Terör örgütü lideri mi, mütefekkir mi? Sanatçı mı, savaşçı mı? Fikirci mi, örgütçü mü? Asker mi, sivil mi? Dinî mi, lâdînî mi? Cana kıyan mı, candan seven mi? Korkulan mı, sevilen mi? Kara bela mı, beklenen yenileyici mi? Bölen mi, zıtlıkları birleştiren mi? Şair mi, şuur ve idrâk ehli mi? Tarih mi, hâl ve istikbâl mi? İdam mahkumu mu, insanın macerası mı?
Birbirine zıt şıkların yerine göre birleşebileceğine nazaran, bütün bunların üstünde ayrı bir terkipten, toplamı değil de ayrı bir terkipten bahsedebiliriz. Bunun için de, küllî bir anlayışa, geniş bir bakış açısı ve derinlemesine bir inceleyişe ihtiyacımız olacak... Yani bu soruyu cevaplamak göründüğü kadar kolay değil... Herkesin baktığı yere göre görme ve körün fili tarif etme durumunu da unutmadan mevzuuyu açmaya çalışalım...
Önce, neden “Kumandan kim?” sorusu?.. “İBDA’cı” iddiamız olduğu için mi?.. Hayır!.. Çünkü, her şeyden önce Sayın Salih Mirzabeyoğlu fikriyatıyla karşımıza çıkıyor; her insanın ister istemez kendi kendine sorduğu “varlık nedir, bilgi nedir, oluş nedir, insanın amacı nedir, hayat nedir, ölüm nedir?” temel sorularını cevaplıyor...
“Ben kimim, nereden geldim ve nereye gideceğim, sonum nedir?” sorularını soran her insan, Kumandan’la yüzleşmek zorunda... Kumandan’la yüzleşememek, kendimizle yüzleşmekten kaçmak mânâsına geliyor... Kumandan’ın hakikatini aramaktan uzaklaştıkça da, kendimizden, kendi hakikatimizden uzaklaşmış oluyoruz. Özet olarak söylersek, “Kumandan kim?” sorusu, “ben kimim?” sorusuyla eşdeğerdir ve Kumandan’ı ararken aslında kendimizi buluyoruz.
Üstün bir dil ve diyalektik ve tutarlı bir kâinat görüşü ile ortaya çıkamadığımıza göre- ki, BD-İBDA dünya görüşü bunu yerine getirmiştir- Salih Mirzabeyoğlu’nu dinlemeye ve anlamaya mecburuz! İnsanî hakikatimiz açısından, kendimizi tanımamız bakımından Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu tanımak zorundayız. Kumandan’ın kimliğinde aslında kendi kimliğimizi arıyoruz, “yaşanmaya değer hayat nedir?” sorusunun cevabını arıyoruz... İBDA Fikriyatı’na bağlanma sebebi de bu zaten...
Mütefekkir yetiştiren mütefekkir Necip Fazıl tarafından “Dünyanının beklediği mütefekkir namzedi” olarak karşılanan Kumandan Mirzabeyoğlu, çağın nabzını tutan, öncü insan, deha... Çağımız insanının hâl izahını, bütün oluş ve olamayışlarını, arayış ve bulamayışlarını, ulvîsinden suflîsine bütün dertlerinin kaynağını ve sebeplerini, yapanı yaptırandan gelici tecrid buudu sahibi Salih Mirzabeyoğlu’nda bulabiliriz... Basit bir misâl olarak söylüyorum: Bir Brezilyalının futbol tutkusundan, bir Batılının popçuluğuna, bir Çinlinin yaşayışından bir esrarkeşin uyuşturucuda ne aradığına kadar bütün çağın hâl ve yaşayışının izâhı... Öyle ki, bir Brezilyalı’yı, bir Çinli’yi, bir esrarkeşi şaşırtacak kadar derinden... “Bütün dertleriyle bendedir kalabalık” mısraındaki gibi insanın köklerine varan ve hissetme kabiliyeti çok yüksek biri, nabzı da yüksek atan biri S.Mirzabeyoğlu...
Ümidimiz, aksiyonumuz onda, arzularımız-emellerimiz onda, sevinçlerimiz-hüzünlerimiz onda, insan olma şeref ve haysiyetimizin hakikati onda, hâsılı bizi hayvandan ayıran ve insan yapan tüm vasıflar en derin hassasiyetiyle zirve hâlinde onda... Her insanda ümit, arzu, sevinç ve hüzün, şeref ve haysiyet var, fakat bütün bunların hakikati olarak “hakikatin hakikati ne?” sorusunu sistemli ve tutarlı bir şekilde cevaplayan üstün insan kumaşı herkeste yok!.. Zaten bu herkeste olmaz!.. Allah’ın gönderdiği yenileyici müceddid ve “mehd” kelimesinde kainatı toplayan zamanın beklenen sahibi... Tarihinden kopuk insanın, tarihinden günümüze ve günümüzden istikbâline bir köprü... İnsanın kimliğini buluşu ve kurtuluş reçetesi...
İnsanın her şeyle ilişkisinin izâhı; kendisiyle, kainatla, Yaratıcısıyla... Bütün insan ve toplum meselelerini tarihten de gelerek hall ve fasledici bir çizgi İBDA...  Nereden geldik, nereye gideceğiz ve yaşanmaya değer hayat hangisi?.. Her insanın kendi kendine ister istemez sorduğu bu soruların cevabı... Çünkü insan, sosyal ve siyasî bir varlıktır... İnsanın iktisadî ilişkileri, hukukî ve ahlâkî ilişkileri, ihtiyaç kavramı, üretim ve bölüşümün hakikati, servet ve güç sahibi olma arzusu, ilâh olma ve ilâhî olma farkı, hâsılı nar-ı beyza hâlinde yanan bir yürek... Şiirimsi tarzındaki Münşeat adlı eserinde de, yanıcı ve yakıcı kimliğini görmek mümkün Kumandan’ın...
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, çağımızın ihtiyaçlarına binaen Mutlak Fikir’den hareketle Tatbik Fikri olarak yeni vasıta sistem kurucusu, bir ideolocya (dünya görüşü) inşâcısı... Çağın karmaşık meselelerine karşı İslâm’a muhatap anlayışı yeniden örgüleştirmesi ve bunu aksiyon sahasına koyuşu... Fikir ve fiili birleştiren bir aksiyon adamı Mirzabeyoğlu... Asırlardır bulanıklaşan İslâm anlayışının tekrar özüne kavuşması, çağın meselelerine karşı sistemli bir anlayışın ortaya konması... Diyalektik ve ahlâk dâvâsı yan yana, İslâm’ın yüzyıl diyalektiğinin billurlaşması...
İslâm hikemiyatı binasının kurulması... İslâm diyalektiği, İslâm hikemiyatı, İslâm estetiği, İslâm siyaseti (sisteme bağlı siyaset), İslâm’ın bâtın ve zâhir çizgisi ve İlm-i Ledünn; kısacaİslâm’ın Kurtuluş Yolu-Fırka-ı Nâcîye... Öyle ya, bütün bunlar olmadan İslâmî çizgi olmaz, olsa olsa şekil ve kalıp müslümanlığı, kolu kanadı kırık bir ucûbe müslümanlığı olur; tam da Amerika’nın istediği “ılımlı İslâm” v.s. gibi...
Eşyayı nasıl algılıyorsun? Bütün iş bu!.. İnsan ve kainat yorumun nedir?.. Hürriyet ve insanî oluş, işte burada başlıyor... Eşya, çıplak gözle gördüğümüz gibi değil... Her şeyin bir iç yüzü varken, eşyanın arkasında bir sebep keyfiyeti varken...
Bize tutulan bir ayna İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu... Derinliğine insan ve genişliğine toplum olarak... Muhiddin-i Arabî Hazretleri’nin buyurduğu gibi: “Aslında herkes kendi nefs ağacından kendi yemişini toplar.”... İşte bunu bize, lafta değil, gerçekte, eşya ve hâdiseler içinden çağımızın mevzu ve meseleleri içinden gösteren, idrâk ettiren, hissettiren bir kâmil şahsiyet Mirzabeyoğlu...
