Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus devlet olması tek dil, tek millet ilkesinin benimsenmesini gerektirmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında   –her ne kadar Kürtçülük amacı güdülmemiş olsa bile- Şeyh Said İsyanı’nın patlak vermesi de devlete Kürtler konusunda bir şeylerin yapılmasının gerektiği vehmini uyandırmakla beraber ulus devlet yapısını korumak için asimilasyon çalışmalarından tutun da işkencelere kadar her şey yavaş yavaş baş göstermeye başladı.
Yapılan bu eziyetlere karşı legal bir çok kuruluş kurulduysa da bir sonuca varılamadı ve sonunda illegal örgütler kuruldu. Kürt milletinin gerçek savunucusu olduğunu iddia eden birçok örgüt şiddet olaylarına başladı. Bu örgütler (PKK, KUK, KAWA) hem devletle hem de kendi aralarında kanlı çatışmalara girişti.
1980 askeri darbesi sırasında devlet bu örgütleri bahane göstererek Kürt kültürünü yaşatmaya ve Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmeye çalışan bir çok topluluğu, grubu ve kişiyi cezalandırdı. Bu cezalar sorunu çözme yerine yarayı kaşıma görevi gördü. Çünkü akla hayale sığmayan işkenceler yapıldı. 28 Şubat’ta da yapılan zulümlerin öncekilerden eksik kalır tarafı yoktu.
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, İslam adına(!) devletin yaptığı bu zulmü destekleyen İslamcı camianın bu İslam dışı tutumuna karşı ‘’Bu zulmü değil laik bir devlet bir İslam devleti dahi yapmış olsaydı yine de karşı çıkılması gerekirdi’’ diyerek onların bu tutumlarını kırmıştır. O dönemlerde yayınlanan “Kürt Röportajı”, bu meseleye, o zamandan bu zamana kadar, “en İslâmî ve en insanî” dolayısıyla da en ideal çözümü ortaya koyan bir bakış açısı getirmiştir, meselenin bütün tarafları için. Fakat meseleyi “günlük politik itiş kakışlar”ın dışında, bir dünya görüşü meselesi olarak ortaya koyan bu röportaj o zaman iki tarafı da adeta “panikletmiştir” diyebiliriz.
12 Eylül darbesi ve 28 Şubat’ın Kürt hareketini bu kadar acımasız bir şekilde bastırması, devlet ve örgüt arasında kalan halkın yargısız infaz edilmesi, köylerinin yakılması vs. Kürt gençlerinin dağa çıkmasına neden oldu. Masum insanlara sorgusuz sualsiz yapılan acımasızca uygulamalar, örgüt ve devlet arasında kalan halkın çaresizliği ve birçoğunun dağda çocuklarının olması onları örgüte yardıma itmiş; ayrıca cezaevlerinde yapılan işkenceler ve bu işkenceler esnasında birçok kişinin ölmesi, köylerin yakılmaya devam edilmesi, halkın onurunun bu şekilde rencide edilmesi; Kürt sorununu içinden çıkılmaz bir duruma getirmekle beraber Kürt milliyetçiliğini de kışkırtmıştır.
Kürtlerde milliyetçiliğin uyanması bölgede faaliyet gösteren örgütler içerisinden PKK’nın bölge insanı nezdinde kıymet kazanmasına ve hatta bazı kesimler tarafından örgütün yaptığı şiddet eylemlerinin meşru görülmesine zemin hazırladı. Kısacası devlet eğer zulüm etmiş olmasaydı bu tip örgütler çıksaydı da halk bu örgütlere bu kadar meyletmezdi.
Sorunun büyümesi sonucunda devlet harekete geçmiş, hem legal hem illegal yollarla bu başkaldırıyı bastırmaya çalışmıştı. Koruculuk ve Hizbullah ortaya bu gaye için çıktı. Ayrıca Hizbullah’ın kurulmasıyla İslamî nazarların gerçek İslam devrimciliğinden saptırılıp düzen adına kullanılan bu odaklara döndürülmesi planlanıyordu.
Yakın zamana kadar sorunun çözümüne dair dengeli adımlar atılamadı. Devlet Kürt aydın ve önderlerini muhatab almak istemedi aksine Musa Anter’i öldürtmeyi, Mehmed Uzun’u da sürgün etmeyi tercih etti. Ta ki son birkaç yıldır Kürt sorunu konusunda adımlar atılmaya başlandı. Hem devlet artık Kürt milletini inkâr politikasından vazgeçti hem de Kürt halkı haklarını daha geniş platformlarda dile getirme olanağı buldu.
BDP, HAKPAR ve KADEP’le uzlaşım içerisine girdi ve bazı muhafazakâr siyasetçiler de BDP safında yer almaya başladı böylece parti daha geniş bir kitleye hitap edecek bir parti konumuna girdi. Hal böyle olunca BDP kökenli bağımsız milletvekili sayısı 36’ya yükseldi. Bu da Kürt ulusalcılığında varılan noktayı gözler önüne seriyor.
Önümüzdeki 4 sene boyunca mecliste 36 tane BDP’li milletvekili olacak. Bu vekillerin Kürt sorununu çözmek için samimi davranarak ve hiç kimsenin etkisi altında kalmadan sadece bu sorunun nasıl çözüleceği konusunda ter dökmelerini umut ederiz.
Bunun yanı sıra hükümetin de başlattığı ama bir türlü rayına oturtamadığı Demokratik Açılım çerçevesi içerisinde bu konuyu ele alması gerekir. Daha önce karşılarında muhatab olmadığını bahane eden hükümetin karşısında şimdi 36 kişi var. Hem de bu seferki vekiller geçen dönemde olduğu gibi tamamen sol görüşlü değil. İçerisinde muhafazakâr vekillerin de bulunduğu bu grup Kürt milletini temsil etmeye tam anlamıyla layık olmasalar da geçen defaki gruptan daha layık olduğu da su götürmez bir gerçek.
Hükümet bu sorunu ne tek başına ne de BDP olmadan diğer muhalefet partileriyle beraber çözemez. İşin içine BDP girince sorun çözülür mü o da belli değil. Çünkü çıkarlar uyuşmazsa bir sonuca varılamayabilir.
Dış şartlar ve “konjöktürel” dayatmaların dışında, bu meselenin çözümü, meselenin “doğduğu yeri” doğru tesbit etmekle başlar! Bu meselenin “doğduğu yeri” öğrenmek isteyenlerin ilk bakacakları yer de, Salih Mirzabeyoğlu’nun “Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi” başlıklı röportajıdır.