İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nu anlamak, Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl’ı anlamak olacaktır. Aynı şekilde Necip Fazıl’ın hakikatini anlamak, Salih Mirzabeyoğlu’nu anlamak demektir. Bu meyanda, Salih Mirzabeyoğlu’nun ebediyet âlemine intikalinin 4. yılında (Üstad’ın ise 39. sene-i devriyesinde) bazı anılara ve mevzulara temas edeceğim.

İslâmcı gençliğin bir zuhuru olan Yüksek İslâm Enstitüleri boykotlarına Gölge dergisi kadrosunun verdiği destek vesilesiyle Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıdım. Tabiî ki Salih Mirzabeyoğlu’nun mücadelesi daha öncelere gidiyor. 1968 yıllında Eskişehir’de Milli Nizam Partisinin kuruluşuna aktif olarak destek verip GÖLGELER ismiyle eylemlere imza atarken, bu isim ve nisbetinin izahını ise 1975 yılında çıkacak ve ilk ihtilalci ses olan şanlı GÖLGE dergisinin giriş yazısında şöyle yapmış idi:

Dava çilekeşinin hamurkârlığını yaptığı gençliğe; ‘neredesin’ feryadına, aksi sedâ gibi tekrarlayıcı ‘neredesin?’ cevabıyla değil, ‘murad edilenin GÖLGESİ kabul edilebilirsek buradayız, hedefimiz aslı gibi olmaktır.’ demek niyetiyle çıktık…” (1)

Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıdığımdan beri bizlere hep Üstad’ı anlatmış idi. Büyük Doğu davasında fâni olması onun temel vasfı idi. Mücadelesi buna canlı misal olduğu gibi eserleri de kalıcı bir delil teşkil etmektedir. Biz onun aşkına-vecdine ve cesaretine tâbi olup kendi şahsi fikirlerini de beğenirken, o bize devamlı Büyük Doğu davasından bahsetti. Hatta o zamanlar Üstad ile birebir beraberliği yok idi. Ancak o, adam tanımanın surat tanımak olmadığını idrak etmiş ve kendinden zuhur halinde Büyük Doğu davasını sırtlanmış idi. Onun bu tavrı, şimdi birçoklarının yapmaya çalıştığı gibi üstadlık, yani benlik davasından uzaklığına ve samimiyetine bir delil olurken, bir davaya ve lidere bağlı olarak hem kendini hem davasını nasıl geliştireceğine de bir misal olmaktadır. Onun ihlas ve samimiyeti o derece idi ki, kendisini Üstad’ın yerine ikame etse biz yine ona tâbi olacak iken buna hiç yeltenmedi; nisbetini (edeb) her zaman muhafaza ettiği gibi, “şairlerden bir şair” olarak görülerek unutturulmak istenen Necip Fazıl’ın hakikatini meydan yerine dikti.

Salih Mirzabeyoğlu, 1979 yılında çıkan Akıncı Güç dergisiyle Büyük Doğu’ya bağlılığını açıkça ilan eder ve üstadlığa yeltenenlerin defterini dürerken, Üstad’ın konferanslarıyla coşan o zamanın iyi hasletli, ideal ve heyecan nesli bize de gençlik heyecanımızı fikirle kalıcı kılmak ve yürüyüşümüzde pusula olarak kullanmak için Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eserini hararetle okumamızı tavsiye ediyordu. Ve yine aksiyoncu gençliğe pusula değerindeki İdeolocya ve İhtilâl eserini kendisi örgüleştiriyordu. Bu eserle birlikte, Bütün Fikir Gerekliliği eserindeki “iktidar-siyaset-hareket” bahislerini de bütünleştiriyordu. Daha sonra Üstad’ın daveti üzerine dergi-kitap formatında Rapor’larda “Necip Fazıl ve Yeni Dostları” olarak 7. ve 12. sayılar arasında Hesaplaşma, Rapor’a Bakış, Gençliğin Birleştirilmesi, Ön Meselelerimiz, İhtilalci Teşkilat Durum Çözümlemesi Strateji ve Taktik Üzerine ile Hedef Vasıta İlişkileri başlıklarıyla İslâmî mücadeleyi sistemleştiriyordu.

Rahmetli Necip Fazıl, başta İdeolocya Örgüsü eseri olmak üzere Büyük Doğu dünya görüşü ile İslâm’a muhatap anlayışın “nasıl”ını örgüleştirirken, Üstad’ın izinden giden rahmetli Salih Mirzabeyoğlu ise İBDA fikriyatı ile İslâm’a muhatap anlayışın “niçin”ini ortaya koymuştur. Ondan dolayı Büyük Doğu ismi var iken İBDA ismi ile zuhur etmek ve yine bundan dolayıdır ki, Büyük Doğu davasının yanına muhakkak bitişmek zorunda idi. Biri esas ise öbürü usûl ve birbirlerine muhtaç ve ayrılmaz çifte kanat hikmeti, BD-İBDA birleşik ismi ile tecelli etmektedir.

“Niçin” davası önemli. Zira “nasıl”ı diri tutan ve yürütecek olan “niçin” davasıdır. Öyle ki çağımızda “nasıl”dan ziyade “niçin” sorusu önemli oluyor. Mesela, “Namaz nasıl kılınır?” sorusu yanında, “Namaz niçin kılınır?” sorusu da sorulmaktadır. Çağımızda henüz İslâmî düzen tesis edilemediğinden ve kafa karışıklıkları çok olduğundan birçok meselede “niçin” sorusu ağırlık kazanmakta ve bu da hikmet ağırlıklı bir dil ve diyalektiği gerekli kılmaktadır. Bu mevzuunun şeriatta karşılığı ise hikmet-i teşri olmaktadır. “Nasıl” ağırlıklı olmasına rağmen Büyük Doğu’da “niçin” davasının da bulunduğunu, keza “niçin” ağırlıklı İBDA’da da “nasıl” davasının olduğunu da hatırlatalım. İBDA külliyatını dikkatli okuyanlar görecektir ki, Salih Mirzabeyoğlu’nda İslam hikemiyatının kurucu vasfı öne çıkmaktadır. Çağımızda İslâm hikemiyatını ilk sistemleştiren isim olarak Allah’ın vehbî bir ilim (ilm-i ledün) verdiği, Üstad’ın “ifrat halde tecrit” diye övdüğü tefekkür dehası Salih Mirzabeyoğlu bu rolü ile İslamcı düşünce ve aksiyon açısından kurtarıcı olmaktadır. Çağımızda “niçin” davasının önemine yukarıda değinmiştik. Hitap ettiği çevre açısından uyarıcı ve faydalı olan Yusuf Kaplan’ın aşağıdaki tesbitlerini de bu mevzuda paylaşmak istiyorum:

“Doğrusu ben Salih Mirzabeyoğlu’nun hakkının yendiğini düşünüyorum. Çok esaslı metinleri var. Okunması gereken, harcanan eserler. Eserlerini de okuyorum şu an. Derinlikli bir medeniyet fikri ve çağdaş İslâm düşüncesinin inşası konusunda güzel ipuçları var.” (2)

“Niçin” davasının usûl meselesi demek olduğunu ve aslı yürütmek için usûlün şart olduğunu, çağımızda İslâm metinlerinin (Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas) asıllarıyla mevcut olduğunu ancak aynı zamanda anlam ve yorumlama faaliyeti demek olan usûl ve niçin davasının idrak edilmesinin zaruri olduğunu hatırlatalım. Salih Mirzabeyoğlu’nun misyonunu doğru anlamak ve onda derinleşebilmek açısından İslâm diyalektiğinin diline sahip olmak (İBDA Diyalektiği) ve bunun vasıta fikri olarak İslâm hikemiyatını özümsemek (İslâm’a muhatap anlayış davası) hayatî önemi haizdir.

