Kumandan Salih Mirzabeyoğlu iyidir inşallah. Takip ediyorum, çok fazla çalışıyor kendisi.

(Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu ve İgor Molotov’un kendisine sorulmak üzere birkaç soru daha gönderdiğini belirtiyor.)

Japon Kızıl Ordusu’ndaki yoldaşlarınız hakkında ne düşünüyorsunuz? Onlarla alâkalı paylaşabilecek alâka çekici hatıranız var mı?

Japon Kızıl Ordusu’na çok saygı duyuyorum. Caydırıcı güçleri ile alakalı hatırladığım birçok sahne var. 1971’in Kasım ayında kuruldu. Bu kızıl ordunun kökeni Japonya’ya dayanır ve daha sonra uluslararası bir mücadele vermeye başlamışlardır. Onlardan bir çift; Fusako Shigenobu ve kocası Beyrut’a gelerek Filistinlilerle irtibata geçmiştir. İdeolojik bağlardan dolayı daha sonra orada kalmaya karar vermiştir. Bu örgüt, Japonya’dan gelen gönüllülerden oluşmaktadır. Onların ilk ve en önemli operasyonu, 1972 senesindeki Lod Havaalanı baskınıydı. Bu operasyonda en önemli komutanlarından birisini kaybettiler, öldürüldü; Shigenobu’nun kocası, daha doğru bir ifadeyle o kendisini feda etti. Bu operasyondan sonra, direnişleri sebebiyle bütün dünya kendilerine saygı duymaya başladı; hükümetler kendilerini Arap pasaportları ile tanıdılar. Eylemi gerçekleştiren Japon yoldaşlarımız havaalanında tutuklandı. Orada yakalanan ve tutuklanan direnişleri de kurtarabileceklerine inanarak Fransa üzerinden bir oyun oynamaya karar verdiler. Bu hadise Fransız hükümetini ikiye bölmüştür. 1974’de üç Japon, Hollanda’nın gerçek başkenti olan Lahey’deki Fransız elçiliğine girerek elçiyi ve beraberindekileri esir almak için harekete geçtiler. Operasyonu başarıyla gerçekleştirdiler. Bir kaç gün sonra Schiphol Havaalanı’na gelen yoldaşlar para istediklerini bildirdiler. Eylül ayında bu operasyonu yaptılar. Kasım’da ise Beyrut’a döndüler. Bu mesele hakkında Japon Kızıl Ordusu mensuplarına Japonya’da dava açıldı. Hollanda ve Fransa bu konuyu müzakere ederek, rehinelerin serbest bırakılması karşılığında Japon Kızıl Ordusu üyesi Yoshiaki Yamada’nın serbest bırakılmasını kabul ettiler. Bir de eylem sonrasında Hollanda dışına çıkabilecekleri bir uçak talepleri olmuştu. Bu da yerine getirildi, uçağın Yemen’e inmesi düşünüldü, Yemen kabul etmedi; Suriye’ye getirildiler. Fakat daha sonra Suriye onları tecrit ederek yalnız bıraktı. Japonya’da yakalandılar ve Japonya tarafından haklarında bir yargılama başlatıldı ve Fusako’nun da içinde olduğu birçok üyesi mahkûm edildi.

Japonların Filistin mücadelesi için katkısı gerçekten büyüktür. Buna rağmen bu insanlar Araplar tarafından terkedildiler, Arap hükümetleri tarafından yalnız bırakıldılar. Onlarla hep iyi ilişkilerim oldu. İlk kez 1971’de bir araya gelmiştik. Fusako ve eşiyle görüşmüştük, Beyrut’ta birbirimize kitap hediye ettiğimiz olmuştu. Daha sonra yine Beyrut’ta, Bağdat’ta, Şam’da birçok kez görüşmüştük. Mücadeleleri uğruna kendilerini feda etmekten çekinmediklerini defalarca gösterdiler. Yukarıda bahsettiklerimin yanı sıra birçok eylem gerçekleştirdiler. Onlarla olan bağlarım sebebiyle tamamen saçmalıktan ibaret olan bir takım suçlamalara da muhatap kaldım. Figaro ve Associated Press gibi yayın organları bazı iddialar yayınladılar, kanıtsız bir şekilde beni suçladılar.

Hâsılı, onlar gerçekten devrimci insanlardı. Arabların yaşadığı bölgelerde olsun, Amerika’nın hâkim olduğu yerlerde ve dünyanın diğer bölgelerinde olsun birçok eylem yaptılar. Emin olabilirsiniz ki, onların Filistin davasına katkısı birçok Arab’tan daha fazladır.

Mişel Mukarbal aslında kimdir?

1973’de ben Lübnan’daydım. Komünist partinin Beyrut’ta kongresi yapılacaktı, Moskova ile eşzamanlı. Destek vermek için Londra’dan gelmiştim. Genel görüşmeler yaptım. Birçok kişiyle tanıştım; bunların hepsi yeniydi ve tabiî ki ben de yeni sayılırdım. Ekim Savaşı’na denk gelen günlerdi, savaş başlamıştı. Benim de görüşlerimi aldılar. Kongrede bulunanlar komünistti ve gerçekten direnişçiydiler. Birçok önemli isim de vardı. Bir operasyon plânladık; fakat bu operasyonu gerçekleştiremedik. Mişel Mukarbal ile beni Wadi Haddad tanıştırdı. Mukarbal bir PSP üyesiydi. Aynı zamanda Suriye Ulusal Sosyalist Partisi üyesiydi. Aslen Lübnanlıydı. Lübnan, Ürdün, Suriye, Filistin gibi bölgedeki birçok yerde Türkiye sınırına yakın yerlerde bulunmuştu, Kıbrıs da buna dâhil. Mukarbal Fransa’da öğrenciydi. Suriye Ulusal Partisi’nde görev alıyordu ve arkadaşça yaklaşıyordu. Suriye Ulusal Partisi’nin de desteğiyle Kara Eylül kuruldu. PSP’nin liderlerinden Kemal Canbolad da Fransa’ya gelmiş orada Mukarbal ve benle birlikte bulunmuştu. Sonraki dönemde Kemal’in Lübnan’da gücü eline aldığını, Lübnan iç savaşına Suriye ordusunun Marunîler tarafında katılması ve saldırısından dolayı onlara karşı çıktığını ve kınadığını da belirtelim. Her neyse, Kemal, Fransa’ya geldiğinde bir takım ortak operasyonlarda bulunduk. O gerçekten iyi bir askerdi. Bazı operasyonlar sırasında Mukarbal’dan şüphelenmeme sebep olan bir takım şeyler yaşandı. Mukarbal, sürekli Avrupa’da faaliyet gösteren biri olmasına rağmen Lübnan’da tutuklanarak işkenceye tâbi tutuldu, daha sonra da Fransa’ya teslim edildi. En başından beri duyduğum şüphelerimde haklıydım ve haklılığımı daha sonra birçok kez gördüm. Şüphelerimi her zaman söyledim; fakat Mukarbal Wadi Haddad tarafından korundu. Bir muhbirdi, Siyonistlerle birlikte çalışıyordu. Bu sebeple onun olduğu birçok operasyonu yapmadım. Hainlere karşı tutumum hiçbir zaman değişmemiştir. Daha sonra neler yaşandığını biliyorsunuz, Fransız polislerle birlikte öldürüldü. Gerçekten mücadele eden ve mücadeleye zarar veren insanlar

DST personellerinin öldürüldüğü gece neler yaşandı? Dava dosyasından haberdarız fakat bir de sizin ağzınızdan duymak istiyoruz.

Bu hadise hakkında konuşmamda bir mahzur yok. Çünkü daha önce de birçok kez bu meseleyi anlattım. Gerçekten, DST görevlileri etrafındaki meselelerde insanı dehşete düşüren şeyler yazıyor dosyada. Bu davadan yargılandım; fakat bunda benim bir kabahatim yok. Onları ben vurmadım, bana ateş açtılar. Burada Mossad’ın dahli var.

Tercüme: Faruk Hanedar

22.07.2017

Baran Dergisi 553. Sayı