Muğla 2. ACM’de görülen, geçtiğimiz Mart ayında Yargıtay tarafından “bozma, düzelterek onama” ile kesinleşen “cumhurbaşkanına suikast davası”, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün en önemli dosyalarından birisi olmasına rağmen, dava dosyası “kesinleşen” hali ile önemsizdir. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik suikast teşebbüsünü, o gece cumhurbaşkanının kaldığı otel ve çevresinde meydana gelen silahlı saldırıları (öldürme, yaralama, araç ve binalara zarar verme) kimlerin yaptığı, dosya içeriğindeki onlarca delil ve tanık ifadelerine rağmen tam olarak tesbit edilememiş, her şey sadece yargılanan sanıkların üzerine atılarak dosya kapatılmıştır.

Suikast timinin yerdeki operasyon şefi olan eski Binbaşı Şükrü Seymen mahkemede yaptığı son savunmasında, tamamen mahkeme dosyasında bulunan delil ve tanık ifadeleriyle üzerlerine atılan silahlı saldırı isnadını reddetmiştir. “Devletin avukatı” mânâsına gelen savcıların yazdığı “iddia”namelerden çok, bu iddialara karşı yapılan savunma, bilhassa çapraz sorguların, isnad edilen hadiseyi aydınlatan veya karanlıktan çıkarıp ışık vurduran bir fiil olduğuna inanmanın, günümüzdeki yargılamalarda “hakikati aramanın” biricik yolu olduğunu düşünmek gerekir.. Ş. Seymen kendisine yönelik “darbeci” iddiasını reddetmeyen biri. Bunu savunmasında açıkça belirtiyor, emri eski Tuğgeneral Gökhan Sönmezateş’ten aldığını da teyit ediyor; Sönmezateş de bunu reddetmiyor. Reddettikleri silahlı saldırı ve neticesi olaylar. “Biz yapmadık.” diyorlar. Tekrarlayalım, bunu da tamamen dosya içeriğindeki –savcı ve emniyetin koyduğu- deliller ve evraklar üzerinden iddia ediyorlar.

Şükrü Seymen savunmasına şöyle başlıyor:

“- Hakim Bey, yargılama başlayıp bir takım delillere vakıf oluncaya kadar Marmaris’e bizden önce başka bir grubun geldiği ile ilgili olarak herhangi bir kanaatim yoktu. Ancak mahkeme tarafından bize verilen onlarca dosyayı incelediğimde (…) biz olay bölgesine ayak basmadan çok önce, yani saat 3.20’den önce, olay mahaline helikopter ile gelen, söz konusu bölgede güvenlik kuvvetleri ile çatışmaya giren, bomba patlatan ve polislerin şehit edilmesine neden olan başka bir grubun var olduğunu net olarak anladım.

(…) son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce görevlendirilen 15 Temmuz darbe araştırma komisyonunun kapsamlı olarak hazırladığı raporun bizim davamızla ilgili olan kısımları birlikte değerlendirildiğinde, Marmaris’e bizden önce başka bir grubun geldiği ve çatışma çıkararak maddi zararlara ve ölümlere sebebiyet verdiği kesindir.”

15 Temmuz’dan sonra neredeyse her gün TV ve gazetelerde gördüğümüz bazı kamera görüntüleri var, bu dosya ile alâkalı olarak. Nedir onlar? Bir grup askerin cadde kenarında, siviller ve arabaların arasında tek sıra halinde ilerleyişi, arada bir-iki araba veya sivili durdurarak konuşmaları (tanık ifadeleriyle sabit, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın otelinin yerini soruyorlar bu konuşmalarda), kendilerine yönelik ateş sonrasında araba ve duvara siper alarak ateş etmeleri… Bir de hiçbir “darbeci asker” görüntüsü olmadan iki arabanın ilerleyişi, durmaları. Başka görüntü var mı? Yok! Bize gösterilenler sadece bunlar. Oysa Cumhurbaşkanının kaldığı bir otel var orada; çevrede bir çok otel var, caddeler var, mobese kameraları var; ama bize gösterilen sadece onlar. Cumhurbaşkanının oteline, çevresindeki otellere ve park etmiş arabalara tanık ifadelerine göre hedef gözetmeksizin silahlı saldırı gerçekleştiriliyor; ama çatışmaya dair–dişe dokunur- bir görüntü yok!

Sebebi nedir biliyor musunuz?

Kameralar ya kapatılmış ya kopyası alınamadan (!) üzerine tekrar çekim yapılmış.

