Yılmaz Dalyan, 1972 İzmir Karşıyaka doğumlu. 1995 yılında cezaevine girdi. 28 Şubat’ın brifingli yargısı onu müebbet hapse mahkûm etti. İçeri girdiğinde 23 yaşındaydı, 19 yıldır cezaevinde. Cezaevinde yazdığı günlüklerden bir derleme yaparak “Kalebend – Siccîn Defterleri” adı ile kitaplaştırdı. Geçtiğimiz günlerde Kökler Derneği yayınları tarafından yayınlanan kitabını Yılmaz Dalyan şöyle takdim ediyor:

“- Hâlen dilimizde ve sözcüklerde mevcut olan Farsça’dan intikal etmiş olan bu kelime (Kalebend), kullanılmadığından ötürü “ölü kelimeler” kategorisindedir. 

Kalebend: Kaleye hapsedilmiş mahkûm. Kale surları dışına çıkması yasaklanmış hükümlü… Kalebendlik: Kalebend olma hâli…

Osmanlı hukukunda ceza yasasında bulunan Kalebendlik cezası, bir hükümlünün aslında bir askerî savunma tesisi olan bir kaleye gönderilip, bütün gün hücrede tutulmaktan ziyade, kale duvarı sınırları içinde yaşamaya mahkûm edilmesidir. Kalebendlik cezası, olağan mahpushane ve zindan cezalarından farklı olup, daha bir serbestliğin bulunduğu, bir çeşit “zorunlu ikamet” veya “sürgün cezası”na benzemektedir. Hususen herhangi bir mahkûm sınıfına müncer olmamakla birlikte daha çok siyasî nitelikli suçlar işlemiş kişilerin aldığı ve cezalarının infaz edildiği bir hukuk kurumu sayılabilir Kalebendlik… Tarihteki en ünlü kalebendler, payitahtta bir takım ihtilal teşebbüsüne girişmiş, ancak başarısız olmuş veya hükümet tarafından tehlikeli addedilen fikir adamlarıdırlar… Bundan maksat, sözkonusu kişileri payitahttan uzaklaştırıp etkisiz hâle getirmektir. Öyle ki kalebend mahkûmları, dışarı ile iletişimi yüksek, yazı yazan, bir takım fikirler üreten kıymetli şahıslar olarak görüldüğü için, devlet her ne kadar onları hapsetse de, kendilerine “maişet bağlamış”, bürokrat veya memur olanlarına maaşlarını ödemiştir. (…) Sultan Abdülaziz’e karşı yapılan ihtilal girişimini organize eden, Abdülaziz’in katledilmesinden çok kısa bir süre sonra darbenin başarısızlığa uğraması ile birlikte Arabistan’a “Taif Kalesi”ne gönderilen Mithat Paşa… Yine aynı dönemde Paris merkezli “Jön Türkler” hareketinin önde gelen fikir adamlarından “Namık Kemal”, Kıbrıs-Magosa kalesinde kalebendliğe mahkûm edilmiştir. (…)

Siccîn; Arapça’da hapishane demektir. Kıyametten sonra Cehennemin tâ kendisidir. Siccîn Defterleri ise meleklerin elinde olan Cehennem ehli insanların isim listesinin bulunduğu, Kur’ân’ın deyimiyle kodlanmış kitaplardır. “Siccîn Defterlerini” hapishane notları anlamında kullandım. Malûm, “Dünya müminin cehennemidir.” (1)

Oldukça akıcı ve canlı bir üslupla yazılmış bu günlükler. “Dört duvar arasında yaşayan bir adamın günlüğe yazacak neyi olabilir ki” diye düşünebilirsiniz, fakat Yılmaz Dalyan’ın yaşadığı olayları, karşılaştığı çeşitli siyasî görüşten insanları, hatta yabancı uyruklu suçluları anlattığı kitabını okudukça, dışarıdaki monoton hayatınıza hayıflanabilirsiniz:

“… Afrikalı siyahî Müslümanlar var ki, onlarla aramız herkesten iyi. Johnson… Güney Afrikalı bir Müslüman… O ve diğerleri Liberyalı, babası orada camii imamı olan arkadaşı bizim gruba katıldıkları için gayet rahat bir yaşam sürüyorlar… Johnson tarzan Türkçesiyle konuşuyor:

“Af lazum, af lazum… For years sonra iki bin milenyum… Temizlik olacak inşallah…”

Johnson tahliye olalı çok uzun yıllar olmuştur. O sözü söyleyeli 18, milenyumdan sonra 14 yıl geçmiş… Ben hâlâ “Af lazum” sözünü hapishane anılarıma kaydetmekle meşgulüm…” (2) 

Evet, Yılmaz Dalyan için “af” çıkmadı. Onun işlediği suçtan daha büyük bir suçu vardı çünkü: Müslümandı. Adam öldürenler, tecavüz suçluları, gaspçılar, soyguncular cezaevinden çıkarken, o kimseyi incitmemiş olarak müebbeten mahkûmdu. 

