Yüzyılımız İslâm tefekkürünün nisbet inşacısı Salih Mirzabeyoğlu, bu çerçevede yeni tahassüsün sanat sarayını da inşa eder. Bu tahassüsün “şah eseri” ise, “Kayan Yıldız Sırrı” isimli şiir kitabıdır.
 
Genç yaşında olmasına rağmen asıl misyonu olan mütefekkirlik noktasında kitaplık çapta eserlerini verip bağlı olduğu Büyük Doğu anlayışından hareketle sistemini kurarken, tahassüs alanında da ona nazire yaparcasına Büyük Doğu’ya nisbetinin sanat açısından da mihrakını bulan ana eserini ortaya koyar. Bu, şair için sormak zorunda olduğumuz “fikir ve keyfiyette ne?” sorusunun cevabını, ancak Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleri boyunca ortaya koyduklarını izleyerek bulabiliyoruz. Büyük Doğu’ya nisbetle inşa ettiği ideolocyası, şiirinin de bağlı olduğu fikir sistemini gösterir. Böylece, köksüz gidişe “dur!” diyerek, davanın muhtaç olduğu büyük çapı temellendirir. O, İbda keyfiyeti üzerine bir şiir sarayı inşâ eder.
 
"Kayan Yıldız Sırrı”nın çıkışı bir sürpriz oldu. Tefekkürde rakiplerinin pabucunu dama atan İBDA mimarının, sanatta da aynı şeyi yaptığının resmidir bu. Fikirde asliyet ve şahsiyet belirttikten sonra, sanatta da aynı şeyi yapması aslında pek tâbiîdir. Çile’den sonra en büyük sanat olayıdır bu şiir kitabı. Necip Fazıl’da Çile, Salih Mirzabeyoğlu’nda Kayan Yıldız Sırrı.
 
“Artık günü gelmişim” diyen S. Mirzabeyoğlu, şiirde de günü geldiğini Kayan Yıldız Sırrı ile ilân ediyor.
 
Her ikisi de mütefekkir ve şair; Necip Fazıl’ın önce şiirde tanınmasına karşılık, Salih Mirzabeyoğlu ilkin fikir yüzüyle temayüz eder ve arada şiir eserini verir. Sihirli seccadesi üzerinde bize maveradan duyuşlar sunar.
 
Birer sene ara ile Önsöz ve Anafor adlı şiir kitaplarını görüyoruz. Bunlar, arkadan gelecek şiir kitabının işaretçileri. Ve nihayet, 1983’de Kayan Yıldız Sırrı’nın dünyada eşine rastlanmayacak zor şartlarda I. baskısı. Beklenen fışkırış. Şiir tahtının Necip Fazıl’dan sonra devamı ve dolduruluşu. Fikirde başta görülen İbda Mimarı’nın, sanatta da aynı yeri tutuşu. Önsöz’de yıkmak, Anafor’da yapmaya çalışmak ve Kayan Yıldız Sırrı’nda tam bir oluş humması. (Burada onun şiir merhalelerini de görürüz.) Arkasından 2. Baskı ve 1986’da daha hacimli 3. baskı. Zor yazılan şiirde, kısa zamanda kitaplık “şah eser”e erişir. Böylece bağlı bulunduğu fikir mihrakının haysiyetini gözler önüne serer.
 
Şiir kumaşında, İslâm düşüncesinin derinliğini temsil eden tasavvufî remz ve motifler, maveradan sesler, zamanüstüne sıçrayışlar, ufuksuzluk boyunca yakıcı tecrit, soylu idrak, ince hassasiyet, sırrîlik, remzîlik ve girift nakış bulunur. Kayan Yıldız Sırrı’nda, fikrî, hissî, siyasî sosyal, bediî bütün davaların, cemiyetin ıstırabı, ümidi ve rüyası halinde bir fertte tecellisini görürüz.
 
Kayan Yıldız Sırrı bir nevi, şiirde fikir ve his örgüsüdür. “MÜCERREDLER ŞAİRİ” S. Mirzabeyoğlunun şiirlerinde “tahassüs haline gelmiş fikir” tarifini okuyoruz. Yoksa, keyfiyetsiz, sırf mücerret kelimeleri bir iç mânâ olmadan alt alta sıralamak, kuru romantik mısralar yazmak, şairin değil de “müteşair-şairlik taslayan”ın işidir. Onun şiiri, soylu bir fikir ve tecrit arkasından seslenişin, bu tahassüsün, mücerredin şiiridir. Şiir kumaşı, mücerred nakışlarla süslüdür. Şiirin tecrit deryasına dalıp, gerçek incilerle çıktığını ve mücerredin sırlarını kurcaladığını hissediyoruz.
 
