Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Hicrî 1400 Gergini- Anadolu Ergini” şeklinde işaret ettiği, Hicrî 1440 ile başlayan ve hâlen idrak ediyor olduğumuz 1441 senesi ile devam eden, “yaşadığımız günler” Müslümanlar için mucize, küfür için ise belâ çapındaki hadiselerin şiddetli cereyanıyla sürüyor. Artık neredeyse her sayımızda yeni bir harikuladeye şahitlik ettiğimiz bu devir, artık iyiden iyiye anlaşılacağı üzere beklenen Büyük İslâm İhtilâli ve İnkılâbı istikâmetine dümen kırmış bulunuyor. Kumandan’ın “Rüzgâr kıbleden esiyor” dediği veçhileden bakacak olursak, kıbleden esen rüzgâr her geçen gün şiddetini arttırıyor.

Bu haftanın harikuladeliği ise Ayasofya…

Kuduz nefsinin zirve noktasında tesadüf ettiği şeytandan apardığı kibirle ilâhlık iddiasına kadar alçalıp, Allah’a, Resûlü’ne ve onun Şeriatı İslâm’a savaş açanların Ayasofya’yı müzeye dönüştürmekten maksatları, İslâm’ı aşağılamak, onu çağ dışı, ancak müzede sergilenmeye lâyık bir inanış şeklinde ele almaları dolayısıylaydı. Onların niyetleri her ne olursa olsun, Ayasofya ile beraber müzeye kaldırılan İslâm değil, son beş asırlık zaman diliminde aşk ve vecd ateşini harlayamamış, İslâm anlayışını yenileyememiş, zamanın ruhunu elinden kaçırmış ve bunun neticesi olarak da uzun yıllar süren savaşlardan sonra Anadolu’ya kendisini dar atmış, harab, bitab “Müslüman”dı.

Üstad Necib Fazıl’ın beş asırlık tarih dilimimizle beraber çağın nabzını yakalayarak İslâm’a Muhatab Anlayış’ı yenilemesi, Müslümanların hafızasını iade etmek üzere ortaya koymuş olduğu keramet çapındaki tarih muhasebesi, Büyük Doğu fikir sistemi ve yetiştirdiği Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun onunla beraber fikir ve aksiyon planında Müslümanların savunma devresini kapatarak taarruz çığırını açması, bunun şuurlaşması ve neticesinde yine Büyük Doğu ekolünden yetişen Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın Ayasofya’yı yeniden camiî hüviyetine kavuşturması...

Ayasofya’nın yeniden Ayasofya-i Camiî Kebir olarak İslâm’ın hizmetine tahsis edilmesi, yukarıda çizmiş olduğumuz çerçeveden bakılacak olursa rahatlıkla görülecek ve anlaşılacaktır ki, Müslüman Anadolu’nun yeniden İslâm’ın hizmetine tahsisi anlamına gelmektedir ki, bu milletin İslâm’ın hizmetkârlığına soyunduğu her dönem ne kadar büyük zaferlere müyesser olduğu, âleme nizâm verdiği fantezi değil, daha dün kadar canlı, yaşanmış ve yaşanacak olandır.

Burada tabiî Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ayrıca bir parantez açmakta fayda var. Dergimizi takib edenler bilir ki, 15 Temmuz bizim açımızdan yaşanan ve yaşanmakta olan İslâm İhtilâli sürecinin önemli hadiselerinden biridir ve biz 15 Temmuz’dan beri siyasî iktidarı en çok da bu ihtilâl heyecanının pörsütülmemesi noktasında ikaz etmişizdir. Dünya çapında yaşanan iktisadî kriz, global salgın ve teknolojik imkânlar ile insanlık arasında bir türlü çözüme kavuşturulamamış meseleler arasında yetişen nesiller dolayısıyla büyük sıkıntıların yaşandığı bir dönemi idrak etmekteyiz. E bu sıkıntılar tabiî olarak memleketimize de yansıyor ve mânânın ikinci ve hattâ üçüncü plana atıldığı böylesi dönemlerde ihtilâl heyecanını diri tutmak da zorlaşıyor. İşte, tam da böyle bir konjonktürde 15 Temmuz’dan daha büyük bir hamle yaparak Ayasofya’yı yeniden cami hüviyetine kavuşturmak, böylelikle heyecanı yeniden tazelemek, yayı gevşemeye başladığı noktadan da geriye doğru gerebilmek her siyasetçinin harcı olmasa gerektir. Bu sebeble en başta bir siyasetçi olarak kendisini tebrik etmek boynumuzun borcu.

