Ritüel: Bir din veya inanç sistemine ait ibadet, ayin, merasimler ve bu esnada uyulması gereken usul ve kurallar...
Hafta sonu gazetelerin Pazar eklerine oldukça dikkatli bakarım. Kimi zaman ünlülerin hayatlarından çizgiler. Kimi zaman sahalarında başarılı olmuş insanlardan kesitler. Kimi zamansa uzaklarda yaşayan insanların kültürlerinden esintiler. Böylesine uzayıp gider. Bir başlık “Rakı içmeye içenlerin ‘ritüellerinden’ dolayı başladım”. Evet, bunu söyleyen ünlü bir kadın. Adını unuttum. Hürriyet Gazetesi’ne ait bir Pazar ekiydi. Küçüklüğünde rakı içenleri gözlemlerken onların hal ve hareketleri onu öylesine etkiliyor ki, o da rakı masasının müdavimlerinden oluyor. Efendimiz, “içki kötülüklerin anasıdır” buyuruyor. Hemen hemen hepimiz içki yüzünden birçok pisliklere tanıklık etmişizdir. Aklıma komşumuz Ehrar Amca geliyor. Her gün içerdi. İçince bağırıp çağırır kendinden geçerdi. Kızlarını dövmeye başlardı; kızlarında da feryat figan. Bütün apartmanı saran bağırıp çağırmalar. Babam çoğu zaman kapıyı çalar ve bu nahoş duruma el atardı. Ehrar Amca babamı çok sevdiği, belki de çok korktuğu için hiçbir şey demezdi. Babamı görünce bir anda kuzulaşırdı. Daha küçükken içkinin ne iğrenç bir şey olduğu hafızama kazınmıştı. Büyüklerden birine demişler “nasıl böyle güzel bir ahlak sahibi oldun?” diye. O da şöyle cevap vermiş: “Çevremde gördüğüm ahlâksızların yaptıklarını yapmayarak.” Ne güzel, ne anlamlı, ne yol gösterici bir cevap. Kişi şahsiyet sahibi olsa, çevresinde gördüğü menfi hadiseleri değerlendirerek kendine nisbeten doğru bir yol çizebilir. Sevgili Kumandan’ımız ne güzel söylemiş: “Elini küfre değdirse şeriat çıkaracak bir anlayış sahibi olmalıyız.” Hayatta karşılaşabileceğimiz doğru-güzel-iyi yanında yanlış-çirkin-kötü şeyler de bizim duygu ve düşünce dünyamızda tersinden zenginlikler katabilir. Yeter ki zihin dünyamız yerli yerinde olsun. Ben kedi dünyamda İslâmî bir bilgiyle donanmamışken, Ehrar Amcanın sayesinde içkiden nefret etmiştim. Ertesi gün kızlarının babalarının yüzünden mahcup ve mutsuz durmaları. İçkiye yaptığı harcamalardan sonra evin geçimini sağlayamaması ve bu yüzden herkese borçlanıp insanların yüzünde değersizleşmesi, beni daha çok etkilerdi. “Ben asla böyle olmayacağım, ben Allah’ın bana emanetleri olan eşimi ve yavrularımı kendimden geçerek dövmeyeceğim. Ben alnımın teriyle kazandığım paraları böylesi iğrenç bir şeye yatırarak ailemi ve kendimi başkalarına muhtaç etmeyeceğim. Ben insanların gözünde acınacak ve değersizleşecek biri olmayacağım.” derdim. Rabbime çok şükür olmadım, inşallah bundan sonrada olmam. Evet, boşanmaların, trafik kazalarının, iş kazalarının, sağlık problemlerinin birçoğuna içki sebep oluyor. Bu kadar kaskatı bir vakıa. Ama insanlar bu zehir zıkkımı artan bir şekilde içmeye devam ediyorlar. Çevremde Sosyalist, Kemalist, Marksist dünya görüşlü kimselerin içki içmelerini ballandıra ballandıra anlattıklarına tanık oluyorum. Bize inat, gözümüze dike dike. Emin olun, muhalfarz ‘İslâm’da içki haram değildir’ dense, bunlar belki o zaman içkiyi bırakabilirler. İslâm’a karşı kudurganlıkları o kadar fazla. Kendilerini sadece muhalif olmakla anlamlandırıyorlar. Fikri bir gayreti ara ki bulasın. Evet, biri, kurbanı Allah tarafından kabul edilen Habil kolu, diğeri kurbanı Allah tarafından kabul edilmeyen Kabil kolu olmak üzere insanlık daha dünyaya adım atar atmaz iki kola ayrıldı. Kalp hakikatinde mündemiç ruh ve nefs zıtlığında anlam kazanan insan hal ve hareketleri. Bu iki kola müntesip insanların mücadeleleri insanlık tarihini oluşturuyor. Her iki kola nisbeten bağlıların hal ve hareketleri, mücadele anlarında gösterdikleri gayretleri hâkimiyet alanlarını belirliyor. Her dünya görüşü, ister hak isterse batıl olsun, bağlılarının ritüelleriyle etki ediyor. Kendine taraftar kazanıyor. Ritüeller dünya görüşünü görünür kılan şeyler. Halkın aklı gözündedir hakikati istikametinde dünya görüşü ritüelleriyle var oluyor.
