Son günlerde Kıbrıs’ta olanları biliyorsunuz. Türkiye tarafından Kıbrıs’ta yeni isim ve anayasa gündeme getirildi. Meşhur Kapalı Maraş bölgesi açılıyor. Açık konuşmak gerekirse Türkiye Kıbrıs’a tekrar çıkarma harekâtı yapıyor. Akdeniz’de Yunanistan’la gelinen durum ve Kıbrıs’taki genel seçimleri de önceki yakın gelişmeler olarak bu son hadiselere eklersek ortaya çıkan sonuç gerçekten bir çıkarma harekâtı anlamı taşıyor.

Peki nasıl bu noktaya gelindi ve bunun anlamı nedir? Evvela devlet şunun farkına vardı: Kıbrıs’ta Anadolu’dan bağı kopmuş Batı kuyrukçusu bir iktidar hâkim olursa rahatlıkla Türkiye’den askerini çekmesi isteyebilir. Türkiye bunu kabul ederse Kıbrıs Rum’un yani Batılı emperyalistlerin eline düşer. Kabul etmemesi durumunda Türkiye Kıbrıs’taki meşru hükümetin isteği dışında bulunan işgalci güç durumuna düşer ve tam manasıyla rezalet olur. O halde uyduruk demokrasi ve Batı kuyrukçusu kesimin insafına kalmadan Kıbrıs’ı kavramak şart olur. İşte devletin geldiği nokta budur. Ufuktaki tehlikeyi görerek Kıbrıs’ta duruma hâkim olma zaruretini fark eden devlet, bir gün Kıbrıs’ın bir kesiminin Türkiye’ye ilhakıyla bitmesi gereken süreç için ilk adımı atmıştır. Demokrasi, seçim, özgürlük falan derken istikbalin elden gitmesi tehlikesinin nihayet idrak edildiğini gösteren bu hadise, vatanını milletini seven ve istikbal kaygısı duyan herkes için sevindiricidir.

Hatırlanacak olursa önceki hükümet döneminde Kıbrıs’ın başbakanı olan adam Kıbrıs’ı Batı’ya peşkeş çekmek için çırpınıyordu. Onun dayandığı sözde Kıbrıslılar da Avrupa Birliği pasaportu için vatanını teslim etmeye dünden razı olduklarını her fırsatta dile getiren ve öteden beri bunu hiç saklamayan bir kesim. Türkiye’de de, “Türk askeri işgalcidir, Kıbrıs oradaki halka aittir, Türkiye karışmamalıdır.” diyenleri herkes biliyor. Tamamıyla bu milletin özü olan İslam’a düşman, her türlü kökü yabancı yahut yabancılaşmış işbirlikçi soylarının ortak gündemidir bu. Kıbrıs’ı Batının kucağına atmak isteyenlerle, Batının kucağına atılmak isteyenlerin ittifak ettiği bu zeminde herhangi bir seçimi o kafanın kazanması durumunda Türkiye Kıbrıs’ı ya rızasıyla ya da zorla terk etmeye mecbur olur, Allah korusun. Göz göre göre buna kim razı olabilir. Dünyanın en sünepe demokratları bile buna razı olmaz, olamaz. Ancak bizdeki Batı kuyrukçuları razı olabilir, çünkü onlar buraya ait değiller ve her şeyleriyle düşmanın emrindeler. O halde gerçek bir devlet refleksiyle işe el atıp duruma hâkim olma zarureti ortaya çıkar. Şu an o refleksin devreye girdiğini görüyoruz. Demokrasi ve hür irade masalı altında Kıbrıs’ın elden gitmemesi için tedbir alma gayreti, en sonunda bu masallara sert bir tokat vurarak başarıya ulaşabilir. Bunun başka yolu yoktur. Devlet bu adımı attığına göre sonraki adımları da planlamış demektir. Zaman ve zemin el verdikçe bu adımın devamı gelecektir. Düşman da bunu gördüğü için gürültü yapıyor. Başkan Erdoğan açıktan bunu söylemediği için Kıbrıs’ta külliye yapılacak sözü üzerinden kopan gürültü, Türkiye’nin Kıbrıs’ı daha sıkı kavrama iradesine gösterilen reaksiyondur. Burada bizim tek çekincemiz, eski Kemalist diskurla devam etme tehlikesidir. Kıbrıslıların sinesinde İslam vardır, eğer bunu başa alan bir geçiş süreci tertip edilmişse ne mutlu. Unutmamak gerekir ki, kumar ve fuhuş cennetine dönüştürülmüş Kıbrıs’ın bu hale düşmesinde bizzat devletin payı vardır. Bir taraftan Batı kuyrukçuları kendi taraflarına çekmeye çalışırken, devlet de o yöne iterek bu insanların yolunu şaşırmasına sebep olmaktadır. Kıbrıs halkı nazarında Anavatan Anadolu deyince, cebinde parasıyla Kıbrıs’a âlem yapmaya gelen zampara anlaşılmasın artık. Sadece bu çirkinlikleri defetmek bile çok iyi bir başlangıç olur. Yoksa eski tas eski hamam Batı kuyrukçusu Kemalist kafayla sonuç hüsrandır.

Daha önce bazı yazılarımda seküler Batıcı lağımın atıklarıyla duyguları ve zihinleri kirletilen insanımızın deformasyona uğrayarak demokratik yoldan kendi istikbalini düşmana teslim etmeye varabileceğinden bahsetmiştim. Başkan Erdoğan’a ve hâlâ Batıcı fikirler ve Kemalizm’e dayanarak bu ülkenin bağımsızlığını koruyabileceğini zanneden askerî ve sivil bürokrasiye bu rejimin değişmesinin zaruret olduğunu ihtar ederek tehlikeyi fark ettirmeye çalıştım. Onlar farkındaysa bizim farkındalığımızı bildirmek arzusu da bunun içinde. Düşünün, Türkiye’de Batı kuyrukçusu bir iktidar ne büyük tahribata sebep olabilir? Derhal FETÖ elemanlarını içerden çıkaracağını saklamayanların Kürtleri İsrail’in kucağına atmak için uyduruk Kürdistan kurmaya çalışanlarla nasıl iç içe olduklarını gördükten sonra, olur da seçim kazanırlarsa ülke bunlara teslim edilir mi? “Yok kazanamazlar” demesin kimse. Küresel lağımın atıklarına bağımlı olmaya başlamış insanların çoğaldığı yerde uzak bir ihtimal değil bu. O halde “buyurun ülkeyi istediğiniz gibi parçalayın” mı diyeceğiz? Allah korusun, parçalanma tehlikesi durumunda bu millet için çok zor günler kapıda demektir. O zaman buna çare bulmak için kafa yormak gerekir. Seçim çalışması demiyorum. Seçim kazandığı halde yerinde sayan iktidar, seçim hazırlığından çok, seçimin kaybedilmesi riskine karşı hazırlık yapmalıdır. Uyduruk demokrasinin varacağı son durakta felaketle yüzleşmek yerine alternatif rejim için çalışmak gerekmektedir.

Şimdi Kıbrıs’ta gelinen noktaya bakınca devletin bu durumun farkında olduğunu görüyoruz. Bu da geleceğe dair umutlarımızı artırıyor. Hemen yarın güller açar diyecek değiliz, ama Kıbrıs’taki son gelişmelerden anlaşılıyor ki, devlet vaziyetin farkında.

Allah’tan temennimiz bu farkındalığın fikrî olarak hak ettiği zemine oturmuş olması ve sonuna kadar devam etmesidir.

Baran Dergisi 759. Sayı