Bir diğer taraftan, Ayasofya’nın yeniden cami olarak İslâm’ın hizmetine tahsis edilmesine destek olanların da, karşı duranların da konuşmalarına baktığımızda ne yazık ki her iki kesimin de gerçekleşen hadisenin ehemmiyetini tam mânâsıyla idrak edemiyor oluşuna şahitlik etmekteyiz. Müslümanlar yalnız bu topraklardaki hâkimiyet, yâhut bir caminin müzeye dönüştürüldükten sonra bir kez daha camiye dönüştürülmesi; kâfir ile gizli inançsızlar ise işte oradaki sanat eserleri ile aslında kilise, Mustafa Kemal’in müzesi falan gibi martavallar noktasından hadiseye yanaşıyorlar. Oysa ki Ayasofya’nın yeniden cami hüviyetine kavuşması, Anadolu’daki hâkiki bir İslâmî oluşun önünde duran Gordion Düğümü’nün çözülmesi, Müslümanların müzeden çıkarak gerçek hayata atılması gibi anlamlara gelir ki, bundan sonraki bütün meselelerin çözümü de Ayasofya’nın cami olmasıyla beraber çorap söküğü gibi gelecektir. Müslümanın şuurunda Ayasofya’nın haiz olması gereken mânâ budur. Kâfir ile gizli inançsız içinse Ayasofya’nın yeniden cami olması, tavandaki tahrif edilmiş dinin estetikten yana fakir mozaikleri ile değil, bundan sonra âlemde yeniden İslâm nizâmının hâkim olacağı mânâsında şuurlaşmalıdır. Aslına bakacak olursanız, küfrün hâkim olduğu müesses nizâmda bugün yaşanan hadiselere, adaletsizliğe, vahşete, açlığa, sefalete, iki yüzlülüğe, sahtekârlığa, samimiyetsizliğe, sömürüye nisbetle bakacak olursak, İslâm hâkimiyeti altında yaşamak kâfirin de, gizli inançsızın da insan gibi yaşamak için karşı durması değil, bilâkis arzu etmesi gereken, yaşanmaya değer bir hayattır.. Her zaman söylüyoruz, İslâm’dan sırf size öyle öğretildiği için korkmayın! Çünkü İslâm, sizin de haklarınızı en adil şekilde dağıtacak, muhafaza edecek olandır.

Bu arada dışarıdan gelen tepkilere de birkaç kelime ile de olsa değinmekte yarar var. Meselâ Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararı nedeniyle hayal kırıklığına uğradıklarını söylüyor. Papa, çok üzgünüm diyor. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, karardan esef duyduğunu açıklıyor. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian üzüntü duyduklarını belirtiyor. A canım benim, üzülüyorlarmış, esef duyuyorlarmış, hayalleri kırılıyormuş… Yahu zaten böyle olması gerekmez mi? Birinci Dünya Savaşında bizzat, o tarihten beri ise içimizden devşirdikleri kalpaklısından puşilisine, takkelisinden fötr şapkalısına kadar envai çeşit işbirlikçi, kuyrukçuyla üzerimize gelen, milletimize ve ruh köklerimize düşmanlık eden zalimleri yok bir de memnun mu edecektik? Sizi memnun edenlerin devresi çoktan kapandı, görmez misiniz? Bundan sonra siz daha çok üzüleceksiniz, sizin hayalleriniz daha çok kırılacak ve siz daha çok esef duyacaksınız; ta ki dize gelene kadar!

Yunanlılara da acıyoruz tabiî… Avrupa tarafından sırf Türkiye’ye karşı var edilen, sonrasında da yine aynı Avrupa tarafından iliğine kemiğine dek sömürülen, istikbâli ve istiklâli ipotekli, inim inim inletilen Yunanistan’ın, geleceğini Türkiye ile arasını iyi tutmakta aramak yerine hâlen Avrupa’nın kendisine biçtiği role sadık kalmak suretiyle Türkiye düşmanlığındaki ısrarcı ahmaklığına söyleyecek söz bulmak güç. Allah akıl fikir versin diyelim, ne diyelim.

Ayasofya’nın camii olarak aslî hüviyetine kavuşmasına içeriden karşı çıkanlara da iki çift lâf etmeden geçmeyelim tabiî. CHP ve bu gerici Kemalist zihniyet bağlıları bir süredir Fatih’in üçüncü sınıf bile denemeyecek kadar kötü ve hatta sanat değeri olup olmadığı da tartışılan bir resmini satın alıp Türkiye’ye getirmek üzerinden siyaset yapmaya çalışırken, Erdoğan’ın Ayasofya’yı camiî olarak İslâm’ın hizmetine tahsisi ve aynı kimselerin buna karşı durması... Türkiye’deki lâik, kemalist, batıcı, dönme, kuduz kâfir, gizli inançsız tipinin izlediği siyaseti hep bu kareye bakarak hatırlayın emi.

Anadolu’daki İslâmî her mücadelede olduğu gibi Ayasofya mücadelesinin de mihrak şahsiyeti Üstad Necib Fazıl başta olmak üzere bugüne kadar bu yol ve bu uğurda gayret eden, çile çeken herkesten Allah razı olsun. Allah bu mücadeleyi zaferle neticelendirmeye vasıta kıldığı Cuımhurbaşkanı Erdoğan’ı da istikâmet üzere dosdoğru kılsın, şaşırtmasın!

Son olarak, Ayasofya’nın camiî olarak aslî hüviyetine kavuşturulması, hele ki bizim gibi lüpçü değil de hepçi bir fikrin bağlıları için elbette ki bir son değil, ancak yeni bir başlangıçtır. Son dönemlerde şuursuz karşı cenahtan sıkça işitilen, aslında 1968 olaylarında Fransa'da doğan ve orijinali “ce n'est qu'un début, continuons le combat” olan sesin de hem hakikatini göstermek hem de hakkını vermeye talib olmak bakımından; “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”

Baran Dergisi 705.Sayı