İstanbul Sözleşmesi ne zaman tartışılmaya başlansa “kadın cinayeti” haberlerinin de bir anda gündemi uzun uzun işgâl etmeye başladığını görüyoruz. Daha evvel de benzer hadiselerle karşılaşmıştık. Alışkın olduğumuz bu vaziyet bugünlerde bir kez daha kendisini gösterdi. İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde yaşanan tartışmalar her geçen gün alevlenirken, kadın cinayeti haberleri de artarda ve artan şiddette gelmeye devam ediyor. Sanki bütün sadistler eşlerini yahut gayrı meşru ilişki yaşadıkları kadınları katletmek için İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin tartışılmasını beklemiş gibi…

Mezkûr sözleşmenin tartışılmaya başlandığı günlerde haberlere düşen cinayetlerden birisi 27 yaşındaki Pınar Gültekin isimli üniversite öğrencisinin, evli sevgilisi tarafından katledilmesiydi. Bu hadisenin hemen ardından, sanki fırsat kollanıyormuşçasına sosyal medyada “İstanbulSözleşmesiYaşatır” tagıyla İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması durumunda sanki hâlihazırda yaşanmıyormuşcasına kadın cinayetlerinin yaşanacağı iddia edildi. “Zaten cinayetler şimdi de işleniyor.” diyenlere de, yaşanan cinayetlerin sözleşmenin yükümlülüklerinin tam mânâsıyla yerine getirilmemesinden kaynaklandığı gibi laflarla mukabele edildi. Oysa mevzubahis sözleşmenin yükümlülükleri senelerdir devlet tarafından yerine getirilirken, bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılan 6284 sayılı kanun da hususî olarak erkek ve umumî olarak ise ailenin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi dolanıp durmakta… 18 yaşından küçük evlendiği için cezaevinde olan erkekler, kocası cezaevine atılınca çocuklarıyla ortada kalan kadınlar… Karısının beyanıyla aylarca evinden uzaklaştırılan, boşanınca ömür boyu nafakaya mahkûm edilen, eski karısının ve onun tuttuğu dostunun maddî ihtiyaçlarını karşılamak zorunda bırakılan kocalar… Akabinde yaşanan cinayetler, gaddar erkekler ve mağdur kadınlar…

Cinayet, gaddar erkek ve mağdur kadın demişken hatırıma gelen bir haberi de paylaşayım. Bu haber geçmişte yaşanan bir “erkek cinayeti” ile alâkalı… “Kadın cinayeti” tamlamasına o kadar alıştırmışlar ki bizi, “erkek cinayeti” deyince bir garip oluyor. Eskiden “kadın cinayeti” yahut “erkek cinayeti” diyor muyduk? Zannediyorum böyle bir ayrım yoktu, cinayet sadece cinayetti! Neyse, hadise şu:

Isparta Yalvaç’ta yaşayan Nevin Yıldırım isimli kadın, 2012 senesinde kendisine tecavüz ettiğini söylediği Nurettin Gider'i av tüfeğiyle öldürdükten sonra başını keserek bir çuvala koymuş ve “İşte namusuma uzananın kellesi!” diye köy meydanına atmıştı. Tecavüzcüsüne gereken cezayı verdiği iddia edilen bu kadın kahraman ilan edilirken, başta dışarıdan fonlanan kadın dernekleri olmak üzere birçok müessese Yıldırım’ın serbest bırakılması gerektiği yönünde açıklamalar yapmış, kendisine destek olmuştu. Yıldırım’a mahkemece “tasarlayarak, canavarca hisle kasten adam öldürmek” iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş ve bu ceza Yargıtayca onanmıştı. Hadisenin detayları mahkeme neticesinde ortaya çıktığında ise kadının bir kahraman olmadığı bilakis Müslüman Anadolu ahlâkına zıt bir anlayışa sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Nevin Yıldırım’ın öldürdüğü Nurettin Gider, esasında Yıldırım’ın sevgilisiydi ve sevgilisinden hamile kalan kadın kendisini aklamak adına namusunu temizlemiş süsü vermek için adamı öldürmüştü. İkisi de evli olan ve gayri meşru bir ilişki yaşayan iki kişiden birisi ölürken diğeri ise ömür boyu hapse mahkûm… Kimileri ise hâlâ Yıldırım’ı kahraman diye pazarlamakta. Anlaşılacağı üzere, bu gibi meselelerde birçok şey göründüğü gibi değil…

Hukuk ahlâkın yasalaşmış-kanunlaşmış hâlidir. Bizim cemiyetimiz, ailenin ehemmiyetinin ve çeşitli cinsî sapıklıklar ile gayri meşru ilişkilerin nehyedildiğinin idrakinde bir ahlâkı haizdir. Dışarıdan gelen türlü tazyike ve içeriden rejimin tasallut etmesine mukabil iyi-kötü bunu muhafaza etmesini bilmiştir. Arada, yukarıda örneğini verdiğimiz Nevin Yıldırım ve Nurettin Gider gibilerinin çıkmasını istisna olarak kabul edebileceğimiz gibi bu ahlâkın türlü iç-dış vasıtalar neticesinde bozulmasından kaynaklı da görebiliriz. Nitekim, İstanbul Sözleşmesi ve ondan doğan 6284 sayılı kanun Batı mahreçli anlayış çerçevesinde bina edilirken, cemiyetin ruhunda mahfuz kadim ahlâk kanunlarında akis bulamamıştır. Böylece, kanunlar-yasalar cemiyetin ahlâkına menfi istikamette tesir etmiştir.

11 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye Devleti adına Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından imzalanan, türlü propagandalarla meclis tarafından firesiz olarak onaylandıktan sonra 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi ve ona bağlı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanun aile mefhumunu ortadan kaldırmak ve cemiyetin ahlâkını ifsad etmek adına ne varsa bünyesinde taşır mahiyettedir.

Zannediyorum İstanbul Sözleşmesi her tartışmaya açıldığında kadın cinayeti haberlerinin artması, kadın derneklerinden envai çeşit şirketlere kadar cins cins müesseselerin ve şahısların açıklamalar yapması bu sözleşmenin uluslararası birtakım güçler tarafından muhafaza edilmek istendiğinin anlaşılmasını da sağlıyordur. Nitekim, son zamanlarda peyda olan ve sesi çok fazla çıkmaya başlayan LGBT-İ dernekleri ile feminist derneklerin kimler tarafından fonlandığı biliniyor. İstanbul Sözleşmesi mevzu bahis olduğunda organize ve örgütlü bir şekilde zıplayanların arasındaki maddî ilişkilerin araştırılması ve ucunun nereye uzandığının görülmesi de Masak’ın yapacağı bir soruşturma ve akabinde organize suçlarla mücadele şubesinin yapacağı bir operasyona bakar…

Hülasa, yukarıda iki cinayet misali verdik. İkisi de kadın-erkek cinayetlerinin, İslâm’ın nehyettiği ilişkiler neticesinde meydana geldiğini gösteriyor. Sağından soluna, feministinden komünistine, liberalinden muhafazakârına, gerçekten bu meselenin çözümü noktasında kafa patlatan tüm vicdan sahipleri görmelidir ki, İslâm’a muhatap anlayışın dünya görüşüne bağlanmadan insanlığın bu buhrandan kurtulması mümkün değildir.

Baran Dergisi 708. Sayı