Allah’ın Resûlü’nden:
BİR GELİN HANIMIN ŞİKAYETİ
Hacı Süleyman Efendi merhum, çok özlü, tecrübeler mahsulü, nasihat ve vasiyetlerde bulunurdu. O tavsiyelerinden birisi de şu idi:<<Çocuklar, sofu, temiz, abid, zahid bir genç gördüğünüzde, ona hayran olun, onu sevin, okşayın. Fakat kendisi için şu duayı da yapın: “Allah sebat versin. Sabit ve devamlı kılsın.” Zira daha gençtir. Önünde çok engeller, geçitler var. Hayat  müşküllerle, geçitlerle, engellerle, imtihanlarla doludur. Efendimizin birçok genç sahabiye ve bilhassa Hazret-i Amr ibnül As’ın oğlu Abdullah’a olan tavsiyeleri malumdur. Bilindiği gibi Amr ibnül As, oğlu Abdullah hazretlerini evlendirmiş idi. Düğünden birkaç gün sonra gelin hanıma sorar: “Kızım nasılsın? Abdullah sana karşı nasıldır? Öğrenmek isterim…” Gelin Hanım da der ki: “Kayınbabam, siz Abdullah’a zulmettiniz. Abdullah’ın evlenmeye ihtiyacı yokmuş. Abdullah geceleri kaim, gündüzleri sâim bir insan. Böyle bir insanın evlenmeye ne ihtiyacı var? Siz evlendirmekle Abdullah’a iyilik yapmamış, zulmetmişsiniz…” Gelininden bu cevabı alan zeki kayınpeder, derhal efendimize gelir, der ki: “Ya Resûlullah, gelin kızıma Abdullah hakkında sual sormuştum, o da şu cevapları verdi. Bu işin hallini size bırakıyorum…”
RESÛLULAH’IN BİR DAMATA NASİHATI
Efendimiz, ona “Merak etme” der ve Abdullah’ı çağırırlar. “Abdullah nasılsın?” “Elhamdülillah ya Resûlullah.”  “Gününü nasıl geçiriyorsun? Ne ibadetler yapıyorsun?” “Ya Resûlullah gündüzleri oruç tutarım.” “Her gün mü?” “Evet” “Ya geceleri?” “Ya Resûlullah, ben bir günde, elhamdülillah Kur’an-ı Kerim-i hatmediyorum. Geceleri de namaz kılar, Kur’an okurum…”
“Ya Abdullah her ayın üç gününde, eyyamel biyd’da, yahut pazartesi ve perşembe günleri oruç tut. Yahut da Davud Aleyhisselâm’ın yaptığı gibi bir gün tut, bir gün tutma, ye… Bir de ayda bir defa hatim yap, ya Abdullah…”
“Ya Resûlullah. Ben hafızım, okuyabiliyorum elhamdülillah...”
Bu konuşmanın üzerine nihayet haftada bir hatim indirmeye razı olan Abdullah’a Efendimiz’in son tavsiyeleri şunlardır. İbret alınacak kıssa da budur: “Ya Abdullah senin bedeninin de, ailenin de senin üzerinde hakları vardır. Bedenin, cismin, senin ömür boyu üzerine binecek olduğun bir attır. Ömrünün uzun olacağını düşün. İnsanın binitine acıması lazımdır. Daima dört nala giden bir süvari, ne menzile varabilir, ne de altında at kalır. Koşan bir at sonunda çatlar. Ama rahvan, mutedil giden bir at, daima koşabilir; ömür boyu dayanır ve binicisini varacağı yere kadar götürür…’’
Nitekim Resûlullah’ın buyurduğu gibi, Abdullah hazretlerinin ömrü uzar, yaşlandığında bedeni zayıf düşer, namazlarını oturduğu yerde kıldığı gibi, haftada bir hatim indirmekte zorlanır... O günlerde şöyle söylenirmiş: “Peygamberinin tavsiyesini dinlemeyenin sonu böyle işte!..”>>
 
Şeyh Safiyüddin’e ait “Reşahât” adlı tasavvufun en önemli menkıbe tarzındaki kitaptan:
ŞEYH HAVEND TAHUR
Şeyh Ömer Bağistani Hazretlerinin oğlu… Dış ve iç ilimlerde çok yüksek… Babasının talim ve terbiyesiyle Allah ehlinin yüksek tabakalarına yükselmiş.
