Başın başında hemen belirtelim ki; Irak-Suriye çizgisinde adamakıllı silahlandırılmayan bir Kürtler kalmıştı. Şimdi o da tamam. Kimin kimi yeneceğini ya silah tüccarları belirleyecek ya da Ehli Sünnet Ve’l Cemaatin ortak bir dünya görüşü etrafında vereceği haklı kavga... Sonrası, kendi içinde birbiriyle savaşan değil bütünleşmiş bir İslâm coğrafyası olarak dışa-küfre karşı savaşacak Birleşik İslâm Devleti…

Meselesiz, fikirsiz, vizyonsuz ve çok uluslu güçlerin piyonu olma dışında misyon sahibi olmayan, Marksist-Leninist fikir sahibi olduğu iddiası ile piyasada görünürken emperyalizmin baş mimarı ve yürütücüsü ABD’nin uçakları eşliğinde ‘ortaçağ’ tarzı derebeylik-kanton kurmayı kendine ‘dava’ edinen ‘Kemalistleşmiş Kürtler’ topyekûn Kürt milletini önü alınamaz bir ateşin içine attı. Dört parçaya ayrılmış, parçalanmış Kürdistan’ın dört parçasına da kendi pisliklerini ve katliamlarını bulaştıran ‘Ulusalcı-Kemalistleşmiş Kürtler’ belki kısa süre sonra yok olup gidecekler. Ama tarihe Kürdistan’ın içerisine sokulmuş en büyük fitne hareketi olarak kayıtları düşecek. Ve ne Dersim, ne Ağrı, ne Musul katliamları ‘Kemalistlemiş Kürtlerin’ sebeb olacağı katliam mevcut acılardan daha yakıcı-yıkıcı olacak. 

Kemalist Laik komprador Cumhuriyetçiler ile Kemalistleşmiş Kürt Ulusalcıları İslâm düşmanlığında ortaktırlar. Sürgün, katliam, işkence, faili meçhul, hem Kemalist Türklerin hem de Kemalistleşmiş Kürtlerin sicilinde kayıtlıdır. Hoş, bunu derken şunun da kesinlikle farkındayız ki; Türk dediklerimizin içine de sızmış sayısız hain, yaptığı onca zulmü Türk adına yapıp geri çekilirken Kürt dediklerimizin içine de sızmış sayısız hain, Kürt adına katliam yapıp geri çekilebilmektedir. Ancak bu, şu hakikati değiştirmemektedir; hadiseler münferit değil kitleseldir. Kitlesel olunca da hem çözüm önerileri hem de iddialar kitleler üzerinden gitmektedir. Bu çerçevede mesele artık Kürt meselesi olmaktan çıkmıştır. Çünkü onlarca farklı Kürt grubu vardır. Hatta aşiretler bile başlı başına özerk bir yapı teşkil etmektedir. Ve çok farklı renk ve isteklere sahip bu grupları tek bir amaç etrafında birleştirmeye gayret etmek ‘fıtrat’a aykırıdır. Onları birleştiren ve ayıran şey iman ve küfür çizgisi değilse, bırakın üç beş grubun birleşmesini, kendi içinde binlercesinin ayrılıp yok olması söz konusu ki, şu anda yaşanan süreç de odur. 

Kürt Meselesi ‘Kürt’ün meselesi ne olmalıdır?’a doğru evrilmektedir. Ortada bir kafa karışıklığı yok; sadece fikirsiz hareketlerin nasıl kaosa sebeb olduğu gerçeği yepyeni bir zamana ve mekâna kapı aralasın diye âlemin önünde sahnelenmektedir.

Başlığımıza dönelim ve Kürdistan için katliam çanları niçin çalıyor dedik, izah edelim.

Ayne’l Arap üzerinden gidelim; PKK-PYD gibi örgütlerin beklentisi ABD-İsrail eşliğinde/gözetiminde bir ‘Mini Kürdistan’ kurmak… Bunun için yaklaşık iki yıl önce Ayne’l Arap bölgesinden hem Arapları hem de Kürtleri, bilhassa Barzani taraftarı aşiretleri, topraklarına, mallarına ve evlerine el koyarak sürdüler. Rakam öyle az buz değil; 550 bin Kürt’ten bahsediyoruz. Kürtlerin içerisine zaten o zaman ateş düştü. Güneydoğu’da, nasıl ki dindar Kürtlere saldırı düzenleyerek, onlarda güvende olmadıkları hissini vehmettirip, bölge dışına sürmeye çalıştılarsa, aynısını Kobani denilen Ayne’l Arap’ta da yaptılar. PYD tarafından kaçırılan Kürtler, öldürülen Kürtler, tecavüz edilen Kürt kadınları; bu haberler henüz gazetelerde tazeliğini koruyor. Tarih o kadar uzak değil, henüz birkaç yıl geçti aradan.