Garip bir durum değil mi? Ceza alan sanıkların yakalanması için arazide gerçekleştirilen sürek avını, onların dehlizlerde, menfezlerde yakalanmalarını an be an canlı olarak yayınlayan televizyon kanallarındaki bu tip görüntü yoğunluğu ve “terör ve güvenlik uzmanları”nın “röportaj yaylımı” ile zihinlerimiz öyle “kontrol” edildi ki, silahlı çatışmaya, şehitlerin katledilmesine dair görüntülerin yok olduğunun farkına bile varamadık! Oysa kuytu bir yere insanlar tek tek çekilerek katledilmedi o gece, otellerin önünde oldu bütün bunlar!

Cumhurbaşkanına suikast dosyasında bulunan Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı tarafından bölgedeki kamera görüntüleri incelenerek “gerçek zamanlı olarak” hazırlanan rapor, tüm bunları kaydetmiş; yani sanıkların uydurması değil.

Rapora göre, cumhurbaşkanını koruma ekibinden Mehmet Çetin’in şehit edildiği, Grand Yazıcı Turban Otel bölgesine ait kamera görüntülerinin yer aldığı Unimo marka M14000087 seri numaralı dvr cihazında 15 ve 16 Temmuz tarihlerine dair herhangi bir kayıt bulunmadığı yazılmış. Sebep olarak da cihaza olaydan on gün sonra, 25 Temmuzda el konulduğu ve bu süre içinde kayıt yapmaya devam eden cihazın eski görüntüler üzerine yeni görüntüleri kaydettiği, 15 ve 16 Temmuz’a ait görüntülerin geri getirilemeyecek şekilde silindiği yazılmış. Cumhurbaşkanının kaldığı bu otele ait başka bir görüntü cihazında da, 16 Temmuz 2016 saat 00.12’de koruma polislerinin beklediği görüntülerden 03.06 civarında halkın panik içinde kaçıştığı görüntülere geçildiği kaydedilmiş. Aradaki koskoca üç saate dair hiçbir görüntü yok.

Aynı otele ait başka bir cihazın incelenmesinde sadece 15 Temmuz saat 23:00 ile 16 Temmuz saat 01:26 arasındaki zamana ait görüntüler olduğu, bu görüntülerde halkın otel önünde 00:09’da toplanmaya başladığı, 01:13:41’de elinde silah olan sivil polislerin koşuşturmaya başladığı kaydedilip ardından 05:00-06:00 arasında otelde kalanların bina içinde dolaşmalarının olduğu yazılmış rapora. Görüldüğü gibi saat 01:13’den 05:00’e kadarki görüntüler yine yok; oysa bu zaman aralığında otel ve çevresi yaylım ateşine tutulmuş, şehit ve yaralı verilmiştir. Bir başka cihazda, on kamerayı kontrol eden bir cihaz, 15-16 Temmuz günleri kapatılmış, görüntü yok.

Bu otelin yanındaki Marmaris Palas Oteli’ne ait görüntü cihazları ise otel çalışanı tanıkların ifadesine göre cumhurbaşkanı koruma ekibinden birileri tarafından fişi çekilerek kapatılmış, bu sebeble de 15 Temmuz 2016 saat 00:00’dan 16 Temmuz 2016 09:00’a kadar görüntü almamış. (Koruma ekibinin hadiseden altı yedi ay sonra tutuklandığını da yazalım.)

Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı tarafından sonuç ve değerlendirme adı altında bir kronolojik olay-zaman grafiğine göre, “saat 1.18’de Casa de Maris otel kameralarında askerlerin sahil kısmında ilerlediği, saat 2.03’te Casa de Maris otel kameralarında bir helikopterin uçarken görüldüğü, saat 2.18’de askerlerin polislerle çatışmaya girdiği, saat 2.20’de askerlerin otel içine girdikleri, 2.48’de de otel içinde ve etrafında teyakkuz halinde yürüdükleri, bazı kameraların açılarını değiştirdikleri ve duvardan atlayarak kaçtıkları” kaydedilmiş. Dikkat edin, burada geçen saatler gerçek zamanlı saatler. Dosyada bulunan Marmaris Emniyet Müdürlüğünce hazırlanan bir çok raporda helikopter/lerin gelişi 01:00 civarı ve silahlı saldırı hadisesinin 02:00 civarında başladığı defalarca kayıt altına alınmış.

Rapor gerçek zamanlı olarak yazıldığına göre, yargılanan sanıkların 02:30’da hâlâ Çiğli’de helikopterin içinde bekledikleri veya bekletildikleri iddianame ile sabitken bu helikopterin içinde onların olmadıkları da kesindir.

Peki mahkeme 01:00’den itibaren tanıklar tarafından da belirtilen bu helikopter/ler hakkında bir araştırma yapmış mı? Evet! Muğla Cumhuriyet Savcılığı radarda gözüken bu “üç helikopter” hakkında bir soruşturma başlatmış, gerekli yerlere başvurmuş, bilgi talep etmiş, birden bire Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “dosyanın kendisine devredilmesine” dair talep bombardımanına başlamış, Muğla direnmiş; ama nihayetinde devretmiş ve akabinde de “üç helikopter” hakkında hiçbir netice elde edilmeden dosya kapatılmıştır!