Türkistan’a gidip orada Hoca Ahmet Yesevî hanedanı büyüklerinden Tenkuz Şeyh ile sohbet ediyor. Tenkuz şeyhin evine inince, Şeyh, eliyle yemek pişirmeye koyuluyor. Şeyhin öyle bir zevcesi varmış ki, ev işlerini görmekten hoşlanmaz ve zaten bilmezmiş. Bütün ev işlerini Şeyh görürmüş… Tam yemek hazırlanırken, odunları alevlendirmek için Şeyh, yüzünü ateşe yaklaştırıp üflerken kadın birdenbire içeriye giriyor ve şeyhin arkasına bir tekme attığı gibi şeyhin kafası kül ve korla bulanıyor. Şeyh başını kaldırıyor ve yüzünü sildikten sonra işine devam ediyor. Hiç ses çıkarmıyor ve Şeyh Havend Tahur Hazretlerinin bütün suallerini cevaplandırıp müşküllerini çözüyor.
Şeyh Havend Tahur Hazretleri, Şeyh Tenkuz veya Tenkuz Şeyh ile sohbet ederken ona sormuşlar:
-Siz ki, bütün suallerimizi cevaplandırdınız ve müşküllerimizi çözdünüz, bunca kemallerinize rağmen zevcenizin cefasına nasıl tahammül ediyor ve yaptığı edep dışı hareketleri nasıl olup da mukabelesiz bırakıyorsunuz?
Şu cevabı almışlar:
-BİZDE BU KADAR İLİM VE HAL MEYDANA GELMESİNE SEBEP, DÜNYA CEFASINA TAHAMMÜL ETMEMİZDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.
 
Feridüddin-i Attar’a ait Tezkiretü’l Evliya adlı eserden.
Hasan Basri Hazretleri’ne sual ettiler: “Şimdiye kadar hiçbir şey sizi sevindirdi mi?” Buyurdu:
-Bir gün otururken bir kadın kocasına: “Ben senin işlerini gördüm, evini bekledim ki üzerime başkasını getirmeyesin; bundan böyle mademki üstüme kadın aldın, işlerini yapmayacağım!” diyordu, bu hoşuma gitti.
Misalini Kur’an-ı Kerim’de aradım, buldum. (Nisa Suresi, 48. Ayet:) “Kullarımın bütün günahlarını fazlımla (lütfumla) af ederim. Ve ayıplarını yüzlerine vurmam, mademki Beni bilirler, üzerime başka şeye tapmazlarsa. Eğer bu şirki yaparlarsa af etmem.’’
 
DOKTOR EMİN ACAR HOCAMIZDAN BİR FIKRA
Bir adamın dört tane hanımı varmış. Adamın eşleri arasında yaptığı bir adaletsizlik üzerine hanımları bir araya gelip birlikte karar almışlar. Aldıkları karar üzerine kocaları eve geldiği zaman hep birlikte el ele vermişler iyice bir dayak atmışlar. Adam eşlerinin attığı dayaktan her tarafı kan revan içinde ve baygın bir durumda… Kadınlar o kadar öfkeli ki hep birlikte adamı tutup evin dışına fırlatıp kapı önüne koymuşlar. Adamın kapı önünde aldığı darbeler üzerine kalkamaz bir halde ahlayıp inlemeleri… Kadınların her biri ayrı bir odada öfkeleri üst seviyede burunlarından soluyup duruyorlar. Zaman böyle sürüp gitmekte. Dışarısı soğuk mu soğuk, adamın inlemeleri hala sürmekte, bir türlü ayağa kalkamamakta… Kadın merhametin ocağı, bir süre sonra hepsinde vicdan patlaması “acaba çok mu ileri gittik dışarıda adam yaralarıyla donarsa, o göçüp giderse biz ne yaparız?” Hep birlikte dışarı çıkıp biri bir kolundan diğeri öbür kolundan, biri bir bacağından diğeri öbür bacağından tutup yukarı kata çıkarıyorlar. Adamın başı boşlukta kaldığından her merdivene çıkışta kafası merdivene küt küt diye çarpmakta. O sırada adamdan bir ses. “Ah ah bir eşim daha olaydı da o da beni taşırken başımdan tutaydı ne olurdu.”
