"Hâfız", esirgemek, muhafaza etmek, ezberlemek, zihinde tutmak anlamındaki "h-f-z" kökünden türeyen üç harfli kelimedir. Ezberleyen, zihninde tutan, saklayan, koruyan demektir. Din ıstılahında ise; Kur’an-ı Kerim’i bütünüyle ezbere bilen, muhafaza eden kişiye denir.

Ezber sisteminde sahifenin en alt satırından başlanır, sallanarak ezberlenir, o ayet tamamlandıktan sonra bir üst ayete geçilir, üst ayet de ezberlenip alttaki ayete katılarak ezberlenmeye başlanır, böylece on beş satırlık sahife genel olarak 45 dakikada bitirilir. Her ezber ardından hocaya ve arkadaşa dinletilerek sayfa sağlamlaştırılır.

Yüzüne okuması kuvvetsiz olan bir kişi ezberleyeceği sayfayı çözmek için uğraşır, çok sayıda ‘kalet’i çıkabilir ve en önemlisi de çok zaman harcayabilir. Bu nedenle özellikle ezber yeteneği zayıf olan talebelerin yüzüne okuması çok daha kuvvetli olmalıdır. İki yük birden daha ağır gelecek ve ileride sorunlar olacaktır. Hafızlığı yarıda bırakanların veya başlayamayanların geneli ya yüzüne okumakta problem yaşıyorlardır ya da ezber yeteneği yoktur. Bu yüzden öncelikle ezberleyeceği sayfayı bakarak seri bir şekilde hiç takılmadan okuma seviyesine getirmelidir.

Hafızlığa başlamadan önce yapılan yüzüne okuma alıştırmalarında talebeler küçük surelerden başlayarak son cüzü ve bazı önemli sureleri ezberlerler. Böylelikle ezber yetenekleri gelişecektir. Ki daha günde iki satırı ezberlemekte güçlük çeken talebe, gün geçtikçe 1 sayfa, 2 sayfa 3 sayfa ve daha fazlasıyla gelişecektir. Çünkü beyin çalıştıkça gelişen, güçlenen bir varlıktır. Hem de bu küçük ezberler ile talebenin derecesi ölçülebilir, ezberdeki yeterliliği belirlenebilir.

Sabah namazından sonra o günün dersini yetiştirmek için hemen Kur’an’ı açıp ezber dersine başlar. Kiminde tedirginlik, kiminde uykusuzluk, kiminde huzursuzluk… Büyük bir emekle hazırlanır ezberlenecek olan sayfalar. Verdiği o günün dersiyle rahatlaması gerekirken, yarınki dersin hazırlığı yeni bir heyecana ve zorluğa başlangıçtır. Allah Resulü'nün hadis-i şerifleri onda bir teselli kaynağıdır. Çünkü dersin yetişememe ihtimali, ders verirken dersten kalma ihtimali hep vardır. Hafızlık yapmış biri olarak yaşadığım küçük hadiselerden de kısa kesitler sunacağım. Bir yere çağrıldığımız zaman “dersimiz var” diyerek gitmeyen, okunması için gelen hatimleri, para ve baklava karşılığında daha bir heyecanla okuyan gençlerdik. Yatakhanemiz kursumuza iki yüz metre uzaklıkta olduğu için sabah namazını yatakhanenin mescidinde kılar ve koşarak ilk ders vermek için sıra kâğıdına isimlerimizi yazardık. Sıramızı tartışmalar, kavgalar ile bekleyerek dersimizi verirdik. Eğer o günü ders vermiyor olursak, yine ismimizi yazarız. Ders vermeyeceğimiz, son saate kadar hocamız tarafından bilinmesin. Son dakikalarda “olmadı” deyip azarla işi kapatırdık. Tabii intikam yarın sabah başlardı. Dün verilmeyen dersin hesabı sorulur ve ders verilene kadar yüzümüze “bir de dünkü ders” diyerek vurulurdu. Kurslarda falaka yoktur. Fakat artık öyle bir raddeye getirmiştir ki, hocamız en sonunda işi falakada bulmuştur. 15 kişi falaka için tahta önündeyiz. Bir kaçımız yediği dayaktan ağlarken sıra Kayserili bir arkadaşa gelmişti. Hocamız vurdukça sırıtarak gülüyordu. Hocamız işkillenip çoraplarını çıkarttırınca, içinden kartonlar dökülmeye başladı. Hem ağlıyor hem gülüyoruz. Sıra bana gelince, ben de birkaç sopa yediğimde benim de çoraplarımın çıkarılmasını istedi hocamız. Birinci, ikinci çorap derken tam altı çorap çıkardım, haliyle yeniden on sopa ile yerimize geçtik.

