Dünya süratli bir değişim, dönüşüm ve çöküş sürecine girmiş bulunuyor. Mutlaklaştırılan demokrasi, liberalizm ve globalizm gibi teamüller bir bir hükümden düşerken, bunların yerine bir yenisini ihdas edemeyen Batı âlemi, çözüm diye başvurduğu her yöntemin de bir diğer sorunu yüzüstüne çıkarması sebebiyle çaresiz kalmış görünüyor. Bugün Almanya Şansölyesi Merkel ve Avrupalı yarı aydın tiplerinin bile itiraf etmekten geri duramadıkları üzere “müesses nizamı meydana getiren dayanaklar çöküyor.” 

19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın ilk yarısında, yani bir asırlık bir zaman diliminde, Batı cihetinden dünyaya bakıldığında, içtimâî refahın sağlanması ve barış gerçekten de tek başına idealize edilebilir kavramlardı. Amerika kıtasında yaşanan iç savaş ve Avrupa’dan başlayarak dünyaya yayılan iki büyük cihan harbini yaşamış nesiller için refah ve barış gibi kavramlar, kültür ve dinleri de göz önünde bulundurulduğunda, o insanlar için adeta “kutsal” birer hedefti. Arada yaşanan Soğuk Savaş şartları bile, tesis edilen sosyal refah ve barış dolayısıyla dönemin Batı adamı için güllük gülistanlık bir iklim addediliyordu. Ne var ki, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile beraber yaygınlaşan Globalizm, kimilerinin iddia ettiği gibi medeniyetlerin sonunu getirmemiş olsa da, Batı uygarlığının sonunu getirecek büyük patlamanın fitilini ateşlemiş oldu.

Mücerred Fikir Dağı
Senelerdir söylene söylene klişeleşmiş ifâdelerdir; “Amerika Çöküyor ve Avrupa Yıkılıyor...” Evet, ferd ve toplum meselelerini anlamak ve bunlara çözüm getirmek iddiasıyla eşya ve hadiseleri idrak ve teshir etmek üzere mücerred fikir dağlarının zirvesinden dünyayı kuşbakışı seyreden büyük fikir adamlarımız, Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, bu çöküşü çok evvelden gördü ve bize bildirdiler.

Birçokları, bu ikazı papağanvari bir tavırla tekrar tekrar seslendirmekten öteye gidemedi. 

Onlar, insanlığın muhatab olduğu müesses nizamın çöküşünü geniş ufuklarında seyrettikten sonra yalnız uyarmakla kalmadı, aynı zamanda ferd ve toplum meselelerine çözüm getirecek, ezel kadar eski, ebed kadar yeni “Mutlak Fikir”e muhatab yeni bir fikir sistemi örgüleştirdiler.

Müesses nizâmın aktörlerinin yıkılacağının kuru kuruya münadiliğini yapmak nasılsa bedava. Senelerce bunun “neden”, “nasıl” ve “niçin”iyle alâkalı bir izah çilesine bile yanaşılmaksızın büyük fikir soylularının geniş ufuklarından yarım aydın tiplerinin dar hissesine düşen bu hakikatler tekrarlana tekrarlana yalama edildi. 

Dün, yalnız mücerred fikir dağlarının zirvesinden bakıldığında görünen yarına, yani bugüne çıkmış bulunuyoruz. Evet, müesses dünya nizamının temel dayanağı olan teamüller, yani liberalizm ve demokrasi teamülleri, dünya çapında alenen iflâs etmiş bulunuyor.

Milliyetsiz Sermaye
Globalizmle beraber sermayenin milliyetsiz bir şekilde serbest hareket kabiliyeti kazanması, devletlerin temel varlık sebebi olan ferd ve toplum arasındaki dengeyi kurucu rolünü ortadan kaldırmış oldu. Yalnız 28 kişinin sahib olduğu servetin dünyanın yoksul kesiminde yer alan 3,8 milyar kişinin sahib olduğu tüm varlığa denk olduğu bir dünyada, devlet müessesesi anlayışı ile beraber bu devletlerden müteşekkil milletlerarası sistemin de baştan sona iflâs etmiş olduğunu söylemeye gerek bile yoktur sanırım.

Globalizmle beraber sermayenin ülkesizleşmesi ve milliyetsizleşmesi/ülkelere ve milletlere yabancılaşmasının bir diğer neticesiyse, düne kadar sosyal devlet olmanın gereğini servet sahiblerinden alınan vergilerle yerine getiren Batılı devlet müesseselerinin, bugün artık bu misyonu da yerine getiremiyor oluşudur. Bilâkis, sermaye elden kaçıp gitmesin diye bugün büyük şirketlerden vergi alınmadığı gibi, bir de orta ve alt gelir sınıfından toplanan vergiler de teşvik adı altında adeta bir rüşvet gibi bu şirketlere dağıtılmaktadır.

