Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Devlet-i Aliyye’nin yeniden var olacağı güne dek tarih sahnesinden çekilmesiyle beraber sahibsiz kalan İslâm Âlemi’ni bir baştan bir başa kan, gözyaşı ve zulümle dolduran Batı, bugünlerde ektiğini biçmekle meşgul. Anadolu’da bir söz vardır; “rüzgâr eken, fırtına biçer.” İslâm Âleminden kopan fırtına, şu sıralar Batı istikâmetine doğru şiddetle esiyor ve öyle görülüyor ki, ödenmemiş birkaç asırlık hesab son derece kısa bir zaman zarfında görülüp Batının defteri dürülecek...

1999 senesinde, İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun keramet çapındaki “Kurtuluş Yılı” çıkışının mânâsı her geçen gün daha net bir şekilde kendisini izah ve isbat ediyor. 1999 senesinin 5 Aralık tarihinde, Metris’te kapanan savunma ve açılan taarruz çığırı dalga dalga yayılıyor, dalga dalga güçleniyor. Yine İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu “Kendinden Zuhur Diyalektiği”, ettiğinin şuurunda olan ve bir intikamdan korkan Batı’nın, teknolojiyi son raddesine kadar kullanan, milyonlarca dolar harcayan ve hattâ yetmediği yerlerde Kabbala’ya bile başvurarak tedbir almaya çalışan istihbarat servislerinin elini kolunu bağlıyor, çaresiz bırakıyor. 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler, 15-20 Kasım 2003 İstanbul, 11 Mart 2004 Madrid, 7 Temmuz 2005 Londra, ve son olarak da 7 Ocak Paris saldırısı, Batılıların hiç beklemediği yerden sahadaki hâkimiyeti lehimize çeviren “Kendinden Zuhur Diyalektiği”nin misâlleri olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Batılıların elindeki teknik ve ekonomik üstünlük, Müslümanların makus talihi olmaktan çıkmış ve “Kendinden Zuhur Diyalektiği” vasıtasıyla son bir küsür asırdır Müslümanları kasıp kavuran rüzgâr tersine dönmüştür, elhamdülillah...

Charlie Hebdo

Dergi de mâlum, mesele de. Edeb gereğidir, yalnız mesele konuşalım. Fransız yargısı, milyarlarca mensubu olan bir dinin sahibine hakaret etme cüretinde bulunan bu kimseleri gerektiği şekilde cezalandırmış olsaydı, bugün böyle olmazdı. Hattâ belki de Müslümanlar nezdinde Fransa’nın itibarı artar, birçok meselede belki de sözüne itibar bile edilirdi. Ne var ki Fransız yargısı ve iktidarı kendi dinleriyle ve kutsallarıyla da alay etmekten çekinmeyen bu leşlere karşı seyirci kalarak adaletin sağlanmasını geciktirmiştir. Öyle ya, dergi kadrosu tarafından işlenen rezil cürmün hesabı daha fazla açık kalamazdı. Onlar için kendi kutsallarının bir kıymeti yoksa da, bizim imanımız gereği mukaddesatımız; canımızdan, malımızdan, evlâdımızdan, eşimizden, dostumuzdan evlâdır ve iman, tam da budur. Hâsılı kelâm, böyle iğrenç bir meseleyi daha fazla dillendirmeye lüzum yok, nihayetinde “Kendinden Zuhur Diyalektiği” işledi ve gereken, gerektiği şekilde yapıldı. Unutmadan, bundan sonrasında da böyle olacağından ve açık kalan bütün hesabların bir bir görüleceğinden hiç ama hiç kimsenin şüphesi olmasın...

Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Müslümanlara kan kusturan, etmediği iğrençlik kalmayan, yalnız Cezayir’de 1,5 milyon Müslümanın kanına giren Fransa’nın masumiyetine inanmamızı “akıl”la övünen Fransızlar bile beklemiyordur herhâlde...

