Kaddafî ve Dominique Strauss-Kahn Vesilesiyle

Bişkek’ten bir haber var mı? Kayınbiraderiniz Ali Osman Zor hâlâ cezaevinde mi? (Kırgızistan’dan yeni dönen Av. Güven Yılmaz, “evet, hâlâ cezaevinde” diye cevablıyor.) Peki kızkardeşiniz orada mı? (Av. Yılmaz, “İstanbul’da” olduğunu söylüyor.) Anlıyorum. Ya Albay Cumay Suyunaliyev? (Av. Yılmaz, “Kırgızistan’daki tehlikeli süreçten dolayı, sanıyorum kendisi şu ân dağlarda!” cevabını veriyor.) Tabiî, silahlı saldırıya uğrama tehlikesi de var. Kendisini korumalı. Peki, sevgili gönüldaşım Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl? (Av. Yılmaz, “Dün katılmak zorunda olduğum bir duruşmadan dolayı kendisini ziyaret edemedim, bu yüzden meslektaşım Ali Rıza Yaman gitti ziyarete. Size selâm söylüyor.” diyor.) Çok nâzikler.
Bu arada, geçen konuşmamızda zikretme fırsatım olmadı. Avukatım Hasan Ölçer’e bugüne dek yaptıkları ve benimle olan dayanışması için çok teşekkür ediyorum, sağolsun varolsun.
Bana sormak istediğiniz başka birşey var mı? (Av. Güven Yılmaz, herhangi bir sorusu olmadığını, kendisini dinlemek istediklerini ifade ediyor.)
Konuşulacak çok şey var. Sanıyorum, Libya’yla başlamak münasib olacak.
Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, Libya Devlet Başkanı ve Libya Devrimi’nin lideri Kaddafî’ye “İktidarı bırak, yoksa!..” diyor ki, bunun anlamı “Yoksa seni öldürürüm!” demektir. Uluslararası ilişkilerde çok tuhaf şeyler oluyor. Sen bir devlet başkanısın, kullandığın dil “diplomatik” olmalı, değil mi? Şu ân öyle bir “uluslararası gangsterlik” icrâ ediliyor ki, Rusya devlet başkanı bile bu oyuna katılıyor. Çok üzücü. Ümidim o ki, Libya halkı direnecek ve tüm bunlara pabuç bırakmayacaktır. Şunu da biliyorum ki, Rehber Muammer Kaddafî hayatta kaldığı müddetçe, direniş son derece güçlü olacaktır. Zaten tam da bundan dolayı onu öldürmeye çalışıyor, onun bulunabileceği her yeri, hattâ aile fertlerinin kaldığı meskenleri bile bombalıyorlar. NATO, başlangıçta, Kaddafî’nin gitmesinin “birkaç haftalık bir mesele” olduğunu ilân etmişti. Bu iddiaları tutmayınca, şimdi resmî olarak başka bir vâde koyuyor ve “birkaç aylık bir mesele” olduğunu açıklıyorlar. Ne var ki, Amerika’nın tüm o gelişmiş uyduları ve sâir teknolojisi, Kaddafî’yi bulup öldürmeye yetmiyor henüz. Kaddafî ise, etrafında muhafızları olduğu hâlde, bir gün orada bir gün burada dolaşıyor. Evet, direniyorlar ve inşallah direnecekler de!
Bu vesileyle, Kaddafî’nin, geçmişte yaptığı hataları düşünmek için de vakti olacaktır sanıyorum. Batı’nın, özellikle ABD’nin baskısıyla dünyanın en devrimci unsurlarını kendisinden uzaklaştırmasının kendisi için ne gibi sonuçlar doğurduğunu mütalaa edecektir eminim. Prensiblerden asla taviz vermemeliyiz. Prensiblerinizden taviz vermeniz, sizi imhadan kurtarmayacaktır çünkü. Şayet prensiblerinizi hep ayakta tutarsanız, öldürülseniz bile zafer sizindir.
Neyse, Libya halkının yüzü suyu hürmetine, inşallah Kaddafî hayatta kalır.
Bugün, IMF eski başkanı Dominique Strauss-Kahn hakkında da konuşmak istiyorum. İsminde geçen ve “kahn” olarak telaffuz edilen şey, yahudilikte dinî imtiyaz sahibi belli bir soyun adı olan “kohen”dir. Bu insanlara yahudiler tarafından hususî bir hürmet gösterilir. Babası, tarihî Romanya topraklarının kuzeyinden bir Aşkenaz yahudisidir. Annesi ise, Tunuslu bir Sefarad yahudisi.
Kadın bir otel hizmetçisine tecavüz teşebbüsünden dolayı Amerika’da tutuklu bulunan Dominique Strauss-Kahn çevresinde yaşanan hâdiseler, Fransız politikasının ahlâkî bakımdan bugün düştüğü noktayı gösteren bir kirlenmişliği aksettiriyor aynı zamanda. Politikada ahlâkın veya dostların değil, sadece çıkarların sözkonusu olduğunu gösteren bir hâdise. Batı dünyasındaki an’anevî ikiyüzlülüğü gösteren bir numûne.