“Sen kendini senden bir parça küçük; /Hâlbuki sende âlem var, en büyük.” Hazreti Ali’nin bu sözünü naklettikten sonra Özün Özü adlı eserinde Muhiddin-i Arabî Hazretleri şöyle diyor: “Bir mürşide gider, özüne karşı anlayış alırsan, her şeyi sende ve seni her şeyde var görür; yakînen bilirsin.”... Bizim mürşidimiz ise, çağımızın İslâm’a muhatap anlayışıdır; kendinden zuhurumuzun tecelli edeceği vasıta sistem olan BD-İBDA İslâma muhatap anlayışıdır... Var oluş ıstırabı çekenlere, hakikat kaygısı taşıyanlara... Mürşidimiz Salih Mirzabeyoğlu ve rabıtamız BD-İBDA İslâma muhatap anlayışıdır; yani zikrimiz fikrimizdir, fikrimiz zikrimizdir...
“Futüvvet” sahibi olarak zuhur eden Kumandan  Mirzabeyoğlu... Suyun akışı gibi; fizikî ve ruhî türlü işkencelere rağmen, “Telegram-Zihin Kontrolü” denilen her çeşit kahpeliği barındıran “modern büyü”lere rağmen, başka türlü olamazdı; ilâhî bir cehd ve sabır...
Düşünce tarihinde her şey olmuş; insanları yakmışlar, işkence yapmışlar mütefekkirlere... Ama bunlar kadar aşağılık olan yok... Bayağılıkta dibe vurmuş soysuzlar!.. Soyu temiz Kumandan’a yapılanları kastediyoruz... Ham yobaz- kaba softa takımı da, reformcu müctehid bozuntuları da, küfür yobazı da Kumandan’a karşı olmada müşterekler... Çünkü Aslana karşı olmada, kara kulak takımı birdir... Sözde Batıcısı da, sözde İslâmcısı da Kumandan’ı görmezden gelme ve ademe mahkûm etme tavrında müşterekler; fakat kendileri deve kuşu gibi başlarını kuma gömmüşler ve silinmek üzereler... Zaten, Batı medeniyet projesinde kendilerine atılan bir kemikte birleştiler... Bu iki grubun kavgaları da temelde kemik kavgasından başka bir şey değil... Küfür yobazı, Kumandan’ı sevmez çünkü en nefret ettiği bir dünya görüşü söz konusu; sözde İslâmcısı da sevmez çünkü Kumandan’ın varlığı kendi sahte dengelerini bozar...
Gündemden ve gerçeklerden kopuk ve hiçbir ağırlığı olmayan kişilerin İBDA’yı görmezden gelme çabaları da kendileri gibi yok sayılacak bir çaba... Hiçbir fikir ve aksiyona fidelik yapamadıkları gibi, hiçbir mevzu ve meselede gündemi tayin edecek bir fikir ve aksiyona mâlik olmayan bu kişilerin, düzenin onlara bahşettiği köşelerinde ahkâm kesmeleri gündemi bulandırmak ve gerçekleri saptırmaktan başka bir şey değil. Bu lüpçü tipler, kanlı-canlı bir gerçek olan, fikirleri, başta Türkiye olmak üzere tüm İslâm Âlemi’nin ümit ve beklentileriyle örtüşen Kumandan’ı sevmezler ve nefret ederler. İçi boş bir çuvaldan başka bir şey olmayan bu meccanî ve asalak tipler, “reel-politik”ten de habersizdirler; “realiteye uymalıyız!” şeklindeki sözleri de, başkalarının politikalarının kuklaları olduklarının itirafıdır.
Ülke gerçeklerinden, hâdiselerin geliş ve gidişinden, dünyanın nereye gittiğinden habersiz bu kukla ve bir o kadar da hain tipler, küçümsenecek ve yok sayılacak cüce yaratıklardır. Kumandan’a düşmanlıkları da, onlara cüceliklerini hatırlattığı içindir. Bunların kotardığı ne bir hareket, ne bir örgütlenme vardır; menfaat olmaksızın onlar için harekete geçecek ve gerektiğinde canını verecek etraflarında kimse de yoktur. Bu tiplerden biri bir şiir okudu, üç ay hapis yattı, oldu sana “şişirme kahraman”; çevresindekiler de böyle lüpçü ve parsacı tipler... Bir de utanmadan “BOP’ta inisiyatif sahibi” olmaktan bahsediyor. Sen kukladan başka nesin ki, ne müstakil bir hareketin, ne müstakil olarak bir siyasetin var! İnisiyatif sahibi olmak kim, sen kim?
