Kürdistan’a Batı ve Yahudi eli değdiğinden beridir acı, hüzün, ihanet ve bölünmüşlük Kürt’ün makûs tarihi. Sadece Kürtün mü? Türk’ün de, Arab’ın da, Arnavut’un da tarihi. Bilhassa son yüz elli yıl; İslâm coğrafyası Batı ve Yahudi fitneleri ile kan ağladı, ırmakları cesetlerle doldu taştı, şehirleri harabeye döndü, insanları birbirlerine düşman oldu. Fitnenin asıl kaynağı, pisliğin ve zulmün asıl müsebbipleri hep kendilerini gözden kaçırdı ve pis işlerini işbirlikçilerine yaptırdı. Bunun neticesi olarak bölge bir müstemleke halinde ‘yerleşik halklar’ tarafından değil işgalcilerle işbirliği yapan zümrelerce yönetildi. Efendilerinin izni ile iktidara gelenler efendilerinin isteği üzere önce kendi insanını katletti, kendi köy ve şehirlerini bombaladı. Yine iktidara gelmek yahut bir takım haklar elde etmek isteyenler efendilerinin isteği üzere iktidardakilerle çatışmaya, bölge insanlarını tehdit etmeye, kendi mahallesini, kendi okulunu, kendi camisini, kendi kütüphanesini yakmaya, yağmalamaya başladı. Asıl düşmanla savaşacak, gerçek bağımsızlığı elde etmek, mücadele etmek için savaşmaktan, mücadele etmekten kaçanlar, korkanlar kendi kardeşlerini, kendi komşularını barbarca öldürmekten çekinmedi. Ya taşla başını ezdi, ya ateşte yaktı, ya çocuklarının gözü önünde kurşunladı. Çünkü efendisi böyle istiyordu. 

İki rol vardı; biri ezerek yok edecekti, diğeri güya savunarak yok edecekti. Başarılı olmadıkları söylenemez. Her iki jakoben ve yobaz grubun faaliyetleri neticesi son yüzyılda yüz binlerce Kürt ve Türk öldürüldü, yok edildi. Son aylarda ise daha bir ayyuka çıktı bu durum; öyle ki, Kemalist barbarlık Marksist barbarlıkta temayüz etti ve Kemalist – Ulusal ve Dinsiz sol ile Batıcı – Marksist ve Kürtçü sol bir anda Kürt halkının dinî, ilmî, siyasî ve ahlâkî dernek ve merkezlerine saldırıya geçti. Olaylar bununla sınırlı değildi elbette. Dindar Kürtler dinsiz Kürtlerin bir numaralı hedefi haline getirilerek evleri yağmalandı, aileleri perişan edildi, gencecik çocukları anaların gözleri önünde katledildi, onlarcası kaçırıldı. Batı ve Yahudi uzunca bir zamandır yerleştiği Diyarbakır, Gaziantep ve Batman üçgeninden diğer yerleri ‘üs’lenmiş şekilde kontrol etti. Efendisinin bir emrini iki etmeyen Marksist dinsiz güruh bir anda ne Kürt tanıdı ne Türk. Kürdistan’ı İngiliz işgal etse, Fransız işgal etse yapılmayacak olanı onlar yaptı; camileri yaktı, Kur’ân'ları parçaladı, medreseleri küle çevirdi, tesettürlü Müslüman kızlara saldırdı öldürdü, mütedeyyin insanların evlerini bombaladı.