İnsan iki zıt kutuptan mürekkep bir varlık. İslâm bu kutupluluğu ortaya koyan nefsin hakikatini kabul edip onu ruhun emrine vermenin davasını güden ulvi yol. Şimdi ünlü kadını rakı içmeye sevk eden, rakı masasının müdavimi yapan haleti ruhiyeyi, bir bakıma tersine imanı anlatmaya çalışalım. Önce mideye-nefse hitap eden sofradan başlayalım. Her türlü yeşillikle donanmış birçok meze. Aç olsun olmasın midesine düşkün insanların ağzını sulandıracak bir görüntü. Yeşilliklerle süslenmiş derken her türlü estetik gayretin gösterilerek yeşilliklerle sofranın donanması. Anlayacağınız muazzam bir görsel sunum. Batıl olan bir şeyin kendini sevdirmek için her türlü insan psikolojisini düşünerek hareket etmesi. Üstadımız bu hususta papazların iyi bir misal olduğunu söylüyor. Bâtıl (yanlış) olduğu o kadar açık olan Hristiyanlığın papazlarıyla her konuda konuşabilirsin. Sanata dair saatlerce konuş hatta oturup piyano bile çalabilirler. Her türlü felsefî görüşü dillendirebilirler. Adamlar öyle donanımlı ki, bâtıl olan davalarını güzelleştirebiliyorlar. Bir de bizim imamlarımıza bakın, çoğu ezik büzük tipler. Birçoğu üniversite imtihanını kazanamamış, bunun acısını duyan imam hatiplerin tembel talebeleri. Evlerine gitsen adamakıllı okudukları kitap bulamazsın. Bu tiplerle İslâm’a yapılan suikastı hissedebiliyor musunuz?
Biz mevzumuza dönelim: Sofraya oturan tiplerin rakıyı doldururken aheste aheste hareket etmeleri kollarını dolayarak şerefe deyip koyu bir sohbete koyulmaları. İçtikçe insanların kendinden geçerek daha rahat konuşmaları, sohbetlerini daha bir demlendirmeleri. Kafayı bularak kendilerince dünyanın dert ve meşgalelerinden kurtulmaları. Başka bir âlemde gezinmeleri. Ertesi gün kusarak uyanmaları, damdan düşer gibi toslayıp kalkmaları. Baş ağrısı, iğrenç ağız kokusu, pancar suratlı insanı korkutan delilerin yüz ifadelerini andıran görüntüyü kadının ritüellerine ekleyelim ki yazıdan dolayı adımız içki övere çıkmasın. Nakşilik yolunun esası sohbete dayanır. Ve Nakşiler insanlara hizmetin olmadığı demlerde öylesine zikrederler ki, kendilerinden geçerek kendilerinden daha yakın olan yaratıcının hakikatleriyle hem hal olurlar. Kendinden geçişin hakikati Allah’la olmak. Kendi benliğini yok ederek onda yeniden dirilmek. İlla Nakşi olmaya gerek; yok Hz. Ali efendimize bir ok batmış. Efendimiz “durun namaza kalkayım da oku öyle çıkarın.” demiş. Oku çıkarıyorlar. Efendimiz acı duymuyor, farkına bile varmıyor. Efendimizin halinden bir zerre bizde olsa, namazdan zekata oruçtan hacca kadar bütün ibadetlerimizde kendimizden geçip onda var olmanın hakikatini her zaman duyabiliriz. Müslüman gaibe iman eder ve her an gaibe nüfuz ederek muazzam bir iç oluşa şahitlik eder. Edemiyorsak ve toplum planında muhatap olduğumuz insanlara bunu bir nebze olsun hissettiremiyorsak vay halimize.
Farkında mısınız henüz yazının başlığıyla ilgili konuşma yapamadık. Neyse sizden biraz sabretmenizi istirham ediyorum. Allah güzeldir, güzeli sever. O halde bize düşen vazifelerin en başında dinimizi yaşarken ritüellerimizi en güzel şekilde yaşamak ve yaşatmak. Dinimizin en güzel şekilde yaşanacağı bir hayat alanı oluşturmak. İşte bunu oluşturabilirsek rakı masasından etkilenen insanları biz kazanabiliriz. Onları hidayet yoluna biz sevk edebiliriz. Aksi takdirde kaybettiğimiz nice insanların bütün veballeri bizim üstümüzde kalır. Ritüelleri ne kadar güzel yaparsak hak ve bâtıl savaşında başarılı olur, manamızı tahkim edebiliriz.
