” gerektiğini vurgulamış, devamlı muhaliflerin desteklenmesini talep etmiştir. Bizimkiler de maalesef One Minut’e rağmen, aynı çizgide ve aynı safta yerini almıştır.
Diğer taraftan George Fridman 16 Şubat 2011 tarihinde Amerika’nın Sesi radyosunda yapmış olduğu konuşmada; “Türkiye’nin karmaşadan uzak durması değil, karmaşanın parçası olması gerekir. Türkiye’nin ellerini kirletmesi lazımdır” talimatını vermiştir.
Richard Perle ise; “Türkiye Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarının bekçisidir” buyurmaktadır(!) Arka güçlerin istihbarat teşkilatları Suriye’de bölücü faaliyetleri organize etmekte ve muhalifleri tahrik etmektedirler. Bunun için de toplum içinde söz sahibi olan üniversiteleri, medya patronlarını ve medyada köşe başı elde eden kalemşörleri fonlamaktadırlar.
Bu konuda Chrıstopher Simpson; “Türkiye batılı kalıplara itaatkar kuşakları yetiştirecek bir laboratuardır” diyebilmektedir. Doğrusunu isterseniz de, bir nevi bugünkü halimizi tarif etmektedir. ABD Başkanı Obama İngiltere’den muhaliflerin silahlandırılmasını, Türkiye’den de muhalifleri koordine etmesini ve eğitimlerini üstlenmesini istemiştir.
Çünkü ABD’nin savunma bakanlarından Rumsfeld, Suriye’nin “terörist devlet” olduğunu söylemektedir. Onun için bu ülkenin yaşama hakkı yoktur. ABD gazetelerinden ve bilhassa Washington Post gazetesinden öğrendiğimize göre de, -Suriye’yi parçalayıp, ortadan kaldırma amacına hizmet ettikleri için- muhalifler dolar zengini haline getirilmiştir.
ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton 2011-2012 yıllarının yol haritasını açıklarken, “Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika, kısmen de Asya’nın küresel sermayenin kontrolüne geçeceği yıllar” olacağını belirtmiştir. Yani ABD’ne göre demokrasinin kılıcı bu bölgelerde şakırdayacaktır.
Sudan, Kongo, Kenya, Filistin, Çeçenistan, Türkistan, Bosna Hersek, Bahreyn, Irak, Gazze’de katliamlar sürerken ses çıkarmayanların, şimdi Suriye’de insan hakları havarisi kesilmelerine şaşmamak mümkün mü?
Gazetelerimizden ve hükümetin ağzından hiç düşmeyen bu muhalifler kimlerdir? Abdülhalim Haddam, Ali Sadrettin Beymuni, Rıfat Esad, Ferit Kadiri, Annas el Abdah vs’dir. Bunların sicillerine bakıldığında ya CIA’yle, ya İngiltere istihbaratı veya Fransa ile birlikte yahut MOSSAD’la ilişkilidirler.
Arkalarında da Rockefeller, Rothschild, ABD, Fransa, İngiltere ve Türkiye var. Şimdi bu tabloya bakarak Suriye’yi değerlendirmek gerekmez mi? Sadece muhaliflere acımak, diğer tarafta ölen Suriyelileri göz ardı etmek insafla kabil-i izah mıdır?
 
Not: Yazımızın oluşturulmasında Sayın Banu Avar’ın kitaplarından da istifade edilmiştir.




Baran Dergisi 291. Sayı