Kürt'ün Kürt'le savaşmasını isteyen ve böylece “zafer” elde edeceğini zanneden tarih ve kültür şuurundan habersiz bir grup var karşımızda. Bu grup Marksist görünümlü, tamamen batıcı ve burjuvazinin baş müdavimi. Ellerine Kürt kanı bulaştırmayı pek seven ve bunu ideolojik bir gereklilik ve zaruret sayan bu ‘lümpen’ler ordusu ne Mahabad'ı bilir, Ahmede Xani’yi. Ne Kürdistan’ın son kralı Berzenci’yi ne Nakşibendi Şeyhi Mücahid Şeyh Said’i. İşlerine gelmez çünkü. Nihayetinde bu zevatın hiçbiri ne Kürt'e düşmanlık etmiş ne de İngiliz-ABD ve Yahudi üçlemesine kölelik ve maşalık etmiştir. Ahmede Xani yaşıyor olsaydı bugün medresesi ile yakacaklardı; Meleye Ciziri bugün nefes alıyor olsaydı ve Diyarbakır’da şöyle bir sokağa çıkayım deseydi İŞİD’ci diye kafasını barbarca taşla ezeceklerdi. Ancak ne Xani ne de Ceziri yaşıyor, iyi ki de gözleri kapalı. Kürtlerin başına gelen bu Kemalizm zulmünden daha beter barbarlığı görmediler. Ve Berzenci, Şeyh Said ve Kadı Muhammed. Üç farklı coğrafyanın üç farklı mazlumu. Yekûnda ortak yönleri İngiliz Emperyalizminin kurbanı oluşları. İçten ve dıştan devşirilen hainler aracılığı ile idam edilen Kürt mazlum liderler. Hikâyeleri bugüne hem ışık tutucu hem de ders verici cinsten. Ne kardeş kardeşi vurdular, ne dinlerinden vazgeçtiler ne de vatanlarından.

Mukaddesatçı Kürtler üzerine estirdikleri terör vesilesiyle Ulusalcı Kürtlerin, Kemalizm gibi son demlerine geldiklerini, şımarıklığın getirdiği kibir tarafından batağa çekildiklerini ve nihai noktada büyük bir stratejik hata yaparak kendilerini imha mecraına sürüklendiklerini görüyoruz. Açılım meselesi bir tarafa, Kürt'ün temsili ve Kürt'ün meselesi ne olmalıdır noktasında Ulusalcı Kürtlerin ve ABD emrinde hareket eden Marksist Kürt solunun Kürt'e teklif edecek bir şeyi kalmamıştır. Fikren, fiilen ve ideolojik olarak iflas etmişlerdir. Kürtler nezdinde güvenlerini yitirdikleri gibi ‘taşeron’ örgüt olma gibi bir handikapa düşmüşlerdir. Oysa Kürdistan gerçeği ortadadır ve hiçbir zaman işbirlikçi haine meydan verilmemiştir. Bu mantıkla Ulusalcı Kürtlerin gözünde Şeyh Said bir İŞİD’çidir, Mahabad Cumhuriyeti lideri KadıMuhammed bir İŞİD’çidir, Ahmede Xani ve Meleye Ceziri bir İŞİD’çidir. Ne diyelim; Kürt'ü gerçek tarihine bırakmaktan başka. Buyurun;


Önce Berzenci; 

KÜRDİSTAN’IN KRALI ŞEYH MAHMUD BERZENCİ

Emperyalizm denilince akla ilk gelen İngilizlerdir. Kendilerini güçlü kabul ettikleri anda Afrika'dan Amerika'ya Ortadoğu'dan Hindistan'a kadar kan, işkence ve zulüm götüren, barbarlıkta sınır tanımayan İngilizler. Devlet-i Âli Osmaniye'nin I. Dünya savaşı sonrası idarî ve sosyal yapı olarak büsbütün çözülmesi ile birlikte, Arab bölgelerinde, Kürt bölgelerinde, Türk bölgelerinde otorite boşluğu ortaya çıkmıştı. Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde de bu ve benzeri arayışlar yoğunlaşmıştı. 

1878 yılında Süleymaniye'de doğan Şeyh Mahmud Berzenci âlim ve dindar bir aile ve çevrede hayata gözlerini açmış ve eğitimine de bu çevrede başlamıştır. 