Filistin, Afganistan, Irak, Suriye, Mısır, Somali, Nijerya ve daha birçok Müslüman toprağı oluk oluk kanarken, çocuklar açlıktan-soğuktan ölürken, kadınların ırzına geçilirken, Batılılar sandılar ki kendi evlerinde huzur içinde yaşayacaklar. Geçmiş olsun! Meselâ IŞID’ı herkes alelâde bir terör örgütü gibi değerlendirirken, biz bu sayfalarda ne demiştik; “IŞID, topyekûn Müslümanların başkaldırısının bugün için o topraklardaki mızrak ucudur ve bu mızrak bir gün mutlaka gelip kendi evinizde size dayanacaktır.” Bugün de olan budur; terörle, marjinallikle, radikallikle yaftalamaya kalktıkları şey, şimdiye kadar ortaya koymuş oldukları aksiyonun doğurduğu tabiî reaksiyondur. Bunlar için dün de Karayılan teröristti, unutmayalım. 

Bugün Batılıların en büyük zaafı, bu reaksiyona ve aksiyona mukavemet edecek fikirlerinin olmayışıdır. Ellerinde bulunan medya organlarından zırlayadursunlar; metalaştıramadıkları reaksiyonu da, aksiyonu da satın alamazlar. Zihniyetleri gereği satın almaktan başka birşey bilmedikleri için, iman pazarında can satıldığı için, bu rüzgâr karşısında çok da direnemezler.

İslamofobi

Korku dağları sardı... İslâm Âlemine verdiklerini zannettikleri dizaynın artık yamanacak yeri kalmadı. İnternetle beraber kendi milletleri de, bu zamana kadar tabu sayılan ve uzak durulan İslâm’ı araştırmaya ve İslâm ile şereflenmeye başladıkça, ne yapacaklarını şaşırdılar, kuduruyorlar. Yarım yamalak olsa da konuşulmaya başlanan Büyük Doğu-İbda dili karşısında yeni bir dil geliştirmekten yana da aciz ve çaresizler. Tutundukları tek şeyse, bugüne kadar pompaladıkları fakat hiçbir zaman tarafı olmadıkları, ikiyüzlülüklerinin de vesikası olan ne idüğü belirsiz “hümanizm”i kullanıp, elde kalanları bir arada tutmaya çalışmak adına İslâm ile terörizmi, barbarlığı, radikalliği, marjinalliği tek bir kimlikte bir araya getirmeye çalışmaktır. Bu tezgâhı artık Batılı milletler de yemiyorlar. Meselâ İspanyol aktör Toledo,  sosyal medyada paylaştığı mesajlarında "Charlie Hebdo" saldırısının sebebi olarak günde milyonlarca kişiyi öldüren Batıyı görüyor. Aktör Willy Toledo, sosyal medyadan attığı mesajında "Siz, hiç gürültü çıkartmadan günde milyonlarca kişiyi öldürüyorsunuz, onların bu olaylar karşısında sessiz mi kalacağını düşünüyorsunuz?" diyor. Pentagon ve NATO'nun bombalı saldırılarının ülkeleri bile yok edecek düzeye geldiğine dikkat çeken ünlü aktör, "Bu olaylara karşı eleştirilerimi dile getireceğim, amacım sadece sizin de hafızanızı tazelemektir" diyor. Paris'teki saldırıyı lanetlediğini, şiddetle kınadığını da hatırlatan İspanyol aktörün,“bu katliam ile herkesin başını önüne koyarak iyi düşünmesi gerekiyor” şeklindeki açıklamaları, esas meselenin ne olduğunun Batılı milletler tarafından ne kadar da iyi bir şekilde anlaşıldığının göstergesidir herhâlde...

İslâmofobi, kökleri Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethinin hemen akabinde Batılıların korkusundan doğan, 1991 senesinde hortlatılan ve 2001’den beri de üstüne basıla basıla kullanılan bir kavram oldu. Bu kavramın kullanılışından yola çıkarak Batının şuur altının iyi okunması gerek; demek ki İslamofobi konuşuluyorsa, İslâm geliyor ve alıyor... Bütün korkuları bu.

 Eğer ki Müslümanlar sahada ele aldıkları inisiyatifi, psikolojik üstünlük hâlinde idrak edip şuurlaştırmayı beceremezlerse, yazık. Eziklik psikolojisinden kaynaklanan; “İslâm’da böyle baskın yoktur”, “Müslüman böyle yapmaz”, “biz valla billa sizden daha çok üzüldük”, “en üzgün biziz” mahiyetli açıklamalar, şuur altında gizlenmiş olan ezikliğin ve cehaletin ortaya çıkmasından başka bir anlam taşımaz. Elin vicdan sahibi İspanyolu, popülist bir iş yapıyor olmasına rağmen kendi kamuoyunun tepkisinden bile çekinmeden esas meselenin ne olduğunu bangır bangır bağırırken, bizimkiler(!) niçin bu cesareti kendilerinde bir türlü bulamıyorlar? 

République(Cumhuriyet)– Nation(Ulus) Meydanları

Devlet-i Aliyye’nin başında olduğu ümmet mefhumunu yıkan ulus fikri ve ulus fikrinden sonra dağılan İslâm Âlemine istedikleri gibi tahakküm etmek adına kullandıkları vasıta olan cumhuriyet...“Charlie Hebdo” dergisine yapılan intikam saldırısından sonra İslâm karşısında hâlâ tek millet olduğunu deklare eden küfrün protesto yürüyüşünün güzergâhı olan Ulus ve Cumhuriyet meydanları... Mücerred fikir istidadı olmayanların maddî sembollere nasıl sarıldıklarını bildiğimizden, bize manidar geldi. 

Siyasetin fırıldaklığından başı dönmüş Başbakan Ahmet Davutoğlu’na gelelim. Kâinatın Efendisiyle alay edilen karikatürlerin pankart yapıldığı gösteride en önde yürüyor. Fazla söze ne hacet, çeşitli siyasî menfaatler her meselede gözetilebilir de, bu bildiğin itikadî mesele... İtikadı olan zaten emredildiği gibi dosdoğru olur, kaypakça işlere kalkışmaz ve bilir ki zaferi ancak Allah lütfeder. Hâkim ve hakîm dinin mahkûm kulu olmaz! Bunu bilen bildi, ne de iyi etti, diğerlerine de öğretsin. Daha niceleri nicelerine beylik verdi de, kimse kimseyi beylik vermekle bey edemedi...

Neticede

Aksiyon planından sonra psikolojik üstünlüğünde ele alınmasının vakti artık gelmiştir. Aydın geçinen ve küfrü kalbinde vurarak rezil-i  rüsva eden intikam eylemlerini bile Batı’dan bilip, küfrü putlaştıranlara bakmayın siz. Batılıdan çok Batıcı olmanın, yaranmak için kendi imanından, itikadından geçmenin kimseye fayda etmediği ve etmeyeceği hâlâ anlaşılmadı mı? “Mutlak Doğru”ların ne olduğuna bakmadan atılan adımların, İslamofobi falan diye küfrün paranoyasına, saçmalıklarına kulak asmanın bir mânâsı da, faydası da yoktur. Küfür küfrünün gereğini, Müslüman da dininin gereğini yerine getirecek. 

Son olarak, Fransızlar ve diğer Batılılar, bunca sene boyunca yalnız kendilerinin haklı, kendilerinin insan olduğu dünyayı unutsun ve “yeni dünya düzenine” ayak uydurmaya baksınlar. Barışın şartı belli; bu zamana kadar işlenen cürümlerin bedeli ödenecek ve İslâm Âlemine uzanmış bütün eller geri çekilecek... Aksi hâlde, bugünlerinizi çok ararsınız...


Baran Dergisi 418. Sayısı