Fert ve cemiyet olarak "insanı biçimlendirmede", güzel san'atların çok önemli bir yeri vardır.

Güzel san'atlar, yalnız ferdin heyecanlarını inceltmeye, duygularını yüceltmeye yaramaz, o, cemiyetlerin de birlik ve bütünlük içinde gelişmesine ve orijinal bir "millî zevk" etrafında toplanmasına vesile olur.

Bu sebepten olacak, her milletin hayatında "güzel san'atlar eğitimi", çok önemli bir yer tutar. Ülkelerin "millî eğitimi" plânlanırken, pedagoglar, ilim kadar, ahlâk kadar "estetiğin" de programlarda yer almasını isterler. Eğitim psikologları, güzel san'atların ferdin "kendini ifade etmede" oynadığı rolü belirtirlerken, eğitim sosyologları, cemiyetlerin yoğrulmasında estetiğin önemini ortaya koymaya çalışırlar.

Tarih bize, bütün beşerî hamlelerin, kendine has bir dünya görüşü ve yepyeni bir san'at telâkkisi ile başladığını ve hedefine ulaştığını isbat eder. Yani, kitlelerin düşünce ve duygu hayatlarını cezbedemeyen herhangi bir hareket başarılı olamaz. Milletler ve medeniyetler arası boğuşmalarda da, ideolojik çatışmalarda da fert ve cemiyet olarak insanın manevî ve maddî ihtiyaçları esastır. Böyle bir çatışmada başarılı olmak isteyen kadroların, kitleleri cezbedecek fikrî, sosyal, ekonomik ve politik programları yanında, yaşayan insanın ruhî ihtiyaçlarına cevap verecek bir "estetik programı" da bulunmalıdır.

Böyle olunca, Türk-İslam medeniyetini yeniden kurmakla görevli bulunan ve bütün beşeriyeti "sahte tanrıların boyunduruğundan kurtarmaya" kararlı olan, "İ'lây-ı kelimatüllah" ve "Nizam-ı Alem dâvâsı" için çalışan, Türk-İslâm Ülkücüleri, kendi fikrî, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik nizamları kadar, "estetik telâkkilerini" de apaçık ortaya koymak ve bunun ışığında -bütün güzel san'at dallarında eser vermek zorundadırlar.

Bunun için, çok şuurlu bir "estetik eğitimi" plânlamak, güzel san'atların bütün dallarında, ecdadın ortaya koyduğu eserler incelenmeli, yazdıkları okunmalı, sağlam ve objektif bir kritikten geçirilerek "estetiğimizin esasları" billûrlaştırılmak ve hazmedilmelidir.

Bunu takiben, bu konuda "çağdaş gelişmeler", kaynaklarından araştırılmalı, muhtelif milletlerin ve medeniyetlerin "san'at ürünleri", mukayeseli bir biçimde gözden geçirilmeli ve bu kültür, genç kaabiliyetlere aktarılmalıdır.

Daha sonra, genç istidatlar, âdeta devşirilerek vatan sathında araştırılmalı, onları, zengin bir kültür ve teknikle desteklemelidir. Her şeyden önce, onlara, millî ve mukaddes kültür değerlerimizi "çağdaş seviyenin üstüne çıkarma" ülküsü verilmelidir. Onları, şu veya bu kültür ve medeniyetin bir mukallidi olmaya zorlamak yerine, millî medeniyetinden kaynaklanan ve fakat asla tekrara yer vermeyen bir san'at şuuru ile "şahsiyetli ve dinamik" bir hamleye teşvik etmelidir. Edebiyatta, mimarîde, tezyinatta, nakkaşlıkta, resimde, musikide, hattatlıkta... velhasıl güzel san'atların bütün dallarında Türk-Islâm medeniyetinin yeni ve orijinal eserleri ortaya konmalıdır. Devletin himayesi altında, yepyeni ve güçlü "san'at kadroları" kurulmalı, Türklüğün, İslâmiyetin "çağdaş sesi" bütün haşmeti ile âleme duyurulmalıdır.

Bu mümkündür. Yeter ki, bunu samimiyetle isteyen kadrolar mevcut olsun, işi ciddiye alsın ve devlet imkânlarını -bütün engellemelere rağmen seferber etsin. Böyle bir hamle, bizim dirilişimiz demek olacaktır.

Güzel san'atlar eğitiminde, "insanı tanımak" esastır. Bu sebepten diyoruz ki, "çağdaş bir san'atkâr", hangi güzel san'atlar dalında çalışırsa çalışsın, mutlaka güçlü bir imana, tefekküre, sosyoloji ve psikoloji bilgisine muhtaçtır.

