Türkiye’yi ortadan kaldıracak, yok edecek güçleri olmadığını biliyorlar. Bu sebeble de asırlardır boynumuzda taşıdığımız ve gün geçtikçe gevşettiğimiz boyunduruğu, bize daha sıkı bir şekilde vurup, evvelâ kontrol altına almak istiyorlar. Bu şartlar altında da kendilerinin beceremediklerini, yine bize, hem de gönüllü bir şekilde yaptırmaya çalışıyorlar. Tıpkı Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi... Türkiye özelinde ve çevresinde cereyan eden hadiseleri bu bütün içinde yerli yerine koyarak değerlendirmek zorundayız. İçeride ve çevremizde cereyan eden, Batı menşeili tüm hadiselerin müşterek hedefi budur. Bu plan dâhilinde rol kovalayan kuyrukçular da, ister yaranmak için, isterse de can kaygısından olsun bizi öldürmeye kast etmiş bu planın bir parçasıdır ve Müslüman Anadolu İnsanı’nın alenî düşmanıdır.
***
Anadolu’yu İslâm âleminden tecrit etmenin fiilî adımını, Türkiye’nin hemen güney sınırına çekilmek istenen PYD koridoruyla gördük. Hattâ bu seddi perçinlemek için hemen bu devletin güneyine bir de Şiî koridoru inşâ etmek istediklerini biliyoruz. Sınır tecridinden daha ehemmiyetli olanıysa elbette ki manevî ve maddî tecrit.
Kendimizi kandırmaya lüzum yok; Türkiye hâlen kendi başına ayakta durabilecek bir ekonomiyi hâiz değil ve bu sebebden bilhassa Arab ülkelerinden taşınan sıcak para, buradaki ekonominin döndürülmesi noktasında son derece hayatî... Ekonomik olanı da bir yana koyacak olursak; ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme projesi olan BOP zamanında, FETÖ’nün bir partner olduğu kuyrukçu Türkiye’ye biçtiği rol gereği, tabiî hinterlandımız olan Ortadoğu başta olmak üzere İslâm âleminin geri kalanında yapılan müsbet imaj çalışması da bir yandan yıkılmaya çalışılırken, bölgedeki kuyrukçu iktidarlardan gelen kayıtsız şartsız destek de nihayete ermiş vaziyette.
***
Tüm bu şartlar içinde Türkiye’ye maddî-manevî destek olan, yanında duran Katar’a yönelik ambargoyu, bu bütün resme bakarak okumak gerek. Bütünü gözden kaçırıp, Katar’a yönelik operasyonu yalnız Hamas ve Müslüman Kardeşlere verdiği desteğe indirgeyen kimi (a)salaklar ülkemizde köşe yazıyorlarsa da, çok şükür Müslüman milletimiz ariftir de, şıp diye işin aslını-astarını görür. Hamas’ın içinde bulunduğu şartlar ortada. Müslüman Kardeşlerin ise Mısır başta olmak üzere yıktıklarının yerine ne koyacaklarını bilemeyişlerinden ötürü içine düştükleri vaziyet ortadayken, çıkıp Katar’ı hedef alan operasyonu bu iki mihraka verilen desteğe indirgeyen analist de salak mıdır, yoksa hain mi? O da ayrı mesele.
***
Eğer ki hadiseleri parça parça yorumlamaya kalkacak olursak, karşımızda zırva ve safsatadan başka bir şey bulamaz, yaşananların da içinden çıkamayız. Ki bize bu şekilde lanse ediliyor oluşu da muhtemelen içinden çıkamayalım diye...
Hatta bir iki fragman verecek olursak; Suudî Arabistan terörün finansmanıyla suçlandığı için Amerika’daki hesablarının dondurulmasının üzerinden daha bir sene geçti mi? Amerika bugün İran ile Suudîleri korkutup yanına çekerken, aynı İran’a uygulanan ambargoyu daha geçen sene kaldırmadı mı? Türkiye’nin en yakın müttefiki(!) olan Amerika, 15 Temmuz gecesi Anadolu’da bir askerî darbeye yeltenmedi mi? Türkiye’nin hemen güneyine çekilmek istenen PYD koridoru yine Amerika ve Almanya başta olmak üzere Batılı devletler tarafından desteklenmiyor mu? Biraz daha geriye doğru gidecek olursak, halkların monarşi düzenine karşı ayaklanmalarını “demokratik” bir hak olarak gören Amerika, Mısır’da kendisinin ve İsrail’in işine gelmeyen Mursî’nin, demokratik yollarla iktidara gelmesinden sonra onu bir askerî darbe ile devirmedi mi? Darbeyi gerçekleştiren askerlik şeref ve haysiyetinden yoksun bir tip olan General Sisi, koca Mısır’ı, Batı’nın ve kuyrukçularının önünde kemik dilenen köpek pozisyonuna düşürmedi mi? Kırmızı çizgisini “kimyevî silah” olarak açıklayan Batı, bu açıklamadan bir kaç gün sonra Suriye’de rejim kimyevî silah kullandığında tükürdüğünü yalamadı mı? Kato denen dağı kazdıkça altından çıkan silahlar hangi ülke menşeili?