OKULDA BİR ARKADAŞ
Marksist kökenli bir arkadaş... Dişi Sokrates edasında bile değil. Eylemle ön planda gözüken, fikrî bir donanımdan uzak… Hislerinin etkisiyle hareket eden biri... İki çocuk sahibi, çocuklarının üstüne bütün anneler gibi titriyor. Çocuklarına Marksist önderlerin ismini koymuş. Bu onun davasına ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor. Çocuklarında ölen Marksist dava adamlarını yaşatarak davasını da yaşattığını zannediyor. Onların iyi bir eğitim görüp kendi dünya görüşü çizgisinde hatırı sayılır ferdler olmasını sağlamak başlıca gayesi. Bizim Müslüman kardeşlerin gündemlerinde olmayan şeyler. Doğrusunu söylemek gerekirse solcuların çalıştığının yarısı kadar çalışıp davamızda samimi olsak, bu iş çoktan bitmişti. Neyse ona diyorum ki “insanın hayatta yaşayacağı en büyük dram ne olabilir?” “Açlık” diyor “umutsuzluk” diyor, vs. Velhasıl istediğim cevabı bir türlü vermiyor. Neyse bütün bu söylediklerin mi yoksa ölüm mü bir insan için daha dramatiktir. Cevabı muradıma uygun: “ölüm” diyor. Kelimeyi söylerken iliklerine kadar ürperdiğinin farkındayım. Devam ediyorum, yüzüne dikkatle bakıyorum “Marksizm ölüme nasıl bakar? Marksist bir insan Marksizm’e göre ölünce nasıl defnedilir? Çocuğun ölse mesela onu nasıl defnedersin?” “Çocuğun ölse, ne yaparsın?” deyince yüzü allak bullak. Cevap veremiyor, bir şey söyleyemiyor. İçimden diyorum insanın yaşayacağı en büyük drama karşı hal ve hareketlerde billurlaşmış bir cevabı olmayan her sisteme lanet olsun. Allah’a kurban olayım, İslâm’da bir ölünün defnedilmesine dair ne müthiş ritüeller var. Konu komşu gelip taziyede bulunuyor. Ölüye dua ediyor. Ölü aslında ölü değil başka bir âlemin yaşayanı, bizimle irtibatı olan bir varlık. Marksizm’e göre insan ölürse yok olur. Yani hiçbir şey duymaz. Yaşayanlarla irtibatı olmaz. Anlamadığım, Marksistler bütün bunlara rağmen mezar başlarında niye kutlama yaparlar, doğrusu şaşılacak bir durum. Ölmüş insandan güç alma hali. Hani ölmüş insan yok oluyordu, hiçbir şey hissetmezdi. Maddeci bir dünya görüşünün mistik bir duyuşa kıvrılması. Marksistlerin kendi kendilerine tezada düşmeleri. Bir “mutlak”ın varlığı ve ona iman, her insanda zorunlu bir ihtiyaç. Kişinin susuzluğunu gidermek için bulduğu her şeyi içebilecek durumda olması gibi, bunlar da, elbette şeytanın iğvasıyla, kendi nefisleri de dâhil olmak üzere her tür “put”a tapmaya hazırlar. Ve bu insanların tezada düştüklerinin farkına varıp da arayıp da bulmak istediklerini hala İslâm’da görememeleri. Kurban olayım Allah’a. Ne güzel ve zarif ritüelleri var İslâm’ın.. Ölünün arkasında onu rahatlatacak Kur’an ayetlerinin tilavet edilmesi. Ölüyü incitmeden yıkamaları... Camide herkesin onun arkasında namaz kılıp dua etmesi… Mezara kefen beziyle sarmalanıp gömülmesi… Yine mezarın başında dua edilmesi… Cenaze sahiblerinde, her an ölenle kalanın ruhlarını buluşturan, bazen bu buluşma vaktini bir anlığına da olsa “hakkelyakîn-bütün varlığıyla hissetme” mertebesine çıkaran bir iman hali. Ölünün kırkında veya seneyi devriyesinde yine Kur’an okumalar; başta bayramlarda olmak üzere mezar ziyaretleri... Her an irtibat, her an irtibat: Ölen insanın “zamansız gittim sana göre, belki de sen de zamansız gidebilirsin, ona göre hazırlan” ihtarı. Onunla cennette buluşmak ümidiyle yaşayanın hayatına çeki düzen vermesi. Komşuların yemek getirmesi. Komşu yardımlaşmaları. Küs ve nefret içinde olanların taziye de bulununca barışmaları. Kurban olayım Allah’a ne güzel bir din göndermiş bize. Lanet olsun Marksizm’e, zira insanın yaşayacağı ölüme dair hiçbir ritüeli yok.
Baran Dergisi 454. Sayı