Daima Amerika’nın adamı olagelmiş Dominique Strauss-Kahn, en kötü çeşidinden ve açık bir siyonist militandır. Siyonistler de çeşit çeşittir. Bir kısmının insanî yönleri belirgindir, hattâ bazıları Arabları sever ve onlarla birlikte yaşamak bile ister. Bunların bazılarıyla tanıştım, bazılarıyla da savaştım ama, daha kötülerine nisbetle bunlar iyi insanlardı aslında. Genel olarak yahudilerden değil, özel olarak siyonist yahudilerden bahsediyor ve onların da kendi içlerinde çeşit çeşit olduğunu söylüyorum. Ancak şimdi hakkında konuştuğumuz adam, yâni Dominique Strauss-Kahn, en kötüsünden emperyalist bir siyonisttir.
Geçmişte bakanlık da yapmış bu siyonist, Sosyalist Parti veya üniversitedeki kariyeri boyunca en başından beri kadınları taciz edegelmiş kirli bir karakterin de sahibidir. Gerçi Fransız geleneğinde zamparalık tabiîdir ve en büyük zamparalardan biri de eski devlet başkanı Mitterand’dır. Fakat o, hiç olmazsa kadınları taciz etmiyor, onlara saldırıp işkence etmiyordu.
Diğer yandan, üniversite ve politika kadar, sahası olan ekonomide de oldukça becerikli ve başarılı bir kişiydi Dominique Strauss-Kahn. Gelecek devlet başkanlığı seçimlerinde Sarkozy’yi alaşağı edeceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Tabiî, Sarkozy de, Amerikancı bir siyonist olan Kahn’dan daha az Amerikancı veya daha az siyonist sayılmaz. Kuşkusuz şunu da gözardı etmemek lâzım ki, Sarkozy’nin siyonistliği gerçek olmaktan ziyâde onun fırsatçılığındandır. Kendi çıkarları dolayısıyla, onların çıkarlarını da gözetir ve tatmin yoluna gider. Kahn’ınkisi ise hakiki. O, ABD ve İsrail’in nihâyetinde tek bir ortak çıkarı olduğuna inanan gerçek bir siyonisttir. Yalnız Kahn için İsrail’in çıkarı, ABD’ninkinin üstündedir.
Şimdi bu adam, kaldığı otelin 30 yaşlarındaki kadın hizmetçisine tecavüze yeltendiği için Amerika’da tutuklu. Belli ki o ân kendinden geçmiş olarak, zihnen hastalıklı bir hâldeydi ve böyle bir teşebbüste bulundu. Sonra da Amerikan adalet sisteminin hepimizin basın kanalıyla şâhid olduğu tuhaf “şov”u başladı.
En başta, Kahn’ın kalkmak üzere olan bir Fransız uçağında Amerikan polisince tutuklanması, aslında tuhaftır. Çünkü bu uçak artık Fransız toprağı sayılır ve yalnızca Fransız polisi bir kişiyi tutuklayabilir burada.
İkincisi, statüsü itibariyle diplomatik dokunulmazlığı olan bu kişiyi bu statü koruyamamıştır.
Üçüncü tuhaflık ise, bir sonraki gün bu adamın gördüğü muamelenin şok ediciliğidir. Kendisine ve yaptıklarına karşı en ufak sempatim olmamasına rağmen, 62 yaşındaki bir adamın çok tehlikeli suçlular gibi ellerinin arkadan kelepçelenmesi ve ayaklarından zincirlenerek ite kaka götürülmesi aslında bir skandaldır.
Neticede bunlar, anlamını tüm dünyanın bildiği Amerikan adalet sisteminin yine tüm dünya için sahnelediği bir “şov”dur.
Peki tuhaflık, bunlardan ibaret mi kalmıştır? Hayır.
İşte sözkonusu tuhaflıkların sonunda Kahn, miras zengini yahudi karısı Anne Sinclair’in ödediği 1 milyon dolarlık nakit kefâlet ücreti sonrasında ev hapsine çıkarılmıştır ki, bu da bir başka tuhaflıktır. O kadar “adalet” şovundan sonra, çok çok zenginlere tanınan bir imtiyaz hâlinde ev hapsine alınmıştır.
Bir diğer ifadeyle, fakirsen hapiste çürü, zenginsen lüks evde yat cezası(!). Bugün aralarında alelâde Amerikan vatandaşlarının da bulunduğu binlerce Amerikalı, özellikle siyahî olanlar, parasızlıktan dolayı kendilerini savunamadıkları ve üç beş dolar daha bulamadıkları için cezaevlerinde çürütülmektedir. Amerika’da böyle olan, Fransa’da da böyledir.
Dominique Strauss-Kahn’ın şahsından, siyonistliğinden ve işlediği suçtan bağımsız olarak değerlendirdiğimizde, onun etrafında sergilenen bu oyunun, bu adalet “şov”unun, Amerikan adalet sisteminin çürümüşlüğünü gösterdiğini söyleyebiliriz.
Bugün dünyada Batı merkezli öyle bir “medya” bombardımanı vardır ki, bence insanlık için Irak veya Afganistan’ın “maddî” olarak bombalanmasından bile çok daha tehlikelidir. Çünkü bildik bombalar toprağımızı ve bedenimizi tahrib ederken, sözkonusu “medya” bombardımanı beynimizi tahrib etmekte, hepimizi emperyalizm ve siyonizmin kölesi yapmaktadır.
Ama bu hep böyle gitmeyecektir!
Allahü Ekber.
28 Mayıs 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan