Malum cemaat ve malum parti... Hezimete dönen hizmet, esarete dönen hükümet… “Aksiyonda açık fikirde müphem” hikmetinden nasible gayesinde ve işlerinde açık olmayan her hareket çökmeye, batmaya yahud evrilmeye mecbur ve memur... Başka yolu yok çünkü… Başkasının çizdiği harita ve fikir terkibi ile kim gayesine ulaşmış ki, bunlar da ulaşsın. Şimdilerde yıllar öncesinden İBDA Mimarının ve cephelerinin “bu çizgide ya Vatikan’a ya İsrail’e ya AB-D’ye çıkılır” ihtarı ayniyle gerçekleşmektedir. Ana omurgasını kartondan adamların teşkil ettiği malum cemaatin mensupları arasında çok ciddi anlamda kafa karışıklığı söz konusu. Hatta itikadî ve amelî sapkın görüşler sebebi ile uzun yıllar sürecek bir “akidevî rehabilitasyon”a da muhtaç durumdalar. Yol yakınken ayrımlar, ayrılıklar başladı. Derinden derine yurtların varlıkları, TV ve istasyonların varlıkları, kimlere yahud hangi grup – şahıslara zimmetleneceği-kalacağı vs. tartışılmaya başlandı. Hatta daha ötesi zaten halkın olan bu yerler ve yine zaten halka ait olan bu yerlerin yine tüm gelirleri ile birlikte topyekûn Müslüman halkın istifade edeceği bağımsız vakıflara devredilebileceği vs. bile konuşulmaya başlandı. Hakikaten de bu merkezlerin üzerinden inanılmaz para devşiren gruplar yahud şahıslar var… Ama yazımızın muhtevası bu değil, ileride değinmek üzere bir kenara bırakalım…
İslâm davası karakterleri güçlü, davalarına samimiyetleri açık ve akideleri sağlam insanlar üzerinde yükselir ve zafer bulur. Tarihin her döneminde bu böyle olmuştur. İslâm davası dalkavukluktan başka bir şey yapmayan ve bunu sanat haline getirmiş “hoc’fendiler” eliyle değil, davası için gözünü kırpmadan canını feda edebilen Abdulkadir Molla’lar elinde zafere ulaşır.
Abdulkadir Molla, Bangladeş’in en büyük İslami partisi olan Cemaat-i İslami’nin genel sekreter yardımcısı. Yaşı 65. Efsaneleşen son sözlerinden “"Suçum; Allah'tan başkasına kulluk etmemekti... Bize kulluk et dediler.. Ben de asın dedim...".” Ve ertesi gün şehadet haberi bütün dünyayı sardı. Bir âlimin şehadetini bir dünya dualarla duydu. Sadece Bangladeş değil bir anda bütün dünyada şehidin bereketi ile manevi bir diriliş sarsıntısı yaşandı; sokaklar İslam düşmanlarına karşı yürüyen yiğitlerle, akıncılarla doldu. Korkaklar ve menfaatperest uşaklar dershane diplerine saklanırken Abdulkadir Molla'nın şehadeti ile birden milyonlar gökyüzüne bir yıldızı uğurlar gibi meydanlara çıktı.
Ve Abdulakadir Molla şehadeti ile makamına uğurlanırken dillerde “mukavvadan hükümetin” Bangladeş hükümetine tavırları, ricaları ve diplomatik girişimleri kaldı. Çuvaldızı önce kendine batır dedirtecek derecede ikiyüzlü garip bir politika.. Abdulkadir Molla’nın idam edileceği duyulduğu andan itibaren seferber olan AKP iktidarı, Başbakanı ile olsun Dışişleri Bakanı ile olsun Bangladeş hükümetine “idamın durdurulması” yönünden girişimlerde bulundular. Sonuç; mukavvadan hükümeti kim takar?  Öyle, iç politikada “biz dünya devletiyiz, bizsiz kimse iş yapamıyor, yapamaz” havaları, bir adım dışarıda rica minnete dönse bile kimseye tesir etmiyor, alakadar etmiyor.
Kaldı ki mesele sadece bu değil ki. Bugün Bangladeş rejimi ile ülkemizdeki rejim arasında ufak tefek nüanslar dışında hiçbir fark yoktur. Hatta Müslümanlar Bangladeş'te Türkiye’den daha rahattır, okullar olsun, resmi daireler olsun, hastaneler olsun, giyim kuşam olsun… Peki, mevzu nedir? Mevzu İslâm! Her iki ülkede de İslâm'ı hangi noktada, ne kadar baskı altında tutarsak, engellersek kârdır hesabı. Kimini ikinci basamakta, kimini birinci basamakta baskı altında tutup “büyük zuhur”u engellemek istemektedirler. 
Meselâ; bugün ülkemizde binlerce Müslüman fikrinden, İslâmî anlayış ve idrakinden dolayı yargılanmış, idam almış, müebbet almış, işkencelerden geçirilmiş değil midir? Bugün birçok Müslüman lider, âlim, mütefekkir ve gazeteci müesses rejimin kolluk kuvvetlerince işkencelerden geçirilmiş ve aynı rejimin yargıçları tarafından mahkûm edilip yıllarca çürümesi için hücrelere atılmamış mıdır? Evet, aynen dediğimiz gibidir.
Bangladeş Hükümeti Abdulkadir Molla’nın Cumhurbaşkanı’ndan af dilemesi için baskıda bulunuyor, hatta ailesine hissî tazyik uygulayarak Abdulkadir Molla üzerinde “af” isteğinin tesirini artırmak istiyor. Neden!.. Kartondan adamlar cemaatinin lideri olsaydı bırak af dilemeyi el ayak öper hatta gerekirse “ne varsa cemaatimin malı mülkü okulu hepsini size devredebilirim” derdi. Hatta şimdiki gibi üstü kapalı bir devirde yaşamış olurdu. Oysa Abdulkadir Molla izzetli ve onurlu bir lidere, bir alime, mütefekkire yakışan tavrı gösterip böylesine adice bir teklifi elinin tersiyle itip kalp ve gönül rahatlığı ile şehadet mertebesine ulaşmıştır.
Meseleye bir de Bangladeş rejiminin zalimlerinden daha zalimane kimseler tarafından türlü işkenceler ile 15 yıldır tek kişilik hücreye konarak tutsak alınan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun tesbitleriyle bakalım: “Dünyada gördüğünüz her türlü haksızlık, bizim adam olamamamızdan kaynaklanmaktadır; bunun suçluluk duygusunu hissetmenizi istiyorum... Ve âdeta bir film seyrederken, birkaç dakikalığına oradaki hâdiselerden müteessir olup, aradan üç gün geçince horul horul uyumaya başlayan insanlar değil... Kuru kuru karşı çıkmalar değil...” (Salih Mirzabeyoğlu, Üç Işık, 78)
Gelelim mukavvadan hükümete ve onun liderlerine… Sanki kendi ülkesinde Abdulkadir Molla’lar yokmuş gibi, sanki onu hücrelerde kendisi tutmuyormuş gibi konuşmuşta konuşmuş. Hatta daha ileri gidip Bangladeş’in şimdiki hükümetini ve liderlerini suçlayarak-aşağılayarak “tarih bunu unutmayacaktır” demiş. Yukarıda da bahsettik Bangladeş'teki rejimle ülkemizdeki rejim arasında ufak tefek nüans farklılıkları dışında hiçbir fark yoktur. Son yıllarda, özellikle son beş yıldır habire Salih Mirzabeyoğlu’na “Af isteğinde bulun” baskısı yapan kimdir? Bunun cevabı onlarca kez “hayır” olarak geri dönmesine rağmen çeşitli kişiler aracılığı ile “Cumhurbaşkanının af yetkisi var, ondan af dileyelim”  türü siyasî manevralarla Salih Mirzabeyoğlu’nu fikirde idam etmek isteyenler kimdir? Yakın tarihlerde Akit gazetesinin yapmış olduğu bir röportajda “ “Adil bir yargılama olsaydı sonuç böyle olmazdı. Ben af istemiyorum. Suç affedilir, affedilmemi gerektirecek bir şey de yapmadım” diyen Mirzabeyoğlu’nun sesinin duyulması için bunu Bangladeş hükümetine ve başbakanına mı demesi gerekiyor? Bu nasıl bir samimiyetsizliktir ki senin kendi ülkende alimler zindanlara atılıyor, İslâmî fikrinden dolayı binlerce kişi hapishanelere dolduruluyor, ama sen Mısır'a ve Bangladeş'e dikleniyorsun. Ne yani farz et ki, Mirzabeyoğlu’na Sisi darbe yapmış ve zindana tıkmış… Ne farkı var? Hatta realite Kemalist darbecilerin Sisi’den daha zalim ve gaddar olduğunu isbat etmedi mi? Ve yine Mirzabeyoğlu’nun “Ümmetin özgürlüğü, Müslümanlar için top yekûn kurtuluştur.” sözündeki tefekkür cehdi, reçete ve gaye boy boy afişe edilip panolara ve duvarlara asılması için illa Mirzabeyoğlu’nun Mısır’da, Suriye’de veya Bangladeş'te mi yaşaması lazım? Bu nasıl rezalettir, körlüktür?
Bugün Abdulkadir Molla için seferber olan Mukavvadan Hükümetin elinde Salih Mirzabeyoğlu’nun boynuna geçirilmiş yağlı urgan varken bu ifadeler ne kadar samimidir. Nihayetinde samimi olmadığı içindir ki ülke dışında birçok yerde Müslümanlara karşı yapılan zulümlere karşı “hükümetin sözde muhalefeti” bereketsiz çıkıyor, laf kalabalığı dışında bir işe yaramıyor. Arakan, Doğu Türkistan, Suriye ve Somali örneği ortada. Hatta o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Mahkeme ortamı gırgır ve şamataya dönen-döndürülen 28 Şubat Darbecilerinin yargılanmasına bakın. Mustafa Balbay gibilerin camilere bomba koyma, minareleri havaya uçurma, Müslümanları tutuklayıp bilmem kaçını öldürme gibi planları yapan darbecilerin ortağı, darbe suçlusu olmasına rağmen serbest bırakılması… Sembol haline Yakup Köse gönüldaşımıza 14 yaşında verilen idam cezası, mahkûmiyeti süresince kendisine yapılan zulümler neticesi yine birçok mahkûmiyet verilmeye kalkışılması ve Yakup Köse dâhil yaklaşık 32 gönüldaşın dik duruşu vs…
Bütün bunlar gösteriyor ki, ülkemizde bitirilmek istenen İslâm; devlete talip olan, yaşam tarzına talip olan, bağımsız bir toprak arzu eden ve batılı ve batıcı hiçbir askerî ve siyasî güce ülkede iktidar ve söz hakkı tanımayan İslâm’dır. Yoksa kartondan adamlar cemaatinin teklif ettiği Protestanlaşmış bir İslâm ve Mukavvadan hükümetin teklif ettiği liberal ve demokratik İslâm değil.