Esselâmü Aleyküm.
Türkiye’den haberler neler?
(Av. Güven Yılmaz, yeni bir gelişme olmadığını söylüyor.)
Mevcut durum zor ama, değil mi?
(Av. Yılmaz, aynı durumun geçerli olduğunu, kendileri bakımından bir problem bulunmadığını söylüyor.)
Sizin için bir problem yok ve ayaktasınız, hayattasınız, tamamdır o zaman.
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl peki?
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun da iyi olduğunu ve yazmaya devam ettiğini söylüyor; bir problem bulunmadığını ekliyor.)
Tamamdır, güzel, güzel.
Meslekdaşlarınız nasıl, onlar da iyi mi?
(Av. Yılmaz, avukat meslekdaşlarının da iyi olduğunu söylüyor.)
Herkes iyi diyorsunuz, güzel.
Irak’tan bir haber var mı peki; İzzet İbrahim el-Durî iyi mi?
(Av. Yılmaz, Irak’tan gelen yeni bir haber bulunmadığını söylüyor.)
İngilizcede öyle derler; “hiçbir haberin olmaması da iyi bir haberdir”.
(Carlos ve Av. Yılmaz karşılıklı gülüyor.)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı peki?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Cereyan eden –ve hakkında konuşabileceğimiz- mutlaka bazı hâdiseler oluyor her zaman. Bugün ise, “siyasî liderlik” çerçevesinde bir değerlendirme yapmak istiyorum; özellikle de “devrimcilik” gibi bir iddiaları varsa.
Son dönemde bir problem yaşanıyor meselâ Arjantin’de ve demokratik sistem gereğince, seçmenler bir burjuva adamını [Mauricio Macri] getirdiler iktidara. Milliyetçi devlet başkanı Cristina Fernandez de Kirchner hanımı da başlarından atmış oldular böylece. Kirchner hanım da ikinci defa devlet başkanlığı süresini kanunen tamamlamıştı gerçi.
Ne var ki, Kirchner hanımın yeni seçilen halefi, bir muhalif; sağ kanattan bir adam. Zeki bir insana benziyor ama sağcı, burjuva, büyük kapitalist biri sonuçta.
Kirchner hanım ise, kendisinden önceki diktatörlük döneminde işkence görmüş, buna rağmen işbirliğine yanaşmamış devrimci ve militan bir insandı. Şahsen yolsuzluğa karışmış olduğunu da sanmam. Ancak ne olursa olsun, seçmen başından atıyor artık onu.
Arjantin’de yaşananlar, Venezüella’daki son seçimleri hatırlatıyor bana. Şöyle ki, oyların üçte ikisi Venezüella hükümetine karşı kullanılmıştı orada. Bunların üçte biri gerçekten hükümet muhalifi iken, diğer üçte biri ise “Chavistas”, yâni Chavezcilerdi aslında. Bunlar bile hükümete, daha doğrusu hükümet adaylarına karşı oy kullanmıştı.
“Hükümet adaylarına karşı” diye belirtmem şunun için; çünkü milletvekili olarak meclise gönderilmek istenen bu adayların çoğunun gerçekte devrimci olmadıklarını unutmamalıyız. Bazıları fırsatçı, bazıları yolsuzluğa bulaşmış, bazıları birilerinin akrabası veya ahbabıydı. Sonuç olarak, Chavezci, devrimci, namuslu insanların teşkil ettiği üçte birlik bir seçmen kitlesinin, protesto amaçlı olarak hükümete karşı oy kullandığı tam bir karmaşa yaşanıyor bugün Venezüella’da.
Evet, berbat bir durumdadır şu ân Venezüella. Neler oluyor peki orada?..
Aa, tabiî, “CIA’nın işi, emperyalizmin işi, emperyalist manipülasyonun sonucu” tüm bunlar!.. Bunların hepsi doğru ama her şeyi açıklamak için yeterli değil; daha ötesi de var.
Şöyle ki, küçük bir ülke var meselâ, yüzölçümü küçük bir ada ülkesi, Florida’nın güneyinde bulunan ve Küba olarak adlandırılan ülke… Şu ân itibariyle, 50 yıldan fazladır da komünist bir rejim, sosyalist bir rejim olarak kalmayı başarabilmiş bir ülke… Bu süreçte saldırıya uğramış, bombardımana maruz bırakılmış bir ülke… Ki, çocukken ailemle birlikte bir uçak içerisinde Jamaika üzerinden Miami’ye giderken, kime âit olduğunu bilmediğim bir savaş uçağının Küba’daki şeker kamışı tarlalarını nasıl bombardıman ettiğine bizzat kendi gözlerimle şâhid olmuştum… Sene 1959’du sanıyorum…
Demek istediğim şey; en yakın komşuları, tarihin, en azından modern tarihin en güçlü emperyalist devleti olmasına rağmen, kendilerine karşı herşey yapılmasına rağmen, nüfusunun büyük bir çoğunluğu o dönem devrimci hükümete muhalif olmasına rağmen, o günden bugüne gelmeyi başarmıştır Küba…
Unutmayınız ki, gerillanın 1 Ocak 1959’da başşehir Havana’ya ulaşıp iktidarı devraldığı güne dek, Latin Amerika’daki en yüksek hayat standardına sahib ülkeydi Küba. Nüfusun çoğunluğu elbette çok fakir olsa bile, kişi başına düşen gelir olarak, resmî istatistik olarak böyleydi. Ne var ki onlar, devrimden sonraki 50 yıl boyunca ekonomik durum kötüleşmiş olmasına rağmen, bugünlere ulaştılar ve hep direndiler bunca sene.
