İslâmiyet, tam ve kâmil manası ile bir "hayat nizamı"dır. Hayatın her cephesine orijinal bir bakış tarzı getirir ve yepyenidir. İslâmiyet, tefekkürü ile, içtimai, İktisadî ve siyasi yapısı ile bir bütündür. Eşi ve benzeri bulunmayan bir Allah'a iman ve tarihin kaydettiği en büyük peygambere sevgi mihveri üzerine kurulu bulunan İslâm Medeniyeti, bu bütünlüğün müşahhas örnekleri ile doludur. Beşeriyet, bu bütünlüğü idrak ettiği zaman yücelme imkânı bulmuş, bundan mahrum olduğu zaman da ıstıraptan ıstıraba yuvarlanmıştır.

Güzel san'atlar sahası, "İlim sahasından" farklı olarak orijinaliteye sübjektifliğe; üslûba ve şahsiyete önem verir. Durum, yalnız "san'atkârlar" açısından değil, "medeniyetler" açısından da aynıdır. Büyük ve güçlü bir medeniyetin ortaya koyduğu "estetik telâkki" de, eserler de orijinaldir. Yani güzel san'atlar sahası, taklidi, kopyayı, teksiri ve şahsiyetsizliği çirkin bulur ve reddeder.

Bir san'atkâr gibi, bir medeniyet de kendine has üslûbunu korudukça ve san'atta şahsiyet sahibi oldukça canlılığını ve dinamizmini ayakta tutabilir. Islâm medeniyeti de yüce ve mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim'in ve şanlı Peygamberimizin emirleri ışığında geliştirdiği kendine has "estetiği" ile asırlarca sözün, ahengin, rengin ve sesin dehâsına ulaştı. İslâm dünyasında yetişen şairlerin, mimarların nakkaşların, kurra'ların ve hatiplerin eserleri ve ünü, âlemi sardı. İslâm san'atı, Greko-Lâtin kültür ve medeniyetinin değerlerinden çok farklı olarak doğdu ve gelişti. Müslümanlar güçlü iken ve dünyaya hâkim iken bu orijinal san'at telâkkisi de dipdiri idi.

Bir san'atkâr şahsiyetini, bir medeniyet haysiyetini ve hayatiyetini korumak istiyorsa, kendi "estetik dehâsı"na yön veren telâkkileri "mukaddes bir emanet" gibi korumasını ve kollamasını bilmelidir. Medeniyetler, birbirlerinden "san'at telâkkileri" ile de ayrılırlar.

Bir İlim Olarak Estetik

Bilindiği gibi, "ilimleri, " üç kategoride incelemek mümkün olmuştur. Bunlar "pozitif ilimler" (yahut kanun koyucu ilimler), "deskriptif ilimler" (yahut tasvifi ilimler), "normatif ilimler" (yahut, kaide koyucu ilimler) olarak sayılagelmiştir. Günümüzde "estetik" (bediiyat), müstakil bir ilim sayılmaktadır. İlim adamları, "Estetik ilmini", haklı olarak "normatif ilimlerden" sayarlar. Gerçekten de "estetik" , bir ilim olarak, insanoğlunun bu konuda verdiği eserleri inceleyerek "kaide" koymaya çalışır; güzellik mefhumu hususunda insanların ulaştığı âlemşümûl normları keşfetmek ister. Estetik, bir "ilim" olarak ne kadar başarılı olmuştur? İtiraf etmek gerekir ki, estetik, henüz ilim olma yolunda çok önemli mesafeler katetmiş değildir. O şimdilik bir "ilimden" çok, bir "sanat felsefesine", yahut bir "sanat tenkidine" veyahut bir "sanat tarihine" benzemektedir.

Bizim bir kusur olarak ortaya koyduğumuz bu durumu, Fransız estetikçisi Charles Lalo, normatif ilimlerin tabiî bir hususiyeti gibi kabul ederek şöyle der: "Nasıl ki, mantık, her türlü hakikatin kanunları ile onları meydana getiren ilimlerin üzerinde felsefî bir düşünüş ise ve yine nasıl ki ahlâk, ferdî veya İçtimaî faaliyetin, işin psikolojisi, örf ve âdetler ilmi üzerinde felsefî bir düşünüş ise, öylece iyi kavranmış bir bediiyyat (estetik) da her şeyden önce kendisinin yollarını hazırlamış olan san'at tenkidi ve sanat tarihi üzerinde felsefî bir düşünce olmalıdır." (Bkz. Charles Lalo -Estetik B. Toprak tercümesi, 2. baskı, sf: 13).

"Estetik" , bir ilim olarak henüz felsefeye çok muhtaçtır. Gerek sahasının genişliği; gerek insanın sübjektif dünyasını pek fazla ilgilendirmesi ve gerekse bu sahada beşerî tecrübenin yetersizliği bu ihtiyacı şiddetlendirmektedir. Gerçi, kültür ve medeniyet tarihinde, insanlığın "estetik" ile pek fazla ilgilendiğini görüyor isek de sahanın niteliği icabı, istenen biçimde bir "estetik ilmi" kurulamamaktadır. Ama, bu konuda yapılan araştırmaları küçümsemek de mümkün değildir. Belki bazıları, estetiğin, felsefeye bu ihtiyacını, onun genç bir ilim oluşu ile de açıklayacaklardır. Bu iddia, bazı cemiyetler için doğru da olabilir. Fakat, hemen belirtelim ki, İslâm kültür ve medeniyetinde, çok önemli bir kısmı ile "estetik" (bediiyyat), bir "ilim konusu" halinde incelenmiştir. Meselâ, Fârâbî (M. 874-950), "İlimlerin Sayımı" adı ile dilimize çevrilen kitabında bundan bin küsur yıl önce, bugün, estetiğin önemli konuları arasında sayılan "menazır" (perspektif) problemini "ilm-i menazır" ve musikî sahasında da "ilm-i musikî" olarak incelemiş bulunmaktadır. (Bkz. Farâbî -İlimlerin Sayımı Çev. Prof. Ahmet Ateş, 1955, İstanbul Maarif Basımevi, Sf: 92-101).

Estetiğin konusunu tayinde güçlük çekildiği gibi, bizzat "güzel"i tarif etmede de çok farklı temayüllere rastlamaktayız. San'at tarihinden öğrendiğimize göre, fert ve cemiyet olarak insanlık, bu konuda çeşitli "ekollere" bölünüp gelmiştir. Dün olduğu gibi bugün de san'atkârlar, yalnız üslûpları ile değil, "ekolleri" ile de birbirlerinden ayrılmakta ve güzel san'atların bütün dallarında çeşitli akımlara uymaktadırlar. Biz, bütün sosyal ve psikolojik olaylar gibi, güzel san'atlar sahasında da "çok faktörlü" bir dinamizmin mevcut olduğuna inanmakla birlikte, kısaca diyebiliriz ki, her felsefenin, her ideolojinin, her dinin ve bunlara mensup bulunan her san'atkârın ayrı bir "san'at dünyası" vardır. Her san'atkârın âlemşümûl güzeli, bu dünyasında oturarak veya yaşayarak arar.

Ahmet Arvasi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, 73-76