Hafızlıkta kullanılan farklı terimler vardır: Yüzüne: Kuran’ı Kerimi sayfaya bakarak okumak, Kalet: Hata, yanlış, Ham (bazı kız kurslarında çiğ): Yeni yapılan sayfa, Has (bazı kız kurslarında pişmiş) : Önceden yapılmış, tekrar edilen sayfa, Haslama: Tekrar etme, Dönüş: Otuz cüzün geçilerek başa dönülmesi, Kuvvetli: İyi çalışılmış ve yapılmış ders ya da sayfa, Zayıf: İyi çalışılmamış ve yapılmamış ders ya da sayfa, Sayfa Açma: (Bazı kurslarda) karışık sorma... 

Kurslardaki ezber sistemi hem yeni sayfalar ezberlemeyi, hem de ezberlenen sayfaları tekrar etmeyi sağlayan çok akılcı bir yöntemdir. Kimi ülkelerde bu sistem yoktur. O yüzden Kur’an’ı baştan sırasıyla ezberlerler. Fakat Türkiye’deki sistem şöyledir:

Kuran’da 30 cüz, her cüzde 20 sayfa vardır. Hafızlık, her cüzün son sayfasını ezberlemek ile başlar. Yani hafızlık, Kur’an’ı düz okuduğunuzda her cüzün 20. sayfasından başlar. Bu 20. sayfa hafız adayının 1. sayfasıdır. Yani; 1. cüzün 20. Sayfası, 2. cüzün 20. sayfası, 3. cüzün 20. sayfası ezberlenerek 30 cüzün son sayfaları tamamlanır. Böylelikle hafız adayı bu ezberleri yaparken “bir”le gidiyordur. Birler biter ve ikiyle gitmeye başlar: 1. cüzün 19. sayfası ezberlenir ve yanında 20. sayfası da ders olarak verilir. Yani ‘ham’ın yanında ‘has’ olan sayfada verilir. Hafız adayı hocasına iki sayfa okur. 2. cüz, 3. cüz… Sırayla 30 cüzde böyle tamamlanınca hafız adayı ‘ikiler’i bitirmiş olur. Böyle böyle her cüzün son sayfalarından sırayla ezber yapılarak ilerlenir. Hamlar ezberlenir, önceden yapmış olduğu haslar tekrar edilerek ikisi birden hocaya verilir. Ve böylece son cüze kadar devam eder.

Günlük verilen ders ile hafızlık iki ya da iki buçuk senede tamamlanabilir. Dersten kalan talebe veya haftada beş dersin altında ders veren talebenin iki buçuk yılda bitirmesi mümkün olmayabilir. Özellikle hocaların, yeni başlayan talebeye taviz vermeden kesin bir şekilde ders alması ve talebenin dersten kalmamasını sağlamasıdır. Çünkü talebe kalmaya başladı mı bunun devamı gelir, hafızlık gerilemeye başlar.

Çok zeki ve ezber gücü yüksek olan talebeler bir yeni sayfa, yani bir ‘ham’ ile yetinmeyip iki tane alabiliyor. Dolayısı ile hafızlık daha erken bitiyor. Ama burada önceki sayfaları yani hasları kuvvetli yapmak şartı vardır.

Bazen hocalar sayfalarını kuvvetsiz gördüğü talebeye “has”lama yaptırır. Bu, yeni sayfa almadan ezberlediği sayfaları tekrar etmesi ile yapılan bir dönüş demektir. Hafızlıktan sonra yeniden tekrar etme, kuvvetlendirme çok önemlidir. Yoksa 604 sayfayı unutma ihtimali çok yüksektir. Her tekrardan sonra günlük 40-50-60 sayfa yaparak bunu geliştirmelidir.

Hafızlık kurslarının bu güzelliği yanında bazı noksanları da mevcut. Fıkıh dersleri verilmiyor ve ilmihal dersleri ise çok teçhizatlı değil. Edeb, ahlak, oturuş kalkış, nizam yok. Kof bir hafızlık ile senelerini harcayan ve harcatılan talebe, dışarıya bön ve kaba olarak çıkıyor. Elbette hafızlık kurslarından farklı eğitimler beklemiyorum lakin ağırlığı gurbetçi olan ve 3-4 sene boyunca tüm haftasını içeride geçiren talebelerin evinden ve ailesinden daha fazla kaldığı yurtlarda hafızlığın dışında başka bir eğitimin verilmemesi de ayrı bir vakıa. Üç-dört senede hafızlığı bitirmiş biri Kuran'dan başka bir şey bil(e)meden çıkıyor. “Diyanete açık mektub” yazımda belirtmiştim fakat önemine binaen şunları söylemeliyim:  Kurslarda okuyan talebe, imam-müezzin olacak ama ilim yok. Veriliyor eline diyanetin ilmihal kitabı ve/ya kuru bir “yeterliliğe hazırlık” kitabı, onunla geçiyor sınavı veya kalıyor. Sınavı geçenlerin ilmi ise kitabdan öğrendikleri kadar. İlerisi yok. Yeterli mi? Hayır, nerede Arapça, fıkıh, akaid, kelam, mantık, tefsir, hadis dersleri..? Camideki cemaatin bilinçlenememesi imamların ilmen bilinçlenememesinden kaynaklanıyor. Diyanet, hafızlık kurslarında ibtidai olarak bu dersleri verebilir. (İmam Hatipler bu işi görüyor derseniz, hafızlık kurslarında, talebeler haftada iki gün gidiyorlar okula. Bırakın Arapçayı, din bilgisini bile zor öğrenirler).

Hafızlık sonrası için, bir-iki senelik tahsile medrese tarzı kurslar açılmış olsa hem Arapça hem de fıkhını, akaidini, kelam ve Osmanlıca derslerini alarak kâmil bir şekilde imamlığa hazırlanır gençler. Ki bu hazırlık ilahiyatı bitirmelerine bile vesile olur. Bu çarpık sistemin böyle devam etmesi sonucunda, her zaman hafızlığını ileride unutacak ve hiç de Kur’an’la alakası olmayacak insanlar yetiştireceksiniz. Bugün hafızlığını koruyan, gerçek manada kullanan ve bunu ileriye taşıyan kaç kişi var? Hafızlık çok büyük bir meziyet… Dünyada da ahirette de böyle; fakat bu meziyeti basitleştirmek, “kafası çalışmıyorsa hafızlığa verelim”, “okumadı bu hafızlığa verin gitsin” gibi hafızlığı “kasablığa” çeviren anlayışa karşıyım. Hafızlık aptalların, kafası çalışmayanların işi değil bizzat zeki insanların işidir. Kemalist rejimden önce Kur’an hafızları yanında hadis hafızları da yetiştirilirdi. Rejim sonrası önü engellenince geriye sadece Kur’an hafızlığı kaldı. Hafızlık kafası iyi çalışanların işi olmalı ve Kur’an hafızlığı yanında hadis hafızlığını da yapabilmeli. Yeniden bu müesseseleri yaşatabilmeliyiz.

Ebu Mûsâ el-Eş’ari, Basra vâlisi iken Halife Ömer’e yazdığı bir mektubta Basra’dan birçok kimsenin Kur’an ezberlediğini bildirmiş, Halife de ona maaş bağlamasını istemişti. Ebu Mûsâ ertesi yıl hafız sayısında büyük bir artış olduğunu haber verince Hz. Ömer “Onları kendi hallerine bırak. İnsanların Kur’an ezberlemekle meşgul olurken onun hükümlerini öğrenmeyi ihmal etmelerinden kaygı duyuyorum” diyerek hafızlara maaş bağlamanın sakıncalı olacağını kanaatine vardığını belirtmiştir. (Abdülhay el Kettâni:111/95)

Hz Ömer’in feraseti bizlere hafızlık sisteminin nereye vardığını anlatıyor bile.

Endülüs’te bazı kuraya kıraat dersi ve hafızlık çalışmaları için belli mescidler ayrılmıştı. Endülüs âlimlerinden Ebu Bekir İbnü’l-Arabi ülkesinde çok başarılı bir metodun takip edildiğini, ilköğretimin yazı, hesap ve dil bilgisiyle başlatıldığını, daha sonra Kur’an hocasının talebesine şifâhi olarak Allah’ın kelâmını tâlim ettiğini, çocuklara kabiliyetlerine göre Kur’an’dan bir kısmını ezberlettiğini, hafızlığını tamamlayanlardan, öğrenimlerini fıkıh ve hadis dersleriyle sürdürdüklerini bildirir. (Ahkamü’l Kur’an - 4:1895)

Hafızlığın sadece hafızlıkla kalmadığını, ileriye götürdüğünü, kabiliyetlere göre de farklı dallarda ilim verdiklerini görüyoruz.