Diğer yandan, bir bakıma polis devletidir yine Küba. Başka çareleri de yoktur aslında. Yoksa her türden sabotajdır onları bekleyen. Zaten hep karşı karşıya kalmışlar ama ayakta kalmayı da bilmişlerdir.
Peki nasıl direnebiliyor Küba?..
Geçmişte Sovyetler Birliği tarafından desteklenmişlerdir en başta. (Carlos, gıda, petrol yardımları gibi bazı örnekler veriyor). Üstelik, dünden bugüne çok ciddi ekonomik yanlışlar da yapmalarına rağmen, hep ayakta kalabilmişlerdir.
Nasıl açıklayabilirsiniz peki bunu?.. Dünyanın en zengin ülkesi olmasına rağmen bugün her şeyin karaborsaya düştüğü Venezüella’da olmayan ama Küba’da olan şey nedir?.. Arjantin’deki veya Venezüella’daki hükümetler seçmenin tokadını yerken, bu kadar büyük bir muhalefetle karşı karşıya kalırken, kendisinin de bir iç muhalefeti bulunan Küba nasıl ayakta kalabiliyor; Kübalı muhalifler niçin Küba’daki seçimlerde böyle bir isyan hareketini başaramıyor?..
Küba’daki muhalefet bugün küçük çaplıdır gerçi ve büyük çoğunluğu terketmek zorunda kalmıştır ülkeyi.
Gelmek istediğim husus şudur ki, kurtuluş için “sadece konuşmak” yeterli değildir. Tüm hayatınızı, her şeyinizi adamalısınız devrime!
Fidel Castro ve kardeşi Raul Castro, zengin bir aileden gelmelerine rağmen, anababadan kalma hiçbir miraslarını kabul etmemişlerdir meselâ. Zaten kardeşler Küba’da devrim safında kalırken, ailenin antikomünist diğer fertleri ülkeyi terketmiş ve ABD’ye gitmişlerdir. Castro kardeşler, “kölelik ve sömürü yoluyla elde edilmiş zenginlikleri istemiyoruz!” deyip reddetmişlerdir aileden kalma zenginlikleri.
Her ülkenin durumu farklıdır belki ama diğerleri bugün bu durumdayken, Küba yıllar süren ekonomik boykota rağmen dimdik ayakta hâlâ.
(Carlos, oğlunun annesi olan eski eşinin, soylu bir İspanyol ailesinden gelen, Rusça tercümanlığını yapmış olarak Fidel Castro’ya da yakın bir insan olan, Bilimler Akademisi’nde Rusça bölümünün üst seviye idarecilerinden Kübalı bir hanım olduğu bilgisini veriyor bilvesile.)
İşte bu insanlar, halkı soyup ceplerini doldurmak ve aileden miras zenginliklerin üzerinde müreffeh bir hayat sürmek yerine, “bize çalışıp kazandığımız maaşlar yeter” derken, “sosyalist” olanlar da dahil diğer ülkelerde ise tam tersi yapılmış, sağ veya sol hükümetler eş dost akraba hep birlikte kendileri için para istiflemeye bakmıştır.
Mesele, CIA, komplo, hür masonluk falan değildir yâni tek başına. Saçmalıktır bu bakımdan bunlar. Şili’nin eski devlet başkanı Salvador Allende de, ihanet edip onu deviren Augusto Pinochet de “hür masondu” meselâ!..
Sonuç olarak gelmek istediğim yer şurasıdır:
Bugün halkı bıktıran ilerici, sosyalist veya sosyalizm taraftarı rejimlerin hatası, elbette dışarıdan düşman müdahalesi ayrıca bir rol oynasa bile, doğru bir devrimci davranış seviyesine ulaşamamış olmalarıdır. Sürekli konuşmakta ama bir türlü gerekeni yapmamaktadırlar.
Unutmayınız ki, çeşitli ülkelerde yaşayan bazı Ruslar zehirlenip öldürülmüşlerdir. İşte bunun gibi, ülkenize ihanet edenler, ülkenizin düşmanlarının ajanlığını yapanlar, mutlaka infaz edilmelidir, evet, infaz edilmelidir! Ne var ki, sözünü ettiğim rejimlerde yok böyle bir şey. Düşmanın parasıyla finanse ediliyor, servet yapıyor, düşmandan en iyi tavsiyeleri alıyor, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin desteğiyle at oynatıyor oralarda hainler.
Allah, Küba’yı ve devrimin liderlerini korusun. Latin Amerika’daki devrimci ve milliyetçi rejimlerin, hükümetlerin ve hareketlerin de artık daha dikkatli davranmalarını ve yanlışlarını düzeltmeye bakmalarını umalım. Öbür türlü, on yıllar sürecek uzun bir ıztırab ve katlanmış bir sömürü dönemi, milliyetçi ve namuslu asker veya güvenlik kadrolarının tasfiye edileceği bir dönem, Latin Amerika ülkelerinin –çok güçlü bir siyonist mevcudiyetiyle içiçe- yine ABD’nin yarı sömürgesi olacağı bir dönem beklemektedir hepsini.
Karamsar olduğumu söylemiyorum ama bu şartlarda iyimser olmak da zor. Her ne olursa olsun Allahın iradesi hâkim olsun ki, bizi koruyacak ve insanlarımıza kurtuluş yolunu gösterecek olan da O’dur.
Allahü Ekber.
 
16 Nisan 2016
 
Baran Dergisi 484. Sayı