İBDA bugün, ne 70’lerdeki, ne 80’lerdeki noktasında değil ki, güya ademe mahkûm edecekler. Kaidesi- kökü sağlam bir hareketi, köksüz, kültürsüz ve meccanîler ancak hasetlenebilirler. Çünkü haddini bilmeyen küçük, ancak büyüğe hasetlendiğiyle kalır...
“Fütuvvet” ise şu: “Dostlara afv ve safh ile muamele. Yiğitlik. Cömertlik, kerem. Soy temizliği... Necib. Soyu temiz.”
Hakikati bir kişi bulur, bir milyon kişiye tasdik ettirir... Yine bir kişi çıkar ve mücadele de bu bir kişiler arasında olur. Ve hemen demokrasi yalanına geçiyoruz.... Demokrasi, insanları ayak takımıyla yönetmenin yolu... Onun için iki taş üst üste gelmez...
İBDA Külliyatı zor, anlaşılmıyor, çetin ceviz deniyor... Anlamadığını anlıyor musun, bu da bir kârdır... Anladım yok, anlar gibi olmak var; zaten tam anlamak mümkün değil, şuur seviyesi meselesi... Cehd etmek ve işin rüzgârını almak mühim... Tam anlamadım ama bir şeyler hissettim...
Çetin ceviz yemişini vermez, derler... Külliyatı kolay kolay başka dile de çeviremezler. Çevirinin kötü yanı, adam alır kategorize eder seni... Bir kalıba soktuğu ân işini bitirir... Fakat İBDA’yı bir kalıba sokamıyorlar, onun için İBDA ve Kumandan üzerinde çeşitli rivayetler... Hani, “en çok konuşulan, en az bilinen örgüt” meselesi, hani “isminden bahsedilmeyen örgüt” meselesi...
İBDA hiçbir kalıba girmez... Kumandan’ın eserlerinin muhtevası ele geçmez. Bu Kumandan’ın gücü; İBDA’yı çözümleyemezler. Zaten çözümleyemediler, fikriyatı ve örgütlenmesi sırlarla dolu...
İBDA Mimarı Mirzabeyoğlu, Mütefekkir mi müctehid mi? İBDA Mimarı’nın fikir hüviyetini de çerçeveler cevabı, Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl’dan işaretleyelim:
“Demek ki, hem gerektirdiği şartlar ve hem de esasen getirdiği şartlar ve hem de esasen getirilmesi gereken şeylerin tamamlanmış olması bakımından, apaçık içtihad kapısı yeni bir geçişe sımsıkı kapalıdır. Bu devirde ve gelecek çığırlarda yeni zaman ve mekân tecellilerini (ihtiyaçlara) karşı ancak ŞERİAT BÜTÜNÜNDEN ZERRE FEDÂ ETMEYEN BÜYÜK MÜTEFEKKİRLER GELEBİLİR VE BUNLAR ASIR YENİLEYİCİLERİ OLMAK gibi muazzam bir makama namzed olabilirler; fakat asla müctehid olamazlar. Düşünün ki, bir asrın değil, on asırlık yekpâre bir zaman blokunun yenileyicisi İmâm-ı Rabbanî Hazretleri, derecede belki bütün hak mezhep müçtehidlerinden üstün olduğu hâlde Hanefî mezhebindendi ve bu mezhep üzerine kurduğu bin yıllık yenileyiciliğini gösteren bina ile mezhebi arasında en küçük bir aykırılık pürüzü yoktu.”
Artık yenileyicilik vasfını müçtehidlerin değil, müteffekkirlerin yerine getirdiğini biliyoruz. “Fıkh”ın anlayış mânâsına nazaran da, İslâma muhatap anlayışı yenileyen Necip Fazıl ile Salih Mirzabeyoğlu’nun “fakîh” olduğu açık... İlm-i Ledün sahibi Fakîh Mirzabeyoğlu, yeni çağın ihtiyaçlarına yeni çözümler getiren mütefekkir...
