Sanat insanı Mutlak Sanatkâr'a ulaştıran bir köprüdür. Gerçek sanatçı da, eşyada kendisini ikaz eden işareti kavrayıp varlığın birliğine şahitlik eden, Mutlak'ın gücü karşısında acz ve sınırlanmışlığını görüp hayret ve hayranlık hissiyle dolan, aczinin idraki içinde teslim olandır. Ne var ki, tüm bunları yapabilmek için gözün tekâmül etmiş bir ruhun penceresi olması, ruhumuzdaki dönüşüme şuur seviyemizdeki değişimin karşılık vermesi gerekir... Göz ancak bu sayede şeylerin maddî kabuğunu delip doğruya iştirak edecek, görünmez biçimin görünür imgesini tanıyıp onu okuyabilecek; işaretten işaret edilene yönelebilecektir.

Ancak, ruhîliği estetik temsil aracılığıyla ifade etmek, gündelik hayata dair şeyleri estetik ilginin nesnesi haline getirip hayrete mevzu kılmak kolay bir iş değildir... Hayatı estetiğin içinden yaşamayı, hayatın tüm alanlarıyla estetik bir bağ kurmayı, stil sahibi olmayı gerektirir. Eğer bir tarzınız yoksa kültürel bir norm da oluşturamazsınız. Dahası, elinizde her örgüsü tezadsız, bütüncül-ideal bir sistem yoksa tarzdan da bahsedemezsiniz. Böyle bir durumda da karşınızda bütün bir dünya ve bu dünyanın karşısında duran bütün bir insan da yok demektir... Mecburiyetleri iradesini aşar biçimde emperyalizmin çıkarlarına bağlanmış, rutine bağlı, yitirilmiş bir hayat süren biçimsiz yığınlar söz konusudur. Dolayısıyla tutkuyla bir şeye bağlanmak, güzele sonsuz bir özlem duymak; sıradan insanların ilgi duyduğu şeylere karşı duyarsız kalmak ve bunun ödülü halinde başkalarının görmediklerini görmek, her insanın harcı değildir... Uçurumun kenarında yürümek ve sürekli aşağı bakmak kadar netameli bir iştir... İnsan kendini hep muhasebe ve murakabe altında tutmak zorundadır. Böyle bir hayat yorucudur, insanın ruhunda derin yaralar açar. Fakat "Büyük acılar büyük arınmadır", insana mesafe kat ettirir; olgunlaştırır, insan arınır ve yenilenir... Acı da zevke inkılâb eder. Bu zevk imanîdir. Ve "İman zevken idraktir."

"Allah güzeldir, güzeli sever", ölçüsü bağlamında söylersek; İslâmî kaygıları olan insanın da, Mutlak Bir'den anlık bir parıltı halinde yayılan ihsasları idrake istidadının olması, güzel karşısında zihnî bir heyecan duyması ve bunu yaşamanın şartlarına mâlik olması gerekir. Çünkü, güzel olan her şey Hakk'tadır, eşyaya Hakk'tan yansır. Dolayısıyla, bu bakışı temin edecek nur mü'min gözlerde yuvalanmadan, turistikleştirilmiş zihinlerimizle dünyayı Kilise'nin penceresinden seyretmekten kurtulmamız; güzelliğin kaynağıyla buluşup İslâmî tahassüsü yansıtan eserler üretmemiz, “belirlenen” konumundan çıkıp “belirleyen” konumuna geçmemiz zor hatta imkânsızdır.

Görüş: Mevlüt Koç

Makalenin tamamı için TIKLA