Şüphesiz cezaevinde şahid olduğu olaylardan en önemlisi, Hasan Meriç’in şehid edildiği Bandırma Cezaevi’ne düzenlenen Noel Baba operasyonuydu. (Geçtiğimiz günlerde, onlarca insanın yaralandığı, bir kişinin de şehid edildiği bu operasyon dolayısıyla onlarca gönüldaşımıza verilen cezalar onaylandı. Dünyanın hiçbir yerinde, cezaevindeki mahkûmlara yapılan operasyondan sonra, bir de üzerine ceza vermek gibi bir garabet herhalde görülmemiştir. Hayata dönüş operasyonlarında sol görüşlülerin davaları zaman aşımına uğrayarak takipsizlik verilirken, aynı tarihlerde gerçekleştirilen Bandırma ve Metris operasyonlarından dolayı ceza yağması hangi gerekçeye sığdırılabilir?) Bu operasyonu içerden bir gözle şöyle anlatmış Dalyan:

“İlahî takdir öyle bir şey ki, önüne asla geçilemeyen, ertelenemeyen, mutlaka gerçekleşen bir emirdir. Hasan, 11. Koğuşun üst katında en dipteki mazgalı koruma ile görevlendirilmişti. Orada bir çatışma çıkması neredeyse imkânsız, ancak ilahî sevk Hasan’ı görev yerinden ayrılıp koğuşlar arası delikten geçirdikten sonra, 12. Koğuşa götürüyor. Pencere demirleri sökülmüş, operasyon bölgesinden geçirerek, bizim hazır kıta elemanları ile jandarmanın çatıştığı bölgeye getiriyor. B Blok maltası dediğimiz yerde çıkan çok yaman bir çatışma sonucu jandarmalar geri çekilmek zorunda kalıyor. Ancak ara malta kapısını kapatan jandarmalar yaşadıkları bozgunun acısıyla makineli tüfeklerle maltada bulunan akıncıları kurşun yağmuruna tutuyor. Otomatik silahların sesi bütün cezaevinde yankılanıyor. Ara maltada yerde yatan 13 akıncı var. Hepsi çeşitli yerlerinden vurulmalarına rağmen bazıları sürünerek koğuşa dönüyor. Bazılarını da bizim arkadaşlar olay yerinden çekip alıyor. Yerde hareketsiz duran, yüzü bembeyaz olmuş, sırtından sıçrayan kanın duvarı boydan boya kızıla boyadığı bir Akıncı; Hasan, hiç çırpınmadan, bir kelebek gibi kanat açıp âlemlerin Rabbi olan Allah’a kavuşmuştur. (…) Hasan’ı dünya gözü ile gördüğüm son ân çok ilginçti. 11. Koğuşun üst katından aşağı inmiş, havalandırmada bulunan benim yanıma geliyor. Etrafımızı tamamen kuşatmış olan ve kalkanlarını pencereye dayamış bulunan jandarmalara esrarengiz bir bakış atıyor. Yüzü maskeyle kapalı olduğu için sadece gözlerini görebiliyorum, son defa bu fani âlemde… O sırada hepimizin çektiği bir zikir vardı: “Hasbünallahü ve ni’mel vekil…” Zikri mırıldanıyor. 

Onurlu bir anlaşma sağlanmış, eşyalarımızı topluyoruz. Toplu halde havalandırmaya çıkıp kol kola girerek, mutad olarak yaptığımız zikri gerçekleştirdik. Pencerelerde güvenlik almış bekleyen jandarmalar olayı ilgi ile izliyorlar. Sırtımızda çantalar, koğuştan çıkıyoruz. O sırada Hasan’ın en sevdiği arkadaşlardan biri olan Hamdi’yi görüyorum. 

“- Hasan gitti.”

Boğazımda bir düğüm… Yüzünde derin bir acı ifadesi…” (3)

Günlüklerinden öğrendiğimize göre pek çok cezaevi gezmiş Yılmaz Dalyan, neredeyse Türkiye’nin dört bir yanını dolaşmış. Çeşit çeşit insan tanımış, türlü türlü hadise yaşamış, İngilizce öğrenmiş, yaşadığı haksızlıklara isyan etmiş, direnmiş, okumuş, araştırmış, ring araçlarından gördüğü “dışarıyı” içeriye taşımaya çalışmış, çiçek yetiştirmiş, kuş beslemiş, bu sırada annesini kaybetmiş, insanlara Hakk’ı anlatmış… 1996 yılında aldığı müebbet hapis cezasını, hâlihazırda İzmir 1 No’lu F Tipi cezaevinde çekerken yazdığı bu kitabı ile yaşadıklarını tarihe de not düşmeyi başarmış. 

Cezaevinde sebepsiz, haksız, hukuksuz bir şekilde müebbete mahkûm edilen gönüldaşlarımızdan sadece bir tanesi Yılmaz Dalyan. Onun gibi, cezası, üzerlerine atılan suçun çok çok üstünde nice gönüldaşımız var; Ali Acar, Burak Çileli, Ethem Köylü gibi… Bu kitap, “içeri at, çıkmak için uğraşsın dursun” zihniyetindeki bir hukukun neticesinde cezaevine düşmüş, orayı bir “medrese-i yusufiyye”ye çevirmiş nice gönüldaşımızın lisan-ı hali gibi. Tarihe şahidlik eden bu eserlerin devamının gelmesi dileğiyle…

Kitabı, Kökler Derneği Yayınları’ndan isteyebilirsiniz: 0212 534 34 90


NOTLAR:

1- Yılmaz Dalyan, KALEBEND -Siccin Defterleri-, Kökler Derneği Yay., İstanbul 2014, s. 7-8.

2- A.g.e., s. 28

3- A.g.e., s. 114-115

Baran Dergisi 404. Sayısı