Michel de Montaigne, “Denemeler”i için, “ben eserimi yaptım, eserim de beni.” demiştir. Frida Kahlo, sanki Montaigne’in bu ifadesini test edercesine, ardında üçte biri portre olmak üzere 150 resim bıraktı. Bir fotoğrafçının kızı olan Frida, babası Guillermo tarafından bir erkek çocuğu kadar yiğit ve haşin bir şekilde yetiştirildi. 

Zannedersem, Rembrant ve Van Gogh'tan sonra en fazla portre çalışması yapan ressam Frida Kahlo'dur, Meksika ve Paris’teki sanatçı çevresinin gözde şahsiyetiydi. Sıhhat problemleri daha altı yaşındayken başladı; babasıyla çıktığı seyahat sırasında bir kaza yaşadı ve bu hâdiseden sonra bir ayağı topal kaldı. Arkadaşları ona “Tahta Bacak Frida” derdi. Tüm hayatını etkileyecek trafik kazası başına geldiğinde ise daha on sekiz yaşındaydı. 

Resim ve komünizmaya alâkası ressam Diego Rivera sayesinde olmuştur. İşvesi ve cazibesini bir şaheserin parçasıymışçasına kullanabilen Frida, Diego’yla evlendi. Kahlo, sanat tenkitçileri, zamanın Meksika’daki Komünistleri ve Gerçeküstü (Sürrealist) akımının takipçileri tarafından sürekli tartışma mevzuu olmuştur. Geçirdiği trafik kazasından sonra otuz iki kemiği kırılan ve omuriliği zedelenen genç kız, yatalak bir hayat geçirdi. İlk çalışması kadife elbiseli otoportresi olmuştu: O zaman “Filhakika pek ehemmiyet vermeksizin resim yapmaya başladım” demiş, sonrasında bir şeyler resmettikçe acılarının dindiğini hissetmişti. 

Şakacı şahsiyeti, enteresan tipiyle çevresindekileri büyüleyen Kahlo, sanat tenkitçisi John Berger'in ifade ettiği üzere eserlerini icra ederken çok fazla tuval kullanmamıştır; çoğunlukla metal yahut metal kadar pürüzsüz yüzeyli suntalara çalışma yapmıştır. 

Evet, onun resimlerinde bazı müstehcen figürlerin olduğu doğrudur. Bu hususta meseleyi basitleştirmek yerine, yüreği ıstırap dolu bir kadının masumiyetini aramak gerektiğini düşünüyorum. Kahlo kendisini resmettiği eserlerinde kendisiyle yüzleşiyordu. 

Arjantinli şair Juan Gelman'ın “Düşünülemez Hassasiyet” isimli eserinde şu satırlara rastlarız, sanki Kahlo için tasarlanmıştır:

“bu kadın sadaka istiyor tencerelerle tavaların alacakaranlığında
deliler gibi yuğduğu/kanla/nisyanla
onu tutuşturmak bir Gardel plağı koymak gibidir gramofona
yıkılmaz semtlerden gelir, sokak ateşleri onun
bir kadınla bir erkek yürüyor bağlı
acının önlüğüne tutunmuş yıkansın diye attığımız
tıpkı anam gibi tahtaları ovan her gün
ki günün birinde ayağının dibinde bir inci tanesi bulacak.”

Kahlo’nun hatırında daima şu söz vardı, “ıssız yerlerde kendin için bir âlem ol.” Meksika başkenti Coyoacan’daki, Frida’nın yaşadığı küçük mavi ev artık “Frida Kahlo Müzesi” olarak faaliyette. Rene Magritte, Salvador Dali’yle birlikte Sürrealist okulun en mühim temsilcilerinden biri olan Kahlo, Meksika’daki ilk şahsî sergisini 1953 yılında açmıştı. O mavi evin kapısında, bekleyen bir ecel vardı, Kahlo o ânın er yahut geç geleceğini biliyor ve sessiz sedasız nasıl öleceğini düşünüyordu. Sanki o gün öleceğinden haberdarmışçasına, karpuz figürlerinin yer aldığı son resminde, “viva la vida” yani “yaşasın hayat” yazılıydı.


Baran Dergisi 612. Sayı