İnsanlar (müminler) derece derece, halka halka... Fıkıhtaki derecelendirmeden bahsediyorum... En başta fıkıh-anlayış sahibi olan, sistem kurucusu... Sonra onu anlayanlar... Anlayanı anlayanlar... Taklit edenler... Yerimizi bilmemiz gerekiyor önce... Bilenle bilmeyen bir olur mu?.. Batı felsefesinin yarısı “bilenle bilmeyen bir olur mu?” ile alâkalıdır... İBDA Diyalektiği’nin yarısı budur...
Külliyatta ve bunun aksiyonuna bizzat dahil olmak, üretici düşüncenin içinde bulunmak... Ve onunla birlikte yaşamak; devamlı hatırlarsın, onunla yürürsün, gündemdesin... Allamelik değil, papağanvarî tekrar değil, “zevken idrâk” bir yaşayış... Tatmayan bilmez, zevketmeyen ne bilsin!.. İBDA’cılık hariçten yaşanmaz, ateşine girerek olur... İBDA’cılık bir şuur işidir, bunu bayraklaştıracaksın; bir aksiyon, bir iş ve eserde göstereceksin!..
İBDA’nın Büyük Doğu’yu doğrulayıcılık usulü gibi, biz de onu (İBDA’yı) doğrulamalıyız... Onu doğrularsak biz de doğrulanırız... Önce nefsimize emretmeye mecburuz, her şeyi ölçüye vuracağız!..
Aşk, vecd, diyalektik, estetik, dost ve düşman kutupları... Bütün bunların işaretlenmesi, hedeflendirilmesi, istikâmetlendirilmesi... Necip Fazıl ve onun şahidi Salih Mirzabeyoğlu tarafından... Dost ve düşman kutupları işaretlenmeyen, diyalektik ve estetik ölçüleri belirlenmeyen bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat değildir...
Kumandan bir bilmecedir; çözdükçe çözülecek bir bilmece... Kumandan da çözülmesini istiyor ve soruyor: “Ben kimim?” Kesin olarak Kumandan şudur yada budur, diyemiyoruz... Dememekte de mazuruz!.. Önce bulmak, sonra aramakla yükümlüyüz... Bulup da aramayan, telkinle alınanı tahkike getirmeyen, kendini aramıyor demektir... Biz İBDA’cı olmakla Kumandan bir şey kazanmıyor, kazanan biziz aslında... O belki bizimle gam çekiyor, biz ise onunla bahtiyarlığa eriyoruz...
Kumandan, kesinlikle dağıtıcı değil, toparlayıcı; zıtlıklardaki birliği keşfeden, en zıt şeyler arasında bile çözüm düğümleri atabilen birleştirici ve toparlayıcı üstün bir diyalektik sahibi... Her şeyi yerli yerinde kullanan, yerinde hakikatin hakkını da veren... Dağılmanın ve bölünmenin çağında böyle biri gerekiyordu... Cem değil, cem’ül cem-toplamın toplamı...
Kainatı “BİR”leyen adam... Diliyle, diyalektiğiyle, hikemiyatıyla, bâtınıyla-zâhiriyle, “BİR”leyen kişi, tevhid şuurunun gerçek kahramanı, gerçek fakih... Bizim Allah’ımız konuşan yani Kur’an-Kelâm sahibi ve O’nun varislerine düşen de, her şeyi  “BİR”de toplayan dil ve diyalektik...
Kumandan’a övgüler dizip, serenat mı yapıyoruz?..  Hayır!.. Daha önce de söylediğim gibi, Kumandan’ın kimliğinde kendi kimliğimizi buluyoruz, yaşanmaya değer hayatın ipuçlarını buluyoruz... Her şeyden öce Kumandan’ın övgüler dizilmeye ihtiyacı yok ve yalakalık tavrı İBDA’nın mahkûm ettiği bir tavırdır... Burada belki haddim olmayarak şu sözü aktarabilirim: “Güneşi öven kendinin övücüsüdür... Çünkü bu, “benim iki gözüm parlak ve hastalıksızdır” demektir.”
Kumandan’ın bize kazandırmak istediği, her şeyden önce kendine güven duygusudur, yaşanmaya değer hayattan zevk alma duygusudur. Yoksa insan hem içten, hem dıştan kuşatılmıştır; kendi aklını aşan sorularla devamlı rahatsız edilmiştir. Kalbiyle aklı çelişme hâlindedir, fizikî varlığıyla ruhî varlığı birbirini rahatsız etmektedir, hayat ve ölüm birbirini çelmektedir; doyum ve doyumsuzluk arasındaki insan. Bu çelişkileri çözen insan huzurdadır ve kendini değerli hissetmenin ve “ifâde” etmenin yolunu bulmuş demektir... Bu da hayattan zevk almaktır; yaşamak için gereken kültür becerilerini geliştirmek, sahici insan olmanın “nasıl” ve “niçin”ini çerçevelemektir... Yani Kumandan, fizikî ve ruhî varlığımızla yakından alâkalıdır, ferdî ve içtimaî oluşumuzdur; kısaca Kumandan varlık hikmetimizdir. BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı bize varlık sebebimizi hatırlatan ve bunun yol ve yordamını gösteren kılavuz, bir pusula, bir reçetedir... Hayat felsefemiz yaşantımızla sıkı sıkıya ilgilidir çünkü...
Hayatta şaşkın şaşkın gezmemek ve varoluşumuzu sağlamak için yön gösteren bir pusulaya ihtiyacımız vardır... Yeteneklerimizi geliştirmek, insanî hasletlerimizi diri tutmak için... Aşkımız, vecdimiz, yüreğimiz, zihin uyanıklığımız, cesaret ve dayanıklılığımız, sadakat ve fedakârlığımız, yardımlaşma ve kardeşliğimiz için... Gençliğimiz için, güzelliğimiz için, moral ve kondisyonumuz için... “Gençlik bizde, güzellik bizde, kondisyon bizde” diyebilmek için, Üstad ve Kumandan’ın işaretlediği dost ve düşman kutuplarını tanımalı ve dostlarımızın ve düşmanlarımızın peşini bırakmamalıyız, bilhassa düşmanlarımızın...
Kendimizin ve çevremizin yorumlanması, sorgulanması, değiştirilmesi ve güzelleştirilmesi isteğimizde samimi isek –ki, dikkat edersek Kumandan baştan başa samimiyettir-, her şartta dik duruşumuzu sağlayacak ve bizi yanlış fikirlerden, zihin bulanıklığından koruyacak ve kurtaracak, onunla yürüyeceğimiz ve böylece onu da eşya ve hâdiseler zemininde yürütmüş olacağımız sistemli bir fikre, bir dünya görüşüne ihtiyacımız var demektir. Kendini ve çevresini izâh edemeyen tutarsız ve ilkesiz davranışlara düşmememiz için... Çünkü insan bir müddet sonra öz saygısını korumakta zorlanır... Hayat şartları ve sosyal baskılar karşısında çökmemek için, “ölçülendirme ölçülerini” veren bir sisteme ve bu sistemin siyasetine ihtiyacımız var...  İnsanın organizmasını devam ettirme faaliyeti neyse siyasette odur. Yani İBDA projektörü, eşya ve hâdiseler karşısında hayatiyetimizdir.
Zerre inancı olan hiçbir insan “sonum yokluk!” diyemeyeceğine göre, İBDA Mimarı’nın, fikriyatındaki benzersizliğe misâl eseri Münşeat’tan bir alıntı: “Daha çok inansaydın hayata / Daha çok ölmek isterdiniz / Daha çok sevseydiniz hayatı / Ölmeden ölmeye bakar da / Pisi pisine gebermezdiniz!”
 Bizi sıkan, bizi her taraftan kuşatan nefs ve dünya zındanından kurtulmak, aşkımızın, ruhumuzun kanatlarında yükselmek ve hürriyetimizi bulmak için İBDA Mimarı Kumandan Mirzabeyoğlu... Çünkü bilgilenmeyle hürriyet eş değer ve zaten sevmek için bilmek gerekiyor... Şimdilik bu kadar, ömrümüz oldukça bitmeyecek bu mevzuya devam edeceğiz İnşallah!...
      
28 Temmuz 2005
Haftalık Kaide Dergisi 1. Sayı