Estetiğin konusu, tek kelime ile "güzellik"tir. İnsanoğlu, yaşadığı âlemde, yalnız "doğruyu" ve "iyiyi" değil, "güzeli" de arar. Bu sebepten estetiğin gerçek konusu "güzellik" ve "çirkinlik"tir.

San'atkârın hedefi "güzele" ulaşmak ve "çirkinden" uzaklaşmaktır.

Görüldüğü gibi, "estetiğin konusunu tayinde" anlaşmak kolaydır. İşin zor olan yanı, "güzelin ve güzelliğin" tarifinde anlaşmaktır. İnsanlar, "güzel nedir?", "güzellik nedir?" ve "güzel olana nasıl ulaşılır?" konusunda kolay kolay anlaşamazlar; farklı "ekollere" bölünürler. Belki bir "pragmatist" için güzel olan "faydalı olandır" da bir "spiritüalist" -meselâ H. Bergson için, güzel olan "hayatın menfaat perdesinden sıyrılarak olduğu gibi görünmesidir". Yine, belki, bir "individüalist" için güzel olan "ferdin cemiyetin esaretine isyanı" demektir de, bir "sosyalist" için bu, "san'atkârların cemiyetin dert ve meseleleri ile bütünleşmesi" olarak düşünülebilir.

Öte yandan, güzeli, "objektif" bir değer sanan san'atkâr ile onu, "sübjektif" bir değer sayan san'atkâr için farklı birer "estetik dünyası" teşekkül eder. Hele, "San'at Allah'ı aramaktır" diyen ve böylece "mutlak Güzeli" özleyen bir İslâm san'atkârı için güzelliğin bambaşka bir mânâsı vardır. Gerçekten dehâ, "güzellik" karşısında şaşkın ve hayrandır; o, idrakine göre, imanına göre, yaşadığı zaman ve mekânın şartlarına göre, mizacına göre duygulanır durur.

Fikir adamları ve filozoflar sormuşlardır: Gerçekten "güzel olan şey", bizim dışımızda bulunan objektif bir değer midir? Yoksa o, tamamı ile insana mahsus sübjektif bir değer olarak mı düşünülmelidir? Yahut, "güzellik", objektif ve sübjektif değerleri aşan "müteâl" ve "mutlak" bir ideal midir?

Biz, bu sorular karşısında kendi tavrımızı ortaya koymadan önce, hemen belirtelim ki, insanoğlu, tabiata ve kâinata bakarak da duygulanabilmekte; orada da "güzeli" bulabilmekte; tabiattaki seslerden, renklerden, hareketlerden, şekillerden ve ahenkten "estetik heyecana" ulaşabilmektedir.

Bunun yanında, asla unutmamak gerekir ki, hiçbir canlı, insan ölçüsünde "estetik heyecana" ulaşamamakta ve san'atkâr karakterini ortaya koyamamaktadır. Bu durum, konunun sübjektif yapımızla çok geniş mânâda irtibatlı olduğunu isbat eder. Nitekim, estetiği, sübjektif bir kıymet olarak görenler şöyle düşünmektedirler: "Güneş'in batması, bir köylünün aklına, hiç estetik olmayan akşam yemeği düşüncesini getirdiği gibi, bir fizikçinin zihninde de aslında ne güzel, ne de çirkin olan ve yalnız doğru veya yanlış olması muhtemel tayf tahlili fikrini uyandırır. Güneş'in ancak düşüncenin iç vaziyetinde, ona sanatkâr gözleri ile bakan için güzeldir. Şu halde estetik, ruhiyatın bir bölümünden başka bir şey değildir." (Bkz. Charles Lalo, Estetik, -Burhan Toprak 2. Baskı, shf: 7).

Güzelliği, "müteâl" ve "mutlak" bir kıymet sayan bir Islâm san'atkârı içinde o, Allah'ın "cemal" sıfatının lif lif, hücre hücre tabiatın ve kâinatın her noktasına işlenmiş bir "nakış"tır, "ses"tir, "ahenk"tir, "figür"dür, "hareket"tir ve insanoğlu da bu "mesajları" ve "âyetleri" sezmeye, duymaya, yaşamaya ve yakalamaya memur kaabiliyetli bir muhataptır. San'atkâr ise, bu işi en iyi şekilde başaran idrak sahibi kişidir. Tasavvuf dili ile söylersek, san'atkâr, "eserde müessiri", itibari güzelliklerdi "mutlak güzeli" arayan ve yakalayan kimsedir.

İslâm san'atkârı, bu karakteri ile "güzel", objektif midir yoksa sübjektif midir? Diye düşünen akımların üstünde dur maktadır. O, tabiatta, kâinatta ve insanda "Allah'ın cemal sıfatını" arayarak yol almaktadır.