Ve IŞİD! İçinde yüzlerce Kürt militan barındıran IŞİD. Ayne’l Arab’a operasyon düzenleyen birliklerinin başına Kürt komutan atayan IŞİD. ABD ile yaptığı işbirliğini artık saklamayan PKK – PYD’ye karşı savaşıyor. 

Kürtler bilhassa ABD-İsrail ve Batı’nın erketeliğini yapan ulusalcı-laik-demokrat Kürtler, Irak’ın durulacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Ve bu şartlarda Irak’ta kendilerine TAM BAĞIMSIZ DEVLET olma hakkı tanınacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Nihayetinde ABD ve İsrail yaptıkları bu yardımın bedelini PKK’dan bekleyecek ve isteyecek. Bu bedelin ne olduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok sanırız; Türkiye’ye içten ve dıştan vurmak… Ama sadece Türkiye’ye ve sadece askeri olarak değil, kendi ırkdaşına, kendi gibi düşünmeyen Müslüman Kürtlere ve onların sembolik değerlerine, camilere, medreselere, kitaba, Müslüman Kürt kadının iffetine, şerefine, aile ocağına her şeye saldırmak… ABD ve Batı, babasının hayrına PYD’yi silahlandırmıyor, babasının hayrına savaş uçakları kaldırıp ‘İslâm Devleti Savaşçıları’nı bombalamıyor. Muhakkak ki PKK/PYD kendilerine çıkarılacak hesabı nasıl ödeyeceklerini baştan biliyorlardır. ABD’nin zaman zaman “Ayne’l Arap (Kobani) her an düşebilir” açıklamaları da aslında “bu hesaba” dönük ifadeler. Ayne’l Arap’ta sıkışan birlikler Türkiye içlerine kaydırılacak ve hepsi ağır silahlı. Ve 6-8 Ekimde provası yapılan Kürt’ün Kürt'le savaşı bu defa daha şiddetli ve yüksek dozlu katliamlarla sürdürülecek. Kemalistleşmiş Kürtler, Müslüman Kürtleri burada mağdur ederken diğer taraftan ilerleyen İŞİD birlikleri kendilerine karşı ABD-İsrail ve Batı ile işbirliğine girenlerin faturasını kesmeye başlayacak. Ayrıca Irak’ta ki Sünni Direniş iktidarı ele geçirinceye kadar ilerlemesi durmayacak besbelli. Ve Şii terör örgütlerinin uzun zamandır sürdürdükleri katliamlar bir bir açığa çıktıkça bu defa o yönde de hesaplar kesilmeye başlayacak. Olan Kürt'e olacak, bilhassa Müslüman ve Mazlum Kürt'e.

6-8 Ekim olayları sonrası bölge diken üstünde. PKK yöneticilerinden Karayılan Kandil'den emir verdi; Mahalleleri ele geçirin diye. İlk etap Cizre İlçesi Nur ve Sur mahalleleri ‘özerklik’ çerçevesinde ele geçirilmiş olarak ilan edildi. PKK tarafından bölgede çatışma ortamı kışkırtılırken, diğer taraftan toplumsal barışı sağlamak, HDP-PKK ikilisinin açtığı içtimaî yıkımı ve travmayı tedavi etmek ve iç çatışma riskini ortadan kaldırmak için çeşitli çalıştaylar düzenleniyor, çeşitli dernekler arabuluculuk rolüne soyunuyor. Türkiye Barış Meclisi, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, Özgür-Der, Azadi Hareketi, Akil Adamlar bunlardan birkaçı… Ama sonuç hep Müslümanın aleyhine. ÇÜNKÜ BU ÜLKEDE MÜSLÜMANIN ADI YOK.

Bölgeden gelen haberler gösteriyor ki; bir sonraki kalkışmada kimse caminin önünde gelsin yaksınlar diye beklemeyecek, hazır olacak; kimse evde gelsin beni kurşunlasınlar diye beklemeyecek, hazır olacak; kimse gelip dükkânımın camlarını kırsın diye beklemeyecek, hazır olacak ve herkes yaptığının bedelini misliyle ödeyecek. Sığınacakları binaları bile olmayacak; öyle ki dışarıda YAŞASIN ŞANLI SİVAS KIYAMI diye bağıran gençliğin yüreğindeki öfkeyi hiçbir ateş söndüremeyecek. Hiç kimse onun kutsalına dokunamayacak; ne kitabına, ne örtüsüne, ne mescidine, ne yurduna, ne medresesine. Bu nifak tohumunu ekenlerin uzakta olan evlatları bundan etkilenmez sanılmasın; herkes bilsin ki bu ateş bir kez bedeni sardı mı herkesin anası ağlayacak. Müslüman çocukları bıçaklarla tanınmaz hale getirdikten sonra kurşunlayan ve barbarları bile kıskandıracak bir vahşetle başlarını taşlarla ezenlerin BAŞLARI EZİLECEK.

İslâmî sembollere, değerlere ve kişilere saldıran HDP/PKK/PYD, Kürtleri kaybetmekle kalmadı, artık aynı Kürtlerin hedef tahtasına oturdu. Çünkü hangi tevile, hangi rollere, hangi kıvırmalara, hangi dönme dolaplara girerlerse girsinler artık ok yaydan çıktı ve fosseptik çukuru patladı. PKK/PYD evinin yolunu şaşırmış, kapısını göremeyecek kadar körleşmiş, içeridekilerin kimliğini anlamayacak kadar sarhoş kişi gibidir. Kendi evini yakan, kendi evladını öldüren, kendi kapısını kıran bir adam düşünün. O kadar yani!

Ve Suriye! Esed Ayne’l Arap vesilesi ile unutuldu. Ama durmaksızın katliamına devam ediyor. Özgür Suriye Ordusu ise daha önce PYD ile kanlı bıçaklı iken efendisinin emri ile PYD’ye yardım için 1300 kişilik bir birlik göndermeye hazır olduğunu söyledi. Türkiye’nin tutumu ise burada tam komedi oldu. ÖSO için mağdur ve mazlum halkın ordusu nitelemesi ile övgüler dizen hükümet ileri gelenleri ise ÖSO’nun aslında kimin emri ile hareket ettiğini PYD’nin ‘İslâm Devleti’ ile savaşında gördüler. Ne oldu? Türkiye, PKK’nın Suriye-Irak yapılanması olan PYD’ye teçhizatından eğitimine yardımda bulunduğu ÖSO ile tam destek verdi. Yani T.C kendi askerini öldüren PKK/PYD ikilisine destek vermiş oldu. Burada ifadelerimiz ‘tarafgir’ mantıkla değerlendirilmemelidir. Nihayetinde yaptığımız bir vaka analizi ve objektif bir bakış açısı ortaya koymak, yoksa derdimiz birinden birine taraf olmak değil. Kaldı ki bizim tarafımız hep belli, ne yapacağımız, nasıl yapacağımız hep yazılı. Açık ve net tarafımız; Büyük Doğu-İbda nisbetiyle İslâm…

Yeri gelmişken İslâm ve Müslümanlara bir saldırı olmadıkça ve davamız açısından bir menfaat oluşmadıkça tavrımız mazlum ve masumu gözetme kaydıyla ya hakkın yanında yer alma yahut seyir etmedir. Nihayetinde bu çerçevede Kumandan’ın ‘Kürt’ün Meselesi Ne Olmalıdır?’ başlıklı tarihi röportajında belirttiği üzere ‘Kemalizmi yaşatan’ konuma düşmek istemeyiz. 

Adı geçen röportajdan topyekûn gündemin özeti; “Savaşlarda yitirilen erkekleriyle, erkek kıtlığına düşmüş Anadolu; dul kadın yetiştirmesi bir nesil... Bu nesil üstüne çökmüş Kemâlist rejim ki, her şeyi bir tarafa, eğitim sistemi İslâm düşmanı yetiştirmeye memur; güç, okuyup mevki sahibi olanda ve devri daim makinesi gibi, rejimin yetiştirdiği rejimi idame ettiriyor... Böylesine ezilmiş ve cahil insanların, rejimin devletin karakteri olduğu, devleti koruyorum diye rejimi koruduğu meselesini anlamasını bekleyemezsiniz... Bugün bile, kelli felli makam sahibi olmuş olmasına rağmen ordu çapındaki sürüyle ahmak, hem de Müslüman geçinmesine rağmen, devleti koruyorum diye Kemâlist rejimi koruduğunu anlamıyor... İslâmcı kesim, "devlet-rejim-düzen"in ne olduğunu bilmezlik içinde Kemâlizm'e gûyâ düşmanken âlet oldu ve oluyor ya; buna mukabil İslâm düşmanı -umumiyetle sol- çevreler de, gûyâ rejimi değiştirme kavgası yapma adına, rejimin İslâmî kesimi sindirme, saptırma ve kullanma adına geliştirdiği fikir ve hareketlere âlet ve destek olmuşlardır... İslâm'ın sözkonusu olduğu her yerde, hemen resmî ideolojinin seviyesiz motiflerine sarılarak onunla paralellik belirtmişler, ortamı daha garabet hâle sokmuşlardır: Müslüman "gerici", Kemâlist "ilerici", sol ondan daha "ilerici" ya; solcu, bir Müslüman'ın gözünde "daha kâfir"; Müslüman, bir solcunun gözünde "daha gerici"; neticede de Kemâlizm, (mevcut düzen), hem Müslüman ve hem de solcu için, daha ehven-i şer(!)... Müslüman geçinen salak, devleti koruyorum derken Kemâlizm'i yaşattığını anlamaz, solcu geçinen ahmak da rejim değiştirme iddiasındayken, rejime âlet olduğunu anlamaz... Büyük Doğu-İbda olarak bildirelim ki, bu durum, idrakin iğdiş edilmiş olmasından başka bir şey değildir; mücerret fikir haysiyeti adına belirtilmesi gereken dava, Kemâlizm'in asıl buğz edilmesi gereken tarafı, ne İslâm karşıtlığı, ne dış yüz devrimleri, sadece idraki iğdiş etmiş olmasıdır...” (Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar)