Fikir ve his hamulesinden oluşan şiirde fikir ve tecrit yönü daha ağır basar. Bariz bu özelliği içinde şiiri, fikir, kelimeler, tahassüs ve müziğin kaynaşmış hâlidir. Bize, “saf şiir” örnekleri verir. O, sadece şiir yazmakla kalmıyor, poetikasını da örgüleştirmiş bulunuyor. “Estetik ve Şiir Hikmeti” bahsindeki görüşlerini müstakil bir eserde çerçeveleyeceğini söylüyor. Bu hususta bize kazandırdığı şu İslâmî estetik idrakinin temel taşını işaretleyelim: “Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur. Bu anlayışa sığmayan güzel, ibda dışıdır.”
 
Kayan Yıldız Sırrı, son baskısında son şeklini bulmuş, “mimari bir ahenk” tertibi içinde görülür. Fikir ve duygunun birleşmesi olan saf şiirde, onun fikirdeki tecrit edası derhal görülür. Eserin takdiminde “Bu eser, Büyük Doğu’ya NİSBET tarzımın, sanat acısından da mihrakını bulmuş, billurlaşan BELLİ-BAŞLI BİR SANAT ANLAYIŞININ ana hatlarıyla görünüşüdür: Büyük Doğu’nun eşya ve hadiseler karşısında NASIL’ı temsil eden ruhunun NİÇİN’ini, yani teorik ve tecrit buudunu, DOĞRULAYICILIK USULÜ ve İNTİKAL MİHRAKINI temsil etmem, sanat bahsine de nasıl yaklaştığımın rengini verir” der. Üstad’ın şiirinde, fikirdeki “nasıl” tavrının ağırlığı; S. Mirzabeyoğlu’nun şiirinde ise, saf tefekkür ve “niçin” ağırlığı derhal görülür. İçiçe geçmiş bir birlikte, “ruh” ve “akıl” kanatlarının ağırlığı. Baş şiiri için Üstadın, kendisini, -kendisinin bildiği şekilde-, tahrik ettiğini söyler.
 
Şiir okuma zevki bakımından noktalama işaretleri kullanılmamıştır. 7 + 7 hece veznini kullandığını, fakat 5 + 2 + 7 şeklinde de okunabileceği görülür. Hayalimizin ufkunu geniş tutmak için. “Fikirde müphem olmak” hikmetinin vasıflarını taşıyan şiirinde, müphemiyetin en iyi kalıpta tecellisini görürüz. Herhalde hakikatiyle müphemiyet de, sonsuz meçhule açık oluşu, sır idraki ve “dır” ve “tır”dan uzak olma özelliğiyle önce şiirde yaşanır.
 
Kayan Yıldız Sırrı, “nisbet” şiiridir. Çile’ye nisbet edilir. Çile ise, senfoni şiiridir. “Sakarya’nın ruhunu lif lif açan yeni dil”; bu, onun Yeşilırmak şiirinden bir mısra. Yeşilırmak şiiri, Üstadın “Sakarya Türküsü”ne tedailerle yazılır. Onun nisbetidir şiirde. Yeşilırmak’ta, Sakarya Türküsü’nün remzinde, Büyük Doğu’ya aşkının destanı ifadelenir. Kitabın isminde görüldüğü gibi: Kayan Yıldız Sırrı.
 
Bu yazıda klâsik şiir tahlili yapma yolunu seçmedik. Çünkü şekilde kalmak, şairin iç dünyasını anlayamadıktan sonra bir mânâ ifade etmez ve mevzuya değmez.
 
Bizce Kayan Yıldız Sırrı’nın tek hatası, -elbette hata değil, bunu sevginin doğurduğu bir ıstırap ifadesi halinde söylüyoruz.-, mükemmel şiirleri vadelerle ve vadederek değil, beklenmedik biçimde bir anda kitaplık çapta ortaya koyması. Kıskançlık doğuran ve gerçek zevkine büyük entelektüelin varacağı şiirler.
 
Kazım Albay - Karar Dergisi 2. Sayı 1 Haziran 1988