 
KADIN VE ERKEK MÜNASEBETLERİ-2
Al Ulvi Kurucu’nun hatıratından:
ŞIH EYÜP EFENDİ
Mısır’da talebeliğimiz sırasında tanıdığımız zevat arasında Şıh Eyüp diye Arnavut asıllı bir hoca efendi de vardı. Hafız-ı  Kur’an olduktan başka, uzun zaman ilm-i kıraat ile meşgul olmuştu. Kur’an-ı Kerim medreselerinde tecvid ve kıraat okuturdu. Son derece salih, temiz, saf bir hoca idi. O, salih insan hiç evlenmemişti. Bazen, çay sohbeti arasında, İhsan Efendi’ye şöyle derdi: “İhsan Efendi, yaşlandıkça, insanın zevceye olan ihtiyacı artıyor. Yemek, bulaşık, çamaşır... Bunlar hakikaten zor işlermiş. Gençliğimde fazla zor gelmiyordu, sıkıntı çekmiyordum. Şimdi çamaşır yıkamak, bulaşık yıkamak, bilhassa her gün yemek yapmak çok ağrıma gidiyor. Bir binti helal, helalzade bir kız bulsan da evlendirsen beni yahu!..” Hoca Efendi de: “İnşaallah, Cenab-ı Hak kolaylık versin, rast getirsin; seni de evli barklı görelim Şıh Eyüp.” diye cevap verirdi. Şıh Eyüp yine bir derse geldi. Talebe gibi dersi dinledi. Çay içerken: “İhsan Efendi, dedi; komşularımız bana diyorlar ki: Mahallemizde dul bir hanım var; iyi, temiz bir ailenin kızı; hali vakti yerinde; evi de var; Şıh Eyüp, seni onunla evlendirelim… Komşular böyle diyor.” Ben de onlara: Benim İhsan Hocam var, hem ders şerikim, hem akıl hocamdır. Kendisine danışmadan bir işe karar veremem, dedim; sana geldim. Bu iş için bir istihare yapsan..”
“Şıh Eyüp, benim mizacımda, meşrebimde, istişare, istihareden daha kuvvetlidir, daha önce gelir. İstihareyi kendin yap. Zaten Efendimiz istihareyi rüyaya bırakmazlardı. Namaz kılarsın: Allah’ım, bu iş hayırlıysa gönlüme ferahlık ver; gönlümü, aklımı, ruhumu bu işe meylettir. Bana nasip eyle... Eğer bu iş hakkımda hayırlı değilse, beni bundan vazgeçir. O işi benden uzaklaştır, dersin. Gönlünde bir huzur bulursan; istihare budur… İstişare, istihareden daha kuvvetlidir. Madem komşular tanıyorlar, komşulara iyice bir sor…”
SAKIN TABAKLARI YIKAMA
Şıh Eyüp böylece evlendi… Evlendiğinden on gün kadar bir zaman sonra yine derse geldi. Sohbet esnasında, bu sefer hoca efendi sordu: “Şıh Eyüp, nasılsın? Evlilik hayatını nasıl buldun?” Şıh Eyüp, şu cevabı verdi: “İhsan Efendi, ben bu evlilikten hiçbir şey anlamadım…” “Hayırdır inşallah, niçin?” “Size müteaddit defalar arz etmiştim. Ben, çamaşır, bulaşık, yemek, ütü… bunlar için evlenmiştim. Bizim evin altında bir aşçı dükkanı var. Evlendiğimiz günden beri, ben medreseye giderken, hanım der ki: Şıh Eyüp, Allah anana babana rahmet eylesin, aşçıya söyle de bize yemek getirsin; ben biraz keyifsizim… Biz böyle böyle, on gündür aşçıdan yemek yiyoruz… İyi hoş da, yalnız bugün, baktım hanım aşçının porselen tabaklarını nizamsız koymuş, çırak tepsiyi indirirken, belki tabaklar düşer de kırılır, diye, tabakları düzeltip üst üste koyuyordum; şakırtıyı duyan hanım içerden seslendi. Diyor ki: “Şıh Eyüp, Allah anana babana rahmet etsin, sakın tabakları yıkayım deme, aşçı onları yıkar!..” “Allah!.. Şıh Eyüp kendi tabaklarından başka, şimdi aşçının tabaklarını da yıkayacak!.. Hazretim, be bu evlilikten bir şey anlamadım…”
GERDEK GECESİNDE DİNİ SOHBET
İhsan Efendi zeki insan… Şıh Eyüp’ün bu sözleri üzerine şöyle konuştu: “Şıh Eyüp, bir kadın bu sözü, yeni evlendiği bir erkeğe, böyle rahatlıkla söyleyemez. Bu hanım senden bir fetva aldı. Sen, bir yumuşak yüz gösterdin…” “Yok efendim, yüz filan gösterdiğim yok.” “Düşün bakalım hele, sen, zifaf gecesi bir sohbette bulunmuşsundur. Dinî bir sohbet…” “Evet dinî bir sohbet yapmıştım.”  “Hah, işte o sohbeti bana bir söyle bakayım. Sohbetin neye dairdi?” İhsan Efendi, Şıh Eyüp’ün kalbinin temizliğini, ne kadar saf bir insan olduğunu biliyor. Latif, zarif suallerle onu söyletmeye başladı. “O geceki sohbetinden bazı fasıllar bize de söyle bakalım da istinbat edelim. Bir kadın durup dururken, kendi kendine bu kadar serbest, rahat olamaz. Senden yumuşak bir yüz buldu…” “Vallahi yüz filan bilmiyorum.” “Sohbette ne demiştin?” “Evet hatırladım. Hanıma, İslâm’ın faziletlerini anlatmaya başlamıştım: İslâm öyle bir din ki, Hanefi fıkhında der ki…Tabii hanım dinliyor: Ne der?.. İslâm öyle semahat, adalet dini ki, eğer insanın hanımı: “Ben çocuğumu emziremiyorum” derse çocuğu emzirecek bir emzikçi, süt annesi tutar; tutmaya mecburdur... Koca ev işlerini yapmaya bile mecbur edemez. İşte Müslümanlık böyle insaflı, adil bir dindir, kadınları da böyle böyle korumuş, hoş tutmuştur, diyerek, sohbet arasında bahis de geçmişti.”