Yani san'atkâr, bir taraftan, kendi dalında birikmiş olan "millî" ve "beşerî" tecrübeyi tevarüs edecek, diğer taraftan, başta "kendi insanı" olmak üzere "mücerred insanı", bütün incelikleri ile tanıyacaktır. Tarih, isbat etmiştir ki, "dehâ" ile "cehalet" bir arada bulunamaz. Bütün bunlarla birlikte, san'atkârda, güçlü bir müşahede, derin bir sezgi, üstün bir tahlil ve terkip kaabiliyeti bulunmalıdır. Bu husus, bir yaradılış meselesi olduğu kadar, bir "eğitim" meselesidir de...

Güzel san'atlar eğitiminde, tâlim ve terbiye kadrosunun teşkili de çok önemlidir. Genç kaabiliyetler, kendilerine rehberlik edecek güçlü ve usta kadrolara bilhassa muhtaçtırlar. Güzel san'atlar eğitimi, "usta-çırak" ilişkileri içinde gelişir. Bu ilişkilerde "ustanın tecrübe ve şahsiyeti" kadar, "çırağın kaabiliyet ve şahsiyeti" de önemlidir. "Usta", çırağı, bir "mukallid" olarak yetiştirmez, ona, "bizzat kendini" keşfettirir. En iyisi, genç kaabiliyetleri, mümkünse, değişik zamanlarda, değişik "ustaların" terbiyesine vermek uygun olur. Osmanlı saraylarında "nakkaşların", "hattatların", "mimarların", "musikişinasların" devletçe himaye edilip kadrolaştırıldıklarını biliyoruz. Yine bunların "üstâdlar" ve "şâkirdan" olarak tasnif edildiklerini görüyoruz. Bu suretle teşkilâtlanan san'atkârların, genç nesillerin yetişmesinde rol oynadıkları ve san'at hayatımızın böylece devamlılık kazandığını öğreniyoruz. Günümüzde dahi, bu tecrübeden istifade etmek mümkündür.

Ancak, unutmamak gerekir ki, güzel san'atlar eğitimi, sadece bir "usta-çırak" ilişkisi olarak düşünülemez. Şayet, böyle düşünülse idi, "eğitim sahası" daralır, taklide, tekrara, monotoniye dayanan "prodüktif" bir zihniyete mahkûm olunurdu. Böylece yetişenler, "güzel san'at eserleri" vermek yerine, "para kazanmak için", birer "zanaatkâr" gibi hareket ederlerdi. Nitekim, günümüzde, Walt Disney'in atölyelerinde böylece çalışan, ha bire "miki fare" resimleri yapan, binlerce "zanaatkâr" vardır.

Bu sebepten diyoruz ki, güzel san'atlar eğitimini, "prodüktif" bir çalışma yerine bir "iş eğitimi" biçiminde organize etmek gerekmektedir. Genç kaabiliyetler, çeşitli güzel san'atlar dalında bilgi sahibi kılınmalı, kendine en uygun dalı şuurla seçebilmeli, seçtiği bu dalda "millî" ve "beşerî" tecrübe ile teçhiz edilmeli, kendi iradesi ile "ekol" ve "üslûbunu" tayin edebilmelidir. Hiç şüphesiz, bütün bu konularda, demokratik bir rehberliğe muhtaç olduğu da unutulmamalıdır.

Bütün bu düşüncelere temel olarak belirtmemiz gerekir ki, genç nesiller, kendi kültür ve medeniyetlerine asla yabancılaştırılmadan, "çağdaş gelişmelerden" ve "yeni beşerî ihtiyaçlardan" haberdar edilmeli ve "genç san'atkârlar" dehânın, psikolojik olduğu kadar, sosyolojik dinamiklere bağlı olduğunu bilmelidirler. Yani, gençler, bütün dâhilerin, orijinal bir kültür ve medeniyetin içinden yükselen bir "ses" olduklarını asla hatırlarından çıkarmamalıdırlar.

Güzel san'atlar eğitiminde "geçmişi bilmek" onu tekrarlamak için değil, "millî ve beşerî tecrübeyi" hazmederek bir "rönesans san'atkârı gibi", yeni ve orijinal eserler vermek demektir. Görülüyor ki, "Türk-İslâm medeniyetini yeniden kurmak" isteyen kadrolar, ağır bir sorumluluk yüklenmiş bulunuyorlar.

S. Ahmet Arvasi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz