Kur’ân ve hadislerde ticaretin helal olduğunu amir birçok buyruk mevcuttur. Helalliğin ötesinde ticaret övülüp teşvik edilmektedir. Bu yazımızda ticaretle ilgili ayet ve hadislerin bir kısmını aktarmayı ve bu mübarek sözlerin tedai ettirdiği bazı hususlara değinmeyi istiyoruz.

Ticaret ve faiz ile alakalı en meşhur ayetler, Bakara Sûresi’nin 274 ve 275. Ayetleridir. Bu ayette ticaret, alım satım ifadesiyle geçmektedir. Burada, bugün çokça kullanılan bir argüman olan “faiz ticaretin bir çeşididir, niye haram olsun” veya “ribâ, faiz değil, tefeciliktir. Faiz ise ticaretin dinen sakıncası bulunmayan bir yöntemidir” sapkınlıklarına yönelik ilahî bir ikaz vardır. Faiz de elbette bir ticarettir, ama, tıpkı içki ve fuhuş ticareti gibi, yasak olan cinsten bir alış veriş. Yoksa cemiyetteki alış verişlerden ticaretin kapsamı dışına çıkarabileceğimiz çok az şey bulabiliriz.

Ayet-i kerimelerin meali şöyle (Hasan Basri Çantay meali):

«Ribâ (faiz) yiyenler kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların: “Alım satım da ancak ribâ gibidir” demelerindendir. Hâlbuki Allah, alış verişi helâl, ribâyı (faizi) haram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de (faizden) vaz geçerse, geçmişi ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allaha aittir. Kim de tekrar (faize) dönerse onlar o ateşin yaranıdırlar (cehennemliktirler) ki orada onlar (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar.

Allah ribânın bereketini tamamen giderir, sadaka(sı verilen mal)ları ise artırır, Allah (haramı helâl tanımakta ısrar eden) çok kâfir, çok günahkâr hiç bir kimseyi sevmez.» (2/274-275)

(Tam bu noktada faiz meselesiyle alakalı önemli bir hususa işaret etmek istiyoruz. Faizin dinimizde tarifi açıktır; bu konuyu müstakil bir başlık altında incelemiştik. Ancak dinimizde “helal ve mubah” dairesine giren ve faiz ya da faizli muamele sayılmayan kimi alış verişler, Batı iktisadında faiz kategorisi altına alınmakta veya tam tersi de vuku bulabilmektedir. Bu durum, bizim tarifimiz ile Batılıların süreç içinde geliştirdiği faiz tarifleri arasındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Hatta son bir buçuk asırdır çok büyüyen ve taşacak yer arayan finans kapital yüzünden mesele öyle bir hal almıştır ki, sermaye sektörünün kazancı tamamen “faiz” adıyla anılır olmuştur. (Tam şu şekilde: İşçinin toplam hasıladan aldığına ücret, toprağın rant, girişimcinin kâr, sermayenin ise faiz denir). Hâlbuki faizli bir işlem yapmadığı sürece sermayenin kazancı asla dinen mubah olan kâr kategorisinin dışında değerlendirilemez. Bu hal, bizim ve Batılıların faize bakışı arasındaki farklılıkların anlaşılması konusunda önemli bir ipucu vermektedir.)

Yine başka bir ayeti kerimede (Nisa Sûresi, 29. Ayet) ticaretin temel kuralı olarak karşılıklı rızanın mevcudiyeti şart koşulmaktadır. Bu şartla, aynı zamanda ticarette kandırmaca, hile, muğlaklık gibi taraflardan birini aldatmaya matuf davranışlar yasaklanmaktadır.

«Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.» (4/29)

Ayrıca yine sözleşmelerin yazılı ve hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak açıklıkta olması da ilahî emirler arasındadır. Bu da ticaretin temel kurallarından birisidir.

Tüccarların vasıfları da başka bir ayeti kerimede şöyle zikredilmektedir:

«(Öyle) Adamlar (vardır ki), onları ne bir ticaret, ne bir alış-veriş Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.» (24/37)

Hayatın gayesi ruhî hayatta; aksi takdirde bu dünya anlamsız bir trajikomediden ibaret... Bu dünya, noksan olan insanın kemale erebileceği yegâne imtihan mahalli; ruhî/gerçek hayata hizmet ettiği sürece de kıymeti o yüzden çok büyük… Bu sebeble yapılan her işte, o iş ne olursa olsun, her daim Allah ile olmak, nisbeti sürekli muhafaza etmek, İslâm’ın esasıdır. Daha doğrusu İslâm, her an Allah’ın murakabesinde bulunduğu şuuruyla (ihsan) kulun, düşünce ve davranışlarını kendisine göre tayin edeceği mutlak ölçüler manzumesidir. Bugün tasavvufu, tarikatı, maneviyatı reddeden zındıklar ile dünyayı dünyadan ibaret gören ve dürüstlük taslayarak (ki Allah’ın emri olmaktan çıkarıp çoğu zaman nefslerini beğenme ve kibir alameti olmaktadır dürüstlük iddiası) putperestliğe kayan fasıklar, ticaretin Allah’ın müsaadesi ve Resulünün teşvikiyle, sürekli Allah korkusu çekerek yapılması gereken bir iş olduğundan bigânedirler:

«Şüphesiz, Allah’ın kitabını okumaya devam edenler, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden, gizli ve aşikâr infak edenler, katiyen kesat bulmayacak (zarar etmeyecek) bir ticaret umabilirler. Çünkü (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz öder. Onlara fazl (u kereminden) ziyadesini de verir. Şüphesiz o çok yarlıgayıcıdır (gafurdur), çok inam edicidir (nimetler ihsan edendir.) » (35/29-30)

Ayrıca Allah Teâlâ’nın yapılan iyiliklere mukabil cenneti vereceğini buyurması Kur’an’da “ticaret” biçiminde geçmektedir. Bu benzetme bile bu mesleğin hakkıyla yapılırsa ne kadar ulvî bir iş olduğuna isbata yeter de artar bile.

Peygamber Efendimiz, meşhur bir hadisi şeriflerinde ise şöyle buyurmaktadır:

“Cesur olun ve ticaret yapın; çünkü rızkın onda dokuzu oradadır.”

Yine diğer bir hadislerinde,

“Allah sizin namazlarınıza, oruçlarınıza değil, para münasebetlerinize bakar.” buyurmaktadır.

İnsanların ibadet anlayışları, genellikle, bildiğimiz mânâdaki namaz, oruç, hac ve zekât amelleriyle sınırlıdır. Hâlbuki bir Müslümanın her yaptığının ibadet olması iktiza eder ve bu bilhassa ticaret ve diğer iktisadî faaliyetler için geçerlidir. Üstad Necip Fazıl’ın Lenin’e ait “bir komünistin özel hayatı yoktur” sözünü takdirle “asıl bir Müslümanın özel hayatı yoktur” şeklinde ifade etmesinden muradı işte budur: Bir Müslüman, tıpkı diğer faaliyetleri gibi, ticarî faaliyetlerini de ibadet şuuruyla yapmak durumundadır. Şu hadisi şeriflerinde Resûlullah Efendimiz (SAV), tıpkı her sözünde olduğu gibi, bu vaziyeti ne güzel ifadelendirmektedir:

“Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli, peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdir.”

İbni Ömer (R Anhüma)’den rivayetle başka bir hadis:

“Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Emin, dürüst, Müslüman tacir, Kıyamet günü şehidlerle beraberdir.”

Bir tüccar için dünyada elde edeceği hangi kâr, böylesi bir kazanca denk olabilir? Bir Müslümanın şiarı, “Errızku alallah/rızkı vermek Allah’a aittir” sözüdür. Müslüman tüccara da tüm hesabını yapıp elinden gelen gayreti gösterdikten sonra Allah’a tevekkül etmek düşer. Geçen yazımızda faizin garantili kazanç yönünün nasıl içtimaî bir yozlaşmaya yol açtığını anlatmıştık. Hâlbuki ticaret, bir Müslüman için, sürekli teyakkuzda olunması gereken cihetiyle büyük bir hayatiyet ve İslâm’ın emrettiği şekilde yapılırsa sevab kaynağı vazifesini görmektedir. Bu psikoloji içindeki tüccarlar, İslâm cemiyetinin taşıyıcı gücü olacaklardır. İşte Müslüman tüccar, böyle bir psikolojinin adamıdır ve işlerinde öylesine hakkaniyete bağlıdır ki bütün Doğu Asya’da İslâm’ın yayılması Müslüman tüccarların dürüstlüğü sayesinde olmuştur.