Cumhurbaşkanına suikast davasında yargılanan sanıkların “darbe emrini uyguladıkları” hususunda hiçbir şüphe yoktur, savunmalarında bunu söylemişler zaten; ama dosya içeriğine bakıldığında görüleceği gibi o vahşi silahlı saldırı eylemlerini onların yapmadıkları, yapanlar hakkında yürütülen soruşturmanın da engellendiği kuşkudan uzaktır.

Dosya üzerinde durmamızın sebebi, davaya müdahil taraf olarak katılan cumhurbaşkanı avukatı Hüseyin Aydın’ın duruşmaların ilk günü yaptığı, “Sanıkların savunmaları cumhurbaşkanımızın alıkonulup başka bir yere götürülmesi yönünde. Ancak dosyayı incelediğimde, delilleri dikkatle değerlendirdiğimizde alıkoyma iradesi değil, varlığını ortadan kaldırmak, suikast iradesinin olduğu konusunda tereddütümüz bulunmamaktadır.” açıklamasıdır. Dava ceza kararı neticelendiğinde de “Adalet yerini buldu.” diyen avukatların, yargılanan sanıkların savcılık ve mahkeme beyanları ile sabah saat dört civarı Turban Oteli’nin alt katında bulunduklarını gösteren görüntüler haricinde orada olduklarını kanıtlayacak delil dahi olmadığını görmemişler herhalde! Yine avukatlar o görüntülerin iddianame ve sanık beyanlarıyla sabit olduğu üzere 03:30’dan sonra, olayların bitmesinden sonra onların Marmaris’e ayak bastıklarını kanıtladığını da fark etmemişler!

Müvekkillerine yönelik “suikast iddiası”nın müsebbiblerinin flu halde kalmasının avukatlar katında bir kıymeti yoktur demiyorum, çünkü onlara göre “adalet yerini bulmuş” zaten!

15 Temmuz’un en önemli iddialı davasının iddianamesi ile yazılan kararının birbirini olumsuzlayan şekilde kaleme alınması, gerçek darbecilerin, Marmaris’te ölüm kusanların kim olduğunun ortaya çıkarılmasını engellendiği şüphesini körüklemekten başka bir faydası olmamıştır.

Her ne kadar “şüpheli, flu” olarak kaydetsek de, nazarımızda cumhurbaşkanına karşı öldürme fiiline girişen, polis ve vatandaşları katleden, yaralayan ayrı bir timin varlığı sadece “görüntüler(in olmaması)” sebebiyle kesindir, yakalanamamışlardır, yakalanmaları engellenmiştir, dolayısıyla hem cumhurbaşkanının hayatı hem de milletin hayatı halihazırda tehlike altında bulunmaktadır. Aynı zamanda “suikast” gibi önemli bir iddiayı içeren dosyada “bunlar yapıldıysa, diğer dosyalarda neler olmuştur!” düşüncesini kendiliğinden gelmektedir.

Dikkate Değer Not: Davayı yürüten Muğla 2. ACM hakimi Emirşah Baştoğ’dur. Hakim Baştoğ, bu davayla birlikte bölgesinde açılan ankesörlü telefon davasını da yürütmüştür. Ankesörlü telefon kovuşturmaları bir telefondan aranmış olmak üzerine bina edilen davalardır ve tabiatı gereği “içerik kaydı” bulunmamaktadır. Konuşmuş olmak veya ne konuşulduğu önemli değildir, “aranmış olmak” yeterlidir. Dosya içinde bir adet “itirafçı” veya “tanık” da varsa, sanıklar “örgüt üyesi” olmakla cezalandırılmaktadır. Bunun davaları sulandırmak ve hedef saptırmak için ne kadar elverişli şartlar oluşturduğunu, bu şekilde alâkasız kişilerin zan altında bırakılıp hadisenin içinde olanların aklanabileceğini düşünün. Eylemsiz-fiilsiz örgüt üyeliği bu ülkenin başına (bu satırların yazarının da!) otuz-kırk senedir gelen en büyük belâdır. Hakim Baştoğ, “adalet bürokrasisi” içinde bulunan veya yön veren “bazı etkili ve yetkililerin” çok önem verdiği “ankesörlü telefon davası”nda sadece bir tanık ifadesi olması sebebiyle on bir astsubay hakkında beraat kararı veriyor Nisan 2019’da. 2019 Haziran ayında HSK tarafından hazırlanan “hakim atamaları kararnamesi” ile Van Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına atanıyor. Bunun terfi mi yoksa tenzil-i rütbe mi olduğuna “okuyucular” karar versin. 

03.09.2019


Baran Dergisi 660. Sayı