BİR HAYAT DERSİ
Şıh Eyüp bunları söyleyince, ona karşılık, İhsan Hoca’nın bir cevabı var ki, çok şahane ve  çok yerinde idi. Bu kadar yıldan sonra aynen hafızamdadır. Hocamız, birkaç cümle ile, adeta bir hayat dersi vermiş; aklın, basiretin, irfanın ve insan fıtratına karşı temkinli yaklaşmanın yolunu, hikmet dolu şu sözleriyle göstermiştir: “Şıh Eyüp, sen yirmi sene medreselerde okudun. Yirmi sene de okuttun. Bu kırk sene zarfında fıkh-ı İslâmînin bu hükmünden başka bir hüküm göremedin mi yahu? Ömründe bir kere evlendin. Evlendiğin hanıma, zifaf gecesi dinî sohbet yaptın. Aile hayatından, kadının kocasına, kocanın karısına olan alakasından bahsetmek, İslâm’ın faziletlerinden, kıymetlerinden bahsetmek istedin… Bu çok güzel bir şey… Melekler de bunu yazdılar, kaydettiler. Defter-i a’maline hayırlı bir sohbet yazıldı… Güzel!.. Fakat sen bu kırk yıl zarfında, İslâm’ın bunca mesailinden, bir bunu mu ezberledin yahu?”
GERDEK GECESİ NE DEMELİ
İhsan Efendi böyle deyince, Eyüp Hoca: “Bilmem ki, hay kardeşim, ne deseydim?” diye sordu. “Ne mi deseydin? Şunu demen lazımdı: Hanım, bu evlilik müessesesi, Allah’ın ve Resûlullah’ın emriyle, izniyle kurulmuştur. Kur’an ve sünnette gösterildiği üzere devam edecektir. İkimiz de erkek ve kadın olarak, üzerimize düşen vazifeleri yerine getireceğiz. Ben seni nikahım altına aldım, zevceliğe kabul ettim. Bununla Allah’a ve Resûlullah’a bir söz verdim. Artık senin dünyevî ve uhrevî mesuliyetin benim üzerimdedir. Sana bakmak, seni korumak, sana muhabbet ve şefkatle davranmak benim üzerime vaciptir. Sen de beni zevcliğe kabul edip, nikâhım altına girmekle, maruf olan, adet olan şekilde bana hizmet etmeye, bana kadınlık etmeye ve meşrû olan emirlerime itaat etmeye söz vermiş oldun. İkimiz de büyük bir yükün altına girdik. İnşaallah evliliğimizi, sıhhat ve saadetle devam ettirir, mesudane birlikte yaşarız.”
KULA SECDE ETMEK OLSAYDI
“Duymuşsundur ki, ailede erkeğin kadın üzerinde bir üstünlüğü vardır. Evin efendisi, idarecisi erkektir. Bununla, erkek, ailede büyük bir mesuliyet almıştır. Evin geçimi, korunması, her türlü ihtiyacı onun üzerindedir. İslâmiyet, kadınlara çok haklar tanımış; onların hoş tutulmalarını emretmiştir. Ama bir taraftan da, Resul-i Zişan Efendimiz şu hadisinde buyurduğu ölçüyü de çok mühim bir esas olarak ortaya koymuştur: “Resûlullah buyurmuştur: İslam’da bir kulun, diğer bir kula secde etmesi caiz değildir. Eğer, kulun kula secdesi caiz olsaydı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim… İşte hanım, böyle dinimizin emir ve nehiyleri dairesinde, inşaallah, hak ve vazifelerimizi güzelce bilip yerine getirerek saadetle yaşar, geçinir gideriz…” “Ya Şıh Eyüp! Ey Allah’ın kulu, sen bunların alasını bilirsin ama, kadıncağıza, vazifelerini bildirmeden, kalkıp en son söylenecek sözü söylemişsin. İslâm’ın o kadar faziletlerinden, bula bula bunu mu çıkarıp söyledin?” Eyüp Hoca: “Kardeşim, hiç aklıma gelmedi yahu!” dedi. Allah rahmet eylesin. 

Baran Dergisi 474. Sayı