İslâmî düşünce ve ilimlerdeki dağınıklığı da giderici (bu mevzu dünya görüşü ile alakalıdır) ve bilgi teorisine de işaret edici şu tesbitler İBDA Mimarı’na aittir:

“İlim, içten ve dıştan kavrayıştır; içe dair olursa ona ‘hikmet’ adı verilir. Topluma göre hükümetin rolü ne ise, ilimler arasında da hikemiyatın rolü odur.” (3)

Kuru bilgi ve malumatı değil, içselleştirilmiş bilgi ve marifeti (irfan) önceleyen ve iman nuru ile hâlelenen İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun bilgi anlayışı eserlerinde tebellür eder. Özetle İBDA fikriyatı malumat ve bilgi yükü değil, inanç hâline geçmiş-gelmesi gereken fikirler manzumesidir. Hakikî İBDA mensubu, dava aşkıyla birlikte fikirleri içselleştirendir. İBDA fikriyatını iman aşkı ve ahlâkıyla yanaşmayanlar, fikriyatı meta olarak kullanıp onunla dışa üstünlük kursalar bile kendi tekamülleri açısından bir fayda elde edemezler. BD-İBDA dünya görüşü, dış oluşumuzun manivelası ve sistemli bir cemiyet modeli olurken, öncelikle iç oluşumuzun yakıtı olmalı ve bizi yakmalıdır. Salih Mirzabeyoğlu’nu böyle anlamalı ve İBDA fikriyatını dışta bilgi değil, içte marifet ve hikmet olarak bünyeleştirmeliyiz.

Modernizmin ve günümüz eğitim sisteminin (buna ilahiyatlar da dahil) bilgi anlayışı İslâmî değildir. Dekartçı diyebileceğimiz kartezyen anlayışa bağlı olduğu için malumat ön plana çıkmakta ve ahlâk geri plânda kalmaktadır. Kısaca ilim var, irfan yok; öğretim var, eğitim yok diyebileceğimiz bir hâl. İşin ilginci bundan rahatsız olması gereken ve vahyi öncelediğini söyleyen bazı ilim ehli, İslâmî ilimlere de salt bilgi gözüyle bakmakta, ne kadar malumatı fazla olan varsa o kadar rağbet görmekte; bu da Batı’nın scientism-ilimsellik anlayışına benzer bir sapkınlığa yol açmaktadır. Kendi aklına tapan, her biri ayrı bir anlayış-mezhepte olan putperest bir ilim anlayışı revaçta olmakta ve bu durum Müslümanların zihninde devamlı problem üretmektedir. Bu hususta Tahsin Görgün’ün “İslâm, Modernizm ve Batılılaşma” eseri güzel tesbitler barındırmaktadır. Tahsin Görgün söz konusu eserinde, modernizm veya post-modernizmin varoluş ve amaçları olarak artık sonlandığını, dünyanın ve bizim de artık Batılılaşacak bir mevzusunun kalmadığını, kendimizin bir şeyler ortaya koymak zorunda olduğumuzu söylüyor. (4) Eserin son bölümünde ise, dinî ilimlerin durumunu ele alıyor. Molla Fenarî ve Teftâzânî’nin tümden gelimci ve ahlâkçı görüşünden ziyade Dekart’ın kartezyenci görüşüne tâbi olunduğunu ve dinî ilimlerin sorununun ‘epistemik’ ve ‘metotik’ olmadığını bilakis ‘varlık’ meselesi olduğunu söylüyor. Bu yazımızda bu hususu mevzu etmemizin sebebi ise, modernizmin bilgi anlayışıyla İslâmî ilimlere ve BD-İBDA külliyatına yanaşılmayacağı hususudur.

Hasılı kalbimizi dolduran iman nuruyla gözlerimiz ışıldarsa, nefsimizin baskısından ve ataletten kurtulup hak ve hürriyet yolunda ilerleme sağlarız. Üstad ve Kumandan’ın bâtın hakikati budur ve bağlılarından kuvvetli bir iç sesten kaynaklı gür sesler (cemiyet nizamı) beklemektedir.

Kaynakça:

1-Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilal, İBDA Yayınları, İstanbul, 2017, s. 18.

2- My Mecra, Sezai Karakoç Özel Yayını, Yusuf Kaplan, 2021.

3) Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya, İBDA Yayınları, İstanbul, 1997, s. 122.

4) Tahsin Görgün, İslâm, Modernizm ve Batılılaşma, Tirekitap Yayınları, İstanbul, 2021, s. 176-203.

Aylık Baran Dergisi 3. Sayı

Mayıs 2022