Estetiğin metodu

Estetik, bir ilim olmak istiyorsa, hiç şüphesiz her şeyden ön ce konusunu "objektif" olarak ölçüp değerlendirmek zorundadır. Oysa, herkes bilmektedir ki, "güzelliği", objektif bir varlık biçiminde ele alıp ölçmek ve değerlendirmek kolay değildir Hattâ, belki, bazıları için bu, imkânsızdır.

Gerçekten de "güzeli" tâyin etmek, ölçüp biçmek için elimizde bir birim yoktur. Çünkü "güzellik", kemmî (kantitatif) bir değer değil, keyfiyet halinde (kalitatif) bir değerdir.

Bununla birlikte, ilim adamları, bilhassa psikologlar, "istatistik metodlardan" faydalanarak bir "keyfiyet" halinde bulunan estetik değerleri, "kemmîleştirmeyi" denemişlerdir. Böylece, bir "tecrübî estetiğin" kurulabileceğine inanan ilim adamları mevcut olmuştur. Psikolog Henry E. Garret'ten öğrendiğimize göre: "Tecrübî estetikte kullanılan temel iki metod vardır. Bunlardan birincisi derecelendirme (Or der of Merit), İkincisi de ikili mukayese (Paired Comparisons) metodudur". (Bkz. H.E. Garrett -F.Ertem, R. Öncül Psikolojiye Giriş, 1954, sh: 92).

H.E. Garrett'e göre, "derecelendirme metodunda", insanlardan ellerine verilen "resimleri", seyrettikleri "komik" ve "trajik sahneleri" dinledikleri "müzik parçalarını", okudukları "şiirleri belli bir zaman içinde "güzellik sırasına" konması istenir. Böylece, binlerce insanın tercihleri veya reyleri toplanarak "istatistik metodu" ile değerlendirilir.

Yine aynı psikologa göre, "ikili mukayese metodunda" ise tecrübeye katılan insanlara iki resim verilir, yahut iki şiir okunur, yahut iki müzik parçası dinlettirilir ve sonra “hangisi dairi güzel?", yahut "hangisi daha çirkin?" diye sorulur. Böylece yüzlerce ve binlerce kişinin tercihleri, "istatistik metoda" göre değerlendirilir. (Bkz. a.g.s., sf: 92-93).

Psikologlar, bu metodlarla, "güzel" gibi sübjektif olan keyfiyet ifade eden bir değeri, objektif ve kemmî bir biçimde değerlendirdiklerini sanmakta veya başka bir çareleri olmadığı için bununla yetinmek zorunda kalmaktadırlar. Oysa, herkes bilmektedir ki, "istatistiğin tesbit ettiği güzel", ortalama insanın bu konudaki idrakini ortaya koymaktadır. Ortalama insan, dehâya yabancıdır; hattâ o, dehâyı yadırgar, belki de uzun müddet reddeder. Ortalama insan, süslü püslü bir binayı, belki de Selimiye Camii'ne tercih edebilir; bir sokak adamının kahvehane duvarına yaptığı göz alıcı resimleri, Albrecht Dürer'in yahut Rembrandt'ın tablolarından daha çok beğenebilir, yine ortalama insan, minibüslerde çalınıp duran "arabesk şarkıları", Itrî'nin, Dede Efendi'nin, Hacı Arif Bey'in bestelerine tercih edebilir. Biz üniversel bir güzel kavramının mevcudiyetine inanmakta ve bütün insanlarda "estetik heyecan" bulunduğunu elbette kabul etmekteyiz. Fakat, yine görmekteyiz ki, insanın "güzellik duygusu", yaşına, kültürüne, sosyal ve ekonomik çevresine, aldığı eğitime, sahip olduğu dinî ve felsefî inançlara ve san'at telâkkisine göre esaslı bir biçimde değişmektedir.

Bununla birlikte, kabul etmek zorundayız ki, şayet estetik diye bir ilim olacaksa, o, çaresiz konusunu, psikolog H.E. Garrett'in de belirttiği gibi, tecrübî metodlarla araştırmak zorundadır.

Kaldı ki, bunun faydası da yok değildir. Hiç olmazsa, "ortalama insanın" estetik değerler karşısında aldığı tavırları tanımak ortalama insanın renkler, sesler, şekiller, figürler, dengeler ve mânâlar karşısındaki "duygularını" öğrenmek bu suretle mümkün olmaktadır. Ortalama insanın estetik, değerler karşısındaki idrakini tanımak, elbette, şimdilik önemli bir merhale sayılmalıdır.

S. Ahmet Arvasi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz