İstisnasız herkes, İstanbul’daki düzensiz kentleşmeden, mimarînin bir medeniyetin dünya görüşünü ortaya koyan en ehemmiyetli sanatlardan biri olması bakımından insanımızın daralan ruhunu ve körelen ufkunu fâş eden ucube yapılaşmadan şikâyet eder… Zira köylerden büyük kentlere ve bilhassa İstanbul’a yapılan göçler siyasî, iktisadî, içtimaî, harsî vesair birçok neticeyi beraberinde getirmiş, “gecekondu kültürü” ile beraber bir lümpen sınıfını da önümüze sürmüştür. Bunun en ehemmiyetli arazları da mimarî sahada ortaya çıkmış; bir tarafta İslâm medeniyetinin en ulvi eserleri dururken onların hemen yanı başında “insanın gözlerini kanatan” betondan müteşekkil ucube yapılar yükselmiştir.

Bundan nasibini alan Süleymaniye… Osmanlı cami mimarisinin ideal noktasına ulaştığı şaheser… Vefa semtinde, Beyazıt’tan Edirnekapı’ya uzanan eksenin kuzeyinde bulunan bölgenin sırtında, Haliç’e doğru bakan yamacın tepesinde inşa edilen, merkezinde cami olmak suretiyle medrese, dârülhadis, tıp medresesi ve şifâhâne, dârülkurrâ, sıbyan mektebi, imaret (dârüzziyâfe ve tabhâne), han, hamam, türbeler ve dükkanlardan müteşekkil bir külliye… Haliç’in karşı yakasından,Galata’dan ve hatta boğazın karşısından Üsküdar’dan bakanlar için şehrin siluetinin en önemli unsurlarından biridir Süleymaniye…

20. yüzyıl öncesinde İstanbul’un üst gelir grubuna ait konakların yer aldığı bu Müslüman mahallesinde, Tanzimat ile beraber başlayan bozulmalar zamanla artar. Son 70 yıllık süreçte ise Süleymaniye Külliyesi âdeta “Moğol istilasına uğramış” gibi ucube yapıların ardında kalır. Süleymaniye’nin değişen çehresinde, Haliç kıyılarından Külliye’nin bulunduğu tepeye kadar uzanan yamaçta atölyeler, imalathaneler, iş hanları vesair yapılar derin bir yara izi görüntüsü arz eder.

Bölgenin konut dokusunu oluşturan ahşap konstrüksiyonlu yapılar bakımsızlık sebebiyle emekliye ayrılırken bölge sit alanı ilan edilmeden önce çok sayıda betonarme apartman ve iş hanı silueti tahrip eder.

Esasında, 100 yıldır çevresi olmadığı için Süleymaniye de orada değildir. Çünkü; bizim bugüne kadar gördüğümüz Süleymaniye değil, onun bir parçasıdır; Süleymaniye ise küllî bir yapıdır.

***

Geçtiğimiz günlerde Baran Haber’in gündeme taşıdığı, Süleymaniye medresesinin üzerinden Haliç’i pozlayan fotoğrafta görülen bir inşaat tartışmalara sebep oldu. Her kesimden büyük tepki alan binanın “İlim Yayma Cemiyeti”ne ait olduğu ortaya çıktı. Ardından gerek mevzubahis müesseseden gerekse de Fatih Belediyesi’nden yapılan açıklamalarda, yeni yapının Süleymaniye’nin siluetini bozmayacağı, imarın yasal olduğu ifade edildi. CHP’li İBB’nin yetkilileri ise aksi yöndeki iddialarında ısrarını sürdürdü. Kimisini açıklama tatmin etti, kimini etmedi… Kimi binanın kime ait olduğunu öğrenince çark etti, kimi CHP’li İBB’nin olaya dahil olduğunu görünce… Kimi ise yapının kime ait olduğunu öğrenince sesini daha da yükseltti.

Mevzu bahis açıklamaya bakılırsa; İlim Yayma Cemiyeti’ne ait olan bina mevzuata uygun… İstanbul’a şehri plânlaması için getirilen Fransız mimar ve şehir planlamacısı Henri Prost’un 1939 yılında hazırladığı plâna göre, “Tarihî Yarımada”da silueti korumak maksadıyla +40 rakım üzerinde 9.50 metreden yüksek yapılanmaya izin verilmemesine mutabık şekilde Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı Raporu’nda; bugün bölgede +50 rakım sınırları üstünde kalan alanlarda bina yüksekliği 9,50 metreyi, +40 rakım sınırları üstünde kalan alanlarda bina yüksekliği 12,50 metreyi geçemeyeceği belirtiliyor. İlim Yayma Cemiyeti de, bu plânı ve üç aşağı beş yukarı bu plâna uygun olan yapıları örnek göstererek yaptıkları binanın yasal olduğunu belirtiyor.

Oysa biliyoruz ki, su-i misal emsal olmaz! Süleymaniye Külliyesi’nin duvarının dibinden başlayıp Haliç’e kadar uzanan ucube yapılar, İslâm Medeniyeti’nin en haşmetli eserlerini gölgeliyor. Sadece İlim Yayma Cemiyeti’ne ait olan bina değil, bölgedeki tüm yapılara ait plânların yeniden gözden geçirilmesi, külliyenin çevresinin ucube yapılardan arındırılması ve 1850’lerden önce olduğu gibi Haliç’ten bakan birisinin tüm Süleymaniye Külliyesi’nin tüm heybetiyle görülebildiği bir siluetin yeniden ortaya çıkarılması gerekiyor. Külliye’nin yamaca bakan kısmı, belli bir noktaya kadar olan tüm binalardan temizlenir, imâr yasağı getirilip bu bölge park yapılabilir mesela…

Memleketimizde sürekli karşılaştığımız bir şey var; kötüyü imha güzeli inşa fırsatına rağmen güzeli inşa fikri olmadığından imha edilen kötünün yerine yeni bir kötü inşa ediliyor. Bunu İstanbul’un düzensiz yapılaşmasına çare olabileceği düşünülen “kentsel dönüşüm” sürecinde gördük. Bugün aynısını Süleymaniye tartışmaları etrafında da görüyoruz. Aynı hataya düşülmemeli ve tartışmalarla gelen fırsat değerlendirilmelidir. Yaşananlar bunun hayata geçirilmesi için bir fırsat olabilir ve bu fırsatın değerlendirilmesine İlim Yayma Cemiyeti öncülük edebilir. Biz de herkesin samimiyetini görmüş oluruz.