Alın size manzara... Parça parça yorumlayın bakalım, müstakil olarak bu hadiseler kime yaradı ve ne anlama geliyor?  
***
Gelelim Türkiye’ye... Türkiye, cereyan eden tüm bu hadiselerin hem merkezinde ve hem de hedefinde. Katar krizi esnasında Türkiye’nin Katar’ın yanında tavır alması, gıda ve asker sevkiyâtı son derece yerinde. Bununla beraber şimdilik diplomasi ve aktüel diplomasinin bel kemiği olan ikili ilişkileri işletmek suretiyle Suudî Arabistan üzerinde baskıyı da arttırması şart.
Peki, dışarıda bunlar olurken, içeride ortalık süt liman mı? Peşinen söyleyelim ki değil.
Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın şahsı etrafında kenetlenmiş büyük bir kitle var; ve Ak Parti kadrolarının bir kısmı da dahil olmak üzere, bütün ihanet şebekeleri harekete geçmiş bu birliği dağıtmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Böylelikle 15 Temmuz’dan beri süregelen ihtilâl iklimini pörsütmeye çalışıyorlar. Bahsi açacak olursak... Türkiye’nin en büyük organizasyonlarından biri olduğu iddia edilen Ak Parti teşkilâtları, direkt olarak hedef oldukları 15 Temmuz darbesinin mahkemelerine gitmeye tenezzül bile etmiyorlar. Zaten mahkemeler de FETÖ’nün panayırına dönmüş vaziyette. 15 Temmuz şehitlerinin aileleri ve gaziler mi sanık, yoksa FETÖ’cüler mi, belli değil. Yine mahkemelerin ardı ardına FETÖ’cülere, bilhassa Ak Parti ile münasebeti alenî olanlara yönelik olarak çıkarttıkları tahliye kararları da kamu vicdanını derinden yaralıyor. Mahkeme haricinde ekonomik olarak da büyük bir buhranın içindeyiz. Devlet her ne kadar para musluklarını sonuna kadar açarak bu badireyi atlatmaya çalışıyorsa da, ekonomi kurmaylarının her birinin ayrı ayrı müstakil olarak belirlediği politikalar ve iktidarın ekonomi üzerindeki inisiyatifi bir türlü ele alamıyor oluşu, buhranı derinleştiren faktörlerden. Bunun yanı sıra senelerdir kanayan ahlâk, adalet, eğitim planlarında da bir ilerlemeden bahsetmek mümkün değil. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti adlı eserinde dediği gibi: “Türkiye, ne içte ve ne de dışta, olmak ve bürünmek istediği bir kültür ve ahlâk imajına sahib değil.” Bununla beraber, iktidarın önüne o kadar çok sunî mesele çıkarıyorlar ki, asıl olanlar arka plana düşüyor. Bir devlet ki, ne kim olduğu belli ve ne de neyi, neden ve niçin yaptığı. Bir ideal, bir ufuk işaret etmeyecek ve milleti bu ulvî gaye etrafında buluşturup faaliyetleri toplu bir şekilde verimlendirmeyecekse, devlet niçin var?
***
Her zaman tekrarladığımız üzere, evvelâ “biz” olmak zorundayız. Yoksa çocuğun daha kendi yemeyi beceremediği yemeği oyuncak bebeğine yedirmeye çalışmasından beter bir vaziyete düşeriz, çünkü biz çocuk değiliz.
***
Manzara ne kadar sıkıntılı olsa da, aslında çok büyük fırsatları da bünyesinde barındıran bir dönemdeyiz. Suudîler başta olmak üzere, Müslümanların senelerdir yok yere meded beklediği Mısır ve diğer Arab ülkelerinin maskeleri bir bir düşüyor. Bununla beraber 1991 Irak işgalinden beri her hamlesinde yeniden acziyetini deklare eden Batı’nın, içinde bulunduğu açmaz da attığı her adımda daha da derinleşiyor. Nihayetinde başından beri ifâde ettiğimiz noktaya geliyoruz ki; merkez Anadolu. Biz kendimizden başlayarak olmak ve ardından da oldurmaya memur ve mecburuz. Büyük oluş şartına ermek ve erdirmek borcundayız.

Baran Dergisi 544. Sayı