Amerikan Başkanı Donald Trump, bugün herkes onun için manyak diyorsa da, ticaret savaşı başlatmak suretiyle serbest piyasa ekonomisinden çıkarak korumacı ekonomiye boşuna yönelmiyor esasında. Biliyor ki mevcut hâliyle bu düzen daha fazla sürdürülebilir değil; fakat bilmiyor ki başlattığı ticaret savaşı ve izlediği sâir politikalar onun derdine derman olmayacağı gibi, ana unsuru olduğu kurulu düzenin çöküşünü hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacak.

Müesseseler Üretemeyen, Yok Olmaya Yüz Tutmuş Toplum
19. ve 20. yüzyıllarda idealize edilen sosyal refah ortamının yukarıda bahsettiğimiz sebeplerden dolayı kapsayıcı bir şekilde tesis edilmesi bugün için mümkün değil. Zaten içinde bulunduğumuz zamanın şartları içinde Batı adamı için artık tek başına sosyal refah zaten bir ideal yahut millî müşterek payda da değil. 

Fransa’da yaşanan Sarı Yelekli isyanından sonra kendisiyle söyleşi yapılan Fransız yazar Christophe Guilluy diyor ki; “Teknik olarak, globalleşmiş ekonomi modelimiz iyi işliyor, fazlaca refah üretiyor. Fakat bu modelin işlemesi için nüfusun çoğunun işlerliğine ihtiyaç yok. Bedenen çalışan işçilere ve hatta büyük şehirlerin dışındaki küçük işletme sahiplerine de aslında gerek duyulmuyor. Ama bu model etrafında bir toplum üretemezsiniz.” Marksist bir gözle hadiseye bakıldığında, Fransız yazarın söylediği doğru; çünkü onlara göre toplum ve daha doğrusu bu müşahhas kavramın arkasındaki mücerred değer olan medeniyet, belli bir iktisadî yapının biçimlendirdiği bir değerler sistemi. Kapitalist zihniyete göre ise medeniyet, sermayenin çıkarına göre bir iktisadî yapının şekillendirdiği bir değerler sistemi.

İktisadî yapıya göre şekil alan medeniyet ve toplum fikrinin, müntehasında iktisadî yapının cemiyet yerine ferd lehine işletilmesi neticesinde tahrib olması kaçınılmaz. Zaten Batılı düzen bu noktalardan hareket edilerek kurgulandığı için kökten yanlış.

Tecelliler
Dikkat ediyorsanız, ütopya diye yaftalanan Büyük Doğu-İbda’nın temel prensipleri bir bir tecelli ediyor. Sosyal refahın baş aktörü rolünü oynayan sermayenin globalizmle beraber tam tersi bir istikamete hizmet etmeye başlamasıyla Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik prensibinin kuru bir servet düşmanlığı olmadığı tecelli ederken, cemiyet ile ferd arasında muvazene kurmak suretiyle ferd ve toplum meselelerinde cemiyetten yana tavır alarak toplumla beraber medeniyeti ve medeniyeti meydana getiren beşerî müesseseleşmeyi önceleyen Cemiyetçilik prensiplerinin tecellisi… Ki Büyük Doğu-İbda’nın prensipleri ışığında medeniyet, hayat tarzına göre iktisadî yapının üstünde ve kurucu rolde. 

Şuursuz Teamüller
Gelelim müesses nizamın bir diğer temel direği olan demokrasi teamülüne. Dikkat ediyorsanız her seferinde ısrarla teamül diyorum. Çünkü bunlar net bir şekilde izah edilmiş, altı üstü belli mutlak kavramlar değil. Neden ve niçin suallerine açık cevabı olmayan, sebeb-sonuç münasebeti bulunmayan, şuursuz, alışkanlık işaret eder kavramlar. Güçlü olanın kendi menfaati istikâmetinde her gün başka bir izah getirerek içini doldurduğu janjanlı ambalajlar.

Demokrasi
Demokrasi ve milletlerarası münasebetler üzerinden meseleyi açalım... Amerika Irak’ı işgâl etti ve Irak’ın meşru iktidarını devirdi. Hadi diyelim ki gücü yetti, işgâl etti, hakkıdır. Tamam da, bir ülkenin, Batı’ya göre meşruiyetin kaynağı kabul edilen demokrasi ile iktidara gelmiş başkanına ben seni tanımıyorum, ben artık falancayı iktidar olarak tanıyorum demesi nedir? Hemen söyleyeyim, birkaç asırdır adeta mutlaklaştırılmaya çalışılan bir teamülün aslında içinin ne kadar da boş, kof bir mefhum olduğunun dünya çapında ilânıdır. Amerika ve Avrupalıların Venezüella Devlet Başkanı Nikolas Maduro’yu reddedip onun yerine muhalefet liderini devlet başkanı kabul etmesinden bahsediyorum.