Arabça ve Farsça eğitimini tamamladıktan sonra diğer diller ve eğitim alanlarında da iyi bir öğrenim görmüştür. Şeyh Mahmud fikirleriyle olduğu gibi kısa bir sürede ailesinin yüksek dinî ağırlığının sorumluluğunu üstlenme başarısını da gösterebilmiş, Kürdistan'da sözü geçen ve ağırlığı olan biri hâline gelmiştir.

Şeyh Mahmud'un bu konumunu bilen İngilizler de onu Süleymaniye ve çevresinde kral ilân ederek konumunu resmen kabul etmişlerdi. (01.11.1918) Fakat iyi niyetli ve devletlerarası ilişkilerde tecrübesiz Şeyh, bu devletlerin yalan ve dalavereye dayalı yöntemleri ile karşılaşınca büyük bir şaşkınlık geçirdi. Kısa süre içerisinde ilişkileri bozuldu. 

İngilizler kısa bir süre sonra, 1918'in Kasımında Şeyh Berzenci'ye verdikleri sözden geri döndüler. Berzenci'nin Kürdistan'daki etkisini kırmak için çeşitli oyunlara başvurdular. Bu durumu fark eden Berzenci, İran ve Irak'taki birçok Kürt aşireti ile görüşmelerde bulunup başkaldırı hazırlığı yapmaya başladı. 23 Mayıs 1919 tarihinde İngilizlere karşı isyan hareketi başlattı. Bu ayaklanma ile İran ve Irak'taki Kürtlerin birleşerek Büyük Kürdistan'ın kurulmasını amaç edinmekteydi. Süleymaniye'de başlayan ayaklanma kısa sürede Kürdistan'ın birçok bölgesine yayıldı. Şeyh Berzenci kuvvetleri Süleymaniye'ye bağlı Derbendi Baziyan'da mevzîlenmişlerdi. 17 Haziran'da İngiliz kuvvetleri tank ve toplarla Şeyh Mahmut kuvvetlerini kuşatarak bombardımana tuttular. Berzenci bombardıman sonucu yaralanmasına rağmen mevzi aldığı büyük bir kayalık arkasında uzun süre çatışarak direndi. Ancak Berzenci İngiliz kuvvetlerine esir düşmekten kurtulamadı. Burada Kürt tarafında 300'ye yakın ölü, 500 yaralı varken, İngiliz tarafında ise 4 tank, 19 askeri araç tamamen imhâ edilmiş, çok sayıda da askerin öldürülmüştür. 

İngiliz kuvvetleri 22 Temmuz 1919 tarihinde Süleymaniye merkezine girerek büyük zarar verdiler. Barbarlıkta sınır tanımayan İngilizler cesetleri halkın gözleri önünde yaktılar. O günü Berzenci'nin oğlu Şeyh Letif Hefid kendi günlüğünde şu şekilde anlatmaktadır: "İngilizler çatışma sonucu şehîd düşen insanlarımızın bedenlerine gözlerimizin önünde benzin dökerek yakıyorlardı. Bu görüntüler karşısında duramadım ve müdahale etmek zorunda kaldım. Doğacak tepkiden korktukları için cesetleri yakmaktan vazgeçtiler." Daha sonra esir alınan Şeyh Mahmut Berzenci, Bağdat'ta götürüldü. 25 Temmuz 1919 tarihinde kurulan askerî bir mahkemede Berzenci yargılanmaya başlandı. İngilizlere göre Berzenci'nin suçları şunlardı: İngiltere'ye karşı isyan etmek, kan akmasına sebep teşkil etmek ve İngiltere bayrağını indirip, yerine Kürdistan bayrağını dikmek. Bu suçla özel İngiliz Askeri Mahkemesinde yargılanarak 25 Ağustos 1919'da idama mahkûm edildi; ancak onu asmaya cesaret edemeyen İngilizler, Hindistan'a götürüp orada sürgün olarak tuttular. Lakin bir müddet sonra ülkedeki karışıklıklar ve halkın ısrarlı talebi karşısında onu tekrar Süleymaniye'ye getirerek görevine iade etmek zorunda kaldılar.  Fakat bu sefer de görevlerini hakkıyla yapmasına izin vermeyerek problemler çıkarmaya devam ettiler. 