İktisad ve siyaset bahsinde, iktisadın gidişatını siyasetin belirleyip belirlemediğini incelemiş ve insanın ruhî cihetine daha yakın olan siyasetin iktisad üzerindeki tesirinin iktisadın siyaset üzerindeki tesirinden daha fazla olduğu neticesine varmıştık. Nihayetinde ruha müstenid inanç, siyasetin de esasını teşkil eden temel duygudur. İnanç, sadece ticaretin değil, bütün insanî ilişkilerin temelini oluşturur ve olmadan içtimaî hayat olmaz. Güven ve huzur duyguları hep aynı kökte, inanma duygusunda birleşirler. Eğer inanç olmazsa, cemiyet ortaya çıkamaz. İktisadî, siyasî ilişkileri saymıyoruz bile.

“Biz Hz. Peygamber (SAV) ile birlikte namaz kılarken yiyecek maddesi taşıyan bir kervan geldi. Cemaatte bulunanlar, (camiyi bırakıp) kervanı karşılamaya koştular. Camide on iki kişi kaldı. Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R. Anhüm) kalanlar arasındaydı. Bu durum üzerine şu ayet nazil oldu. (mealen): ‘Onlar bir ticaret yahut bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar. Seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah nezdindeki (sevab, mü’minler için) eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır’”

Ticaret mal deveranını sağlayarak bir piyasanın oluşmasını temin eder; çeşitli kademelerdeki üretici ve tüketicileri, üzerine risk alarak buluşturur. Elbette burada ticaretten bahsediyoruz, piyasayı zabt u rabt altına almaya çalışan tekelcilerden değil. Müslüman tüccar, tekelleşmeye çalışabilecek bu tarz kesimlerin devletten sonra, hatta onunla aynı önemde panzehridir. Bu yüzden dürüst tüccarların cennette nebiler ve sıddıklarla beraber olacağına dair hadis bulunmaktadır. Geçen sayımızda ticaretin cemiyetin kemale erdirici bir motor gücü vazifesi üstlendiğini ifade etmiştik. Ticaret, teoride, mücerred üretici ile tüketici kesimleri arasında köprü vazifesini gördüğünden, ülkenin ihtiyaçlarının giderilmesinde hayatî bir önemi haizdir. Gerçi ürettiğini satan, yani üretici-tüccar kesimler de vardır, lakin bunlar da üretim değil ticaret kurallarına tabidirler. Yani ticaretin tabiatında bir değişikliğe yol açmazlar.

Ticaretin tabiatında riziko vardır ve bir malda riziko arttığı sürece çoğu tüccar o malın ticaretinden çekilme temayülünde olacaktır. Bu da rizikoyu yüksek kârla telafi etmeyi hedefleyen kesimlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir netice doğurmayacaktır. Kısacası Müslüman bir tüccarın üzerinde taşıdığı mesuliyet (cemiyetin ihtiyaç duyduğu malların gerek yurt içinden gerekse yurt dışından her şart altında tedariki, fahşi gabinin engellenerek adil fiyatın oluşumunun temini, tekelcilik ve spekülasyonun engellenmesi) devlet idarecilerinin mesuliyetinin hemen altında kendine yer bulmaktadır. Eğer Allah ve Resulünün emrettiği şekilde ticaret yaparsa, bu dünyadaki malı bereketlenecek ve zengin olabilecek ve yaptığı aynı faaliyetle ahiret saadetini de, nebiler, şehidler ve sıddıklarla beraber olma şerefini kazanacaktır. Yeryüzündeki hiçbir beşerî görüşün vaad edemeyeceği ne büyük bir kazanç!

Baran Dergisi 583. Sayı