Trump’a Teşekkür Ederiz
Amerikan Başkanı Donald Trump’a bir kez daha teşekkürü borç biliriz. Senelerdir ilâhî birer buyruk gibi dünyaya silâh zoruyla dayatılan bir diğer teamülün daha takkesini düşürdüğün için teşekkürler Trump...

Demokrasi denen şey, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupalı devletlerin menfaatine hizmet etmediği takdirde hükümsüz bir âlet ise o zaman iktidarın kaynağını artık başka yerlerde aramanın vakti gelmiştir ki, prensiplerinden sonra Büyük Doğu-İbda’nın devlet modeli olan Başyücelik Devleti’nin önemi de bu vesileyle bir kez daha tecelli etmiştir.

Hadiselerin Müşahhas Ciheti
Venezüella özelinde yaşanan hadiselerin müşahhas cihetine göz atmakta da fayda var. Senelerdir bir Rusya, İran ve Venezüella’ya uygulanan ambargo ve buna eşlik eder mahiyette petrol fiyatlarının sırf bu ülkeler nemalanmasın diye dibe çekilmesi politikasının neticeleriyle yüzleşiliyor bugün. Dolar sistemini canlı kılan faktör petrol ve bugün Amerika’ya göbekten bağlı petrol üreticisi ve dolar sisteminin bel kemiği Suudî Arabistan gibi ülkeler zarar ediyor. Dolaylı yoldan aslında dolar sistemi, yani bütün bir ekonomik sistem zarar ediyor. Başka bir taraftan meseleye bakıldığında, düşük petrol fiyatlarından en çok istifâde eden ise Amerika ve Avrupa değil, Çin oluyor. Enerji maliyetlerinin bu denli aşağı düşmesi, Çin’i dünyanın en büyük ekonomilerinden biri hâline getirmiş olsa da, aynı dolar sisteminin bir parçası olmuş olması dolayısıyla elde etmiş olduğu sathî birikimin derinliğine bir karşılığını göremiyor. 

Amerika işte bu sebeble Rusya’yı olmasa bile Venezüella’yı kendi safına katmayı kafaya koymuş vaziyette. Eğer Venezüella’da muvaffak olabilirse, o zaman yeniden petrol fiyatlarını yukarı doğru çekmeye başlayacak ve aklı sıra kurulu dolar sisteminin ömrüne ömür katacak.

Dün Irak’ta da aynı yolu izleyen Amerika’nın bugün de askerî işgâl dâhil her türlü silahı masaya süreceğinin farkında olunması lâzım. 

Türkiye
Dünya çapındaki müesses teamüller düzeninin temel direkleri bir bir çökerken, Türkiye’nin hâlen bu düzenin bir parçası olmak için canhıraş bir çaba içinde bulunması gerçekten de anlaşılabilir gibi değil.

Seneler evvel fikir soylularının gözetledikleri ufuktan bildirdikleri güne çıkmış bulunuyoruz. Yukarıda üzerine konuştuğumuz açmazların, Batı âlemini popülizm, faşizm ve nazizm derken bir lâhzada yangın yerine çevirmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. Öyleyse Türkiye, bu yangının üzerine sıçrayacağı bir çalılık olarak varlığını idame ettirmeye mi çalışacak, yoksa Batı âlemini yakacak bu yangından kendisini kurtarıp, onlar için de misal teşkil edecek yeni dünya düzenini hedefleyip, bu yeni gaye ve vasıta fikir sisteminin tatbikçisi mi olacak? Mesele budur.

Kıtalar Çapında İhtilâl
İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında; “Teknolojinin geliştiği sürat içinde örf olmuyor, âdet olmuyor, ahlâk olmuyor ve fikir de doğrudan doğruya teknoloji üzerinden işliyor. Baştan şöyle koyalım; yâni ahlâk oluşmuyor, ki ahlâk müesseselerin daha lâtif şeklidir, sonra yaptırım hâline getirirsin müesseseler oluşur.” demişti. Toplum, yani cemiyet sisteminin varlığının tehdit altına girdiği bu hasta ruhlu dünya düzenine baktığımızda bizim gördüğümüz, şuurunda olunsa da olunmasa da kıtalar çapındaki ihtilâlin başladığıdır. Bize düşen, kıtalar çapındaki bu ihtilâli, yine kıtalar çapında inkılâblarla taçlandırmaktır.


Baran Dergisi 629. Sayı