Bunun üzerine Şeyh Mahmud bir defa daha İngilizlerle savaşmaktan başka çaresi olmadığına karar vererek Müslüman vatansever Kürt güçlerini harekete geçirdi ve savaşmaya başladı. Bir müddet sonra şehrin bombalanmasını göze alamayan Büyük Şeyh, Süleymaniye'yi terk ederek Penciwîn'e doğru çekilmiş ve oradan savaşı idame ettirmiştir. Buna rağmen 4 Mart 1923′de kent ve bölge yoğun bir bombardımana tâbi tutuldu. İngiliz uçakları Kürt şehir ve köylerini bombalayarak binlerce sivilin katledilmesine sebep oldular. Bir o kadar insanı da kaybettiler. Güney Kürdistan büyük bir soykırıma tâbi tutularak, baştan sona kan gölüne çevrildi. Tarihin hiçbir devrinde Kürt'e dost olmayan İngilizler, gerçek yüzlerini bir kez daha gösterdiler.

Daha sonra İran'ın Piran bölgesine çekilen Şeyh, İngiliz temsilcileriyle yoğun bir görüşme trafiği yaşadı. Bu arada çatışmalar da sürmektedir. Zor koşullardaki bu savaşı daha fazla sürdürmenin bir sonuç getirmeyeceğini fark eden Şeyh Mahmud,  çaresizce bu savaşı bitirmeye karar verdi ve Süleymaniye'ye dönerek Irak hükümetine teslim oldu. Irak hükümeti onu 13 Mayıs 1931'de önce Semawa, daha sonra Nasıriye'ye, en son olarak da 1933′te Bağdat'a sürgün etti. Mayıs 1941'de Reşid Eli Geylani'nin başa gelmesiyle gönüllü olarak memleketi Baziyan'ın Darêkelê köyüne gitti ve orada hastalanıp Bağdat'taki Hidri Hastanesine yatırıldı. Uzun ve mücadelelerle geçen ömrünün sonuna gelerek halkının gönlünde büyük bir yer edinmiş olarak Hakkın rahmetine kavuştu.

Birkaç küçük anekdot; Berzenci'nin Kürdistan hükümetinin bayrağı, Yeşil zemin üzerinde kırmızı dâire, kırmızı dâire içinde beyaz hilal'di. Günümüz Kürt şovenlerinin (ulusalcıların) Sovyet ve Mecusi sembolleri ile süslenmiş değil, özbeöz kendi kültüründen bir bayraktı, eksik veya gedik. 

Ve; MAHABAD CUMHURIYETI LIDERI KADI MUHAMMED

Emperyalist Devletlerin, yeraltı ve yerüstü kaynakları açısından zengin coğrafyaları kendi aralarında paylaşamamasının da bir sonucu olarak ortaya çıkan II. Dünya Savaşı sırasında, Temmuz 1941'de Büyük Britanya ve Sovyetler Birliği, İran'ın işgali konusunda anlaştılar ve İngilizler güneyden, Sovyetler ise kuzeyden saldırarak İran'ı ikiye bölüp işgal ettiler. Farklı ideoloji ve cebhelere mensub olsalar da söz "sömürü ve menfaat" meselesine geldi mi birlikte hareket etmekten çekinmeyen bu iki emperyalist güçten Sovyetler, işgal ettiği bölgede yaşayan insanları hemen örgütleme ve bir yerlere bağlama işine girişti. İşgal ettiği yerlerin bir kısmını Azerbaycan'a dâhil eden Sovyetler, Kürtlerin yoğun yaşadığı yerleri ise Kürtlerin idaresine bırakmayı düşünmekteydi. Söz konusu dönemde Kürdistan'da da gelişmeler çok farklı ve hızlıydı. 1941'de Müttefik devletler İran'a girdiklerinde güneyde İngilizler, kuzeyde SSCB, kuzey ve güney arasında ise yerel yönetimlerin hâkimiyeti söz konusuydu.  