Devam edelim; PYD, Peşmerge kuvvetlerinin yardımını istemiyor, çünkü Peşmergeyi kurtarıcı pozisyonda Kürtlerin zihnine kazımak istemiyor. Diğer yandan aynı sebebten Türkiye’yi de istemiyor. Yani aslında işin özeti ‘armut pişsin ağzıma düşsün’ tarzı, “alın bana teslim edin, ben yöneteyim” diyor. Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celâl Talabani ise hiç yakın durmuyor. Olan bitenin daha iyi anlaşılması için basit bir haber; “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Hükümeti Sözcüsü Sefin Dizayi, Suriye'de geçen ocak ayında ilan edilen "Kobani, Afrin ve Cizire kantonlarını" resmi olarak kabul etmelerinin söz konusu olmadığını ifade etti. Konuyla ilgili IKBY parlamentosu tarafından yapılan açıklamaya bakmak gerektiğini söyledi. İsim vermeden PYD'yi uyaran Dizayi, Suriye'nin kuzeyinde siyasi bir tarafın, gelecekte tek başına alacağı kararların değerlendirmeye muhtaç olduğunu dile getirdi.”

Bu tuzağa Türkiye’de açılım adı altında düşüldü. Bölgede dindar Kürtler devre dışı bırakıldı. Müslüman Kürtler devre dışı bırakıldı. Ya göçe ya işkence ile teslime zorlandı. Devlet sokağı bıraktı ve aynı devlet kamu düzenini YDG-H birliklerine teslim etti. Belediyeler dindar Kürtleri su faturaları gibi adreslemeler üzerinden fişledi. Son ölümlerin büyük bir kısmı bu ‘adrese teslim’ fişlemeler neticesi gerçekleşen cinayetlerdi. Hükümet Kemalist zihniyeti aşamadı, demokratik laik rezalet içerisinde, AB yasaları çerçevesinde Kürtlerin ve Türklerin birleşeceğini sandı ve yanıldı. Ve hala jakoben bürokrasi nedeniyledir ki; gerçekçi anlamda çözüm üretilmemektedir. Gerçek anlamda ortak bir ideal etrafında bileşmenin yollarını ise ya hiç aramamakta ya da cesaret edememektedir. Bu hususta İbda Mimarının teklifi açıktır; Türk için de, Kürt için de, Arab için de Başyücelik Devleti…

Diğer taraftan bölgede sadece PKK yoktur, Hüda-par gibi kitlesi PKK’nın kat be kat üzerine çıkan bir topluluk da vardır. Sessizliği vahşi olmamasından ve her daim vahşi saldırılara maruz kalmasındandır. Ak Parti’nin kendi kitlesi vardır ki son seçimler bölge insanının yarısını işaret etmektedir. Önceki günlerde bölgenin Ak Parti vekilleri grup toplantılarında kazan kaldırmıştı yaşanılan süreçle ilgili olarak. Risale-i Nur Şakirdlerinden Muhammed Sıddık Şeyhanzade cemaati, Nakşibendî, Kadiri ve Haznevi tarikatı mensupları da vardır. Aynı zamanda kendi bünyesinde farklı odakları da barındıran Kürdistan İslami İnisiyatifi (AZADİ)’de var. Ve bunların etkisi sıradan ve basit değildir. Ne yani? Bunların hepsi eline silah alıp dağa mı çıkmalılar dikkate alınmak için? Bu ülkede eline silah almak mı suç almamak mı? Devlet buna bir karar vermeli!..

Nihayetinde ‘kamu düzeni’ açısından en büyük bedeli devlet ödeyecek. Açık konuşalım; gittikçe bölgede söz sahibi olmaya gayret eden bir Türkiye var. Eksik gedik bu bir gerçek. Ve bunu kabullenemeyen odaklar da mevcut. 

Diğer taraftan ABD ve İsrail Irak’ta da, Suriye’de de, Filistin’de de bozguna uğradılar, yenildiler. Ve bölgede İslâm ve o yola şaşmaz bağlı Ehli Sünnet Ve’l Cemaat anlayışı hızla yol almakta. Batı eskisi gibi kafasına göre bölgeyi kontrol edemiyor, idare edemiyor. Madem edemiyor, bu defa bölge halklarını birbirlerine karşı kışkırtarak ve silahlandırarak hem motivasyonlarını hem de kitlesel dirençlerini kırmak istiyor. Ve bölge halkı harıl harıl birbirine karşı silahlandırılıyor, şehirler harabe haline getirilsin diye uçaklardan bombalar yağmasına gönüllü razı olunuyor. Bu çerçevede ilerleyen aylarda Türkiye’nin başı bayağı ağrıyacak; blackwater gibi askeri şirketlerin örgütlü kiralık katil orduları harekete geçirildi. Gazetelere yansıdığı üzere PYD ve Blackwater omuz omuza ‘İslâm Devleti’ne karşı savaşıyor. Şuraya gelmek istiyorum: Bu silahların ve bu kiralık katiller sürüsünün yarın döneceği adres Müslüman Kürt ve Müslüman Türk halkıdır.

Gelinen nokta yaşanan sıkıntının da kaynağını göstermekte. Türk için de, Kürt için de, Arap için de problem aynıdır; fikirsizlik, ideolojisizlik, meselesizlik. ‘Açılım’ adı altında Kürtlerin bir kısmı muhatap alınarak Kemalistleştirildi ve diğer Kürtler yalnızlaştırılarak bu ‘Kemalistleşmiş laik Kürtlerin’ asimilasyonuna tâbi tutuldu. Ve devlet sadece bunu seyretti ve seyretmeye devam ediyor. Açılımın gayesi bölgeden Müslüman Kürt izini silmek ve İslâm’dan kopmuş, koparılmış Kürt gençliği meydana getirmektir. Bunun meyvelerini 6-8 Ekimde gördük. Nasıl bir kin ve inançsızlıkla Kürt’ün dini ve değerlerine saldırdılar ve nasıl bir vahşetle katliamlara imza attılar şahit olduk.

Diğer taraftan Ak Parti fikir üretme noktasında çıkmaza düşmüş, keleşliği açığa çıkmış ve siyasî olarak iflas etmiş durumdadır. Ne yeni bir siyaset üretebilmekte ne de bir fikir geliştirebilmekte. Eskilerin tekrarı, bürokratların zihni egzersize bile tutmadıkları ezbere bilgiler ve batılı işbirlikçilerinin dayattığı dökümler; başka hiçbir şey yok. Ak Parti'nin yaptığı en iyi şey, milletin gazını almak için slogan atmak, halkın ağzıyla konuşup hiçbir şey yapmamak. Gündüz fahişe deyip sövdüğünün gece koynuna girmek gibi bir garip politika izlemek. Tam da bu sebeblerden dolayı artık ‘açılım’ inandırıcılığını kaybetmekle kalmadı, içinin ‘fikri-ideolojik’ anlamda boş olduğu da aşikâr oldu. 

Nihai sözümüz Hoffer’ın “Kesin İnançlılar” adlı eserinden olsun; “Amerika ve İngiltere’nin (veya Batının diğer demokrat ülkelerinin) Asya ülkelerini geri kalmışlıktan ve uyuşukluktan kurtarmada direkt ve lider bir rol oynamamalarının nedenini anlamak güç değildir. Şöyle ki, demokrasi rejimlerinin, Asya’nın milyonlarca insanında yeniden canlanma ruhunu alevlendirmeye ne güçleri ne de böyle bir niyetleri vardır. Doğunun uyandırılması yönünde, Batı demokrasilerinin yapmış olduğu yardım dolaylı ve şüphesiz ki, arzu edilmeyen bir şekilde olmuştur. Batı demokrasileri, bu ülkelerde Batı’ya karşı gücenme hislerini alevlendirmişler ve işte bu Batı aleyhtarı heyecandır ki, çağımızda Doğu ülkelerini yüzyıllardan beri süregelen uyuşukluğundan uyandırmaktadır.” (s. 32)


Baran Dergisi 407. Sayısı