“İslam dünyasının birçok yerinde Kur’an hıfzına küçük yaşlarda başlanırdı. Tabakat kitaplarında yer alan belli sayıdaki kura, dönemlerinin en meşhurlarıdır. İbnü’l Cezeri’nin de Bursa’ya gelmesinden sonra Osmanlılar kıraat ilminde büyük bir gelişme olmuş ve binlerce hâfız yetiştirilmiştir.” Kemalist rejimin Batı tarzı yaşama kompleksi ve Hristiyanlaştırma gayesi ile kurulan okulların varlığı ve mecburi okuma, dinimizi, dilimizi, kültürümüzü öğrenmemizin önünü kesmiştir. Haliyle kesintisiz eğitim yüzünden küçük yaşlarda ne hafızlığı öğrenebildik ne de ilmimizi.

Rejimin kurulmasından sonra, 1950’li yıllara kadar, âlimlerin özel çabalarla çok az sayıda da olsa hafız yetiştirilebildiği söylenmektedir.  Ali Rıza Sağman’ın “Din Adamları Nasıl Yetiştirilmeli” kitabında “rejim döneminde hafızlık mesleğinin nerede ise ölmek üzere olduğundan yakınarak bu işin bir nizama bağlanması” istenmiştir.

Necdet İçel’in “Asr-ı Saadetten Günümüze Hafızlık Müessesesi” başlıklı yazısında belirttiği istatistiklere göre: “1923-1933 yılları arasında dokuz olan resmi Kur’an kurslarının sayısı 1991’de 5000’i aşmıştır. Kur’an kurslarında hafız olanlar için her ders yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nca tesbit edilen bölgelerde imtihan açmakla, başarılı olanlara hafızlık belgesi verilmektedir. 1970’ten bu yana Türkiye de Kur’an kurslarında yetişen ve belge alan hafız sayısı 30.000’den fazladır.”

Kur'an kurslarına çeşitli akademisyenler, ehil hocalar, yazarlar, şairler vb. kişilerin getirilmeleri, gençlerin ileriye dönük kararlarına yardımcı olacak ve onların ufuklarını açacaktır.

Kur'an kurslarında kitaplık var ama kitab yok, veya diyanetin hazırlamış olduğu kitaplar var. Neden Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Cemil Meriç, Cahit Zarifoğlu vd. yok?

Hafızlığı bitirmiş biri, sınava girip kazanamayınca, kursuna geri dönüp de yeniden çalışıp, sınava girmek istemiyor. Çünkü senelerini verdikten sonra sınavı kazanamaması ayrı bir bunalım veriyor. Hali itibariyle yeniden hafızlığa çalışmak yerine kursu bırakıp başka işlerde çalışıyor. Koca bir hafızlık da heba oluyor. İsterdim ki "şartlı geçiş" olsun sınavdan kalanlara. İlk 10 cüzden (200 sayfa) sınava tabi tutulsun. Geçince, diğer 10 cüz ve sonraki 10 cüz. Sonra toptan sınava tabi tutulsun. Bu makul gelmeyebilir fakat hafızların harcanmaması için farklı usuller getirilmesi gerekir.

Birkaç hadis-i şeriften sonra yazımı noktalıyorum:

“Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir ” (Buharî, Fedâilu’l-Kur’an, 21)

Ebu Hureyre'den nakledilen hadis-i şerifte, Allah Resulü şöyle buyurdu:  "Kur'an'ı yüklenen (hafız) ve onunla amel eden kişinin baba ve annesine öyle bir taç giydirilir ki güneş bile o tacın ışığı yanında ışıksız alır." (Müslim)

Mümin Kur’an’ı Kerimi hatmettiği zaman, altmış bin melek onun için Cenab-ı Hak'tan mağfiret talep eder. (Deylemi, Müsnedü'l-Firdevs)

Hz. Ali r.a. anlatıyor: "Resûlullah s.a.v. buyurdular ki: "Kim Kur’an’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır."  (Tirmizî, Fedâilü'l-Kuran, 13; İbn Mâce, Mukaddime, 17.)


M Taha İnci - Baran Dergisi 357. Sayı