Bu dönemde Kürdistan'da Sovyet etkisinde kalmış okumuş aydın çokta fazla bir şey yapma derdinde değildi. Ve yine etkin diğer zümre olan aşiret reisleri ve ağalar ise kendi aşiretini, toprağını düşünmek dışında fazlaca da aktif değildi. Nakşibendî kökenli Kadı Muhammed'in toplayıcı ve birleştirici liderliği birçok aşireti aktifleştirip bazı ittifaklara götürdü. 

İran'la sürekli çatışma içerisinde olan Kürtler, zaten bu bölgede daha önceden örgütlenmişlerdi. Altyapısı mevcut bu düşünce ile 16 Ağustos 1943'te KOMELA (Komeleyê Jinêweyê Kurdistan / Kürdistan Diriliş Topluluğu) kuruldu ve Mart 1944'te Hawî cemiyetiyle yardımlaşma anlaşmasını imzaladı. Ağustos 1944'te Dinbanbar Dağı'nda Üçlü Sınır Anlaşması'nın (Peymare Sêsinor) imzalanmasıyla da, diğer ülkelerde bulunan Kürtler ile işbirliğini sağlamaya çalıştı. Eylül 1945'te, daha önce 1930'daki Oramar İsyanı'ndan (Dağlıca/Hakkâri) sonra Kasım 1931'de Kuzey Irak'ta ayaklanan Şeyh Ahmed Barzanî ve kardeşi Molla Mustafa Barzanî de katıldı. Askerî teşkilatta görev alan Mustafa Barzanî Genel Kurmay Başkanı oldu. 

Bu arada Kürt Cumhuriyeti, yeni kurulan Azerbaycan Millî Hükümeti ile problemler yaşamaya başladı. Azerîlerin Kürt topraklarını kendi topraklarına katmak istemesi bu tartışmayı alevlendiren önemli bir sebeptir. Sovyetler'in araya girmesi ile 3 Mayıs 1946 yılında, Kürt Cumhuriyeti ile Azerbaycan Millî Hükümeti arasında Tebriz'de bir anlaşma imzalandı. Ancak Azerî topraklarındaki Kürtlerin Mahabad Kürt Cumhuriyeti'ne katılma isteği Azerîlerin tepkisi ve saldırısı ile karşılaştı. İçeride bunlar olurken, dışarıda ABD emperyalizminin Asya'daki ileri karakolu İran, BM'ye başvurarak, İran topraklarındaki Sovyet askerlerinin çekilmesini taleb etmekteydi. Ardından Sovyet askerleri 9 Mayıs'ta İran topraklarından bütünüyle çekilince Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nden de çekildi. BM'nin ve milletlerarası diplomatik baskıların neticesi olarak sıkışan SSCB, Azerî yönetimine İran'a teslim olmasını tavsiye etti ve 16 Kasım 1946'da Azerî yönetimi İran’a bağlandı. 

Böylece Şah Rıza yönetimindeki İran'ın Mahabad'a girişi daha da kolaylaştı. Gelişen bu yeni durum karşısında Kadı Muhammed 5 Aralık 1946'da savaş konseyini topladı ve direnişe geçmek için hazırlıklar yaptı. Ancak bazı aşiretlerin katılmaması ve direnişe gönülsüz oluşları Kadı Muhammed'i birkaç ufak tefek çatışmadan sonra teslim olmaya itti. 17 Aralık'ta İran ordusu Mahabad'ı işgal ederek Mahabad Kürt Cumhuriyeti'ni yıktı. 31 Mart 1947'de Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed, Başbakan Hacı Baba Şeyh ve Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Han Seyfi Kadı, Cumhuriyetin kurulduğu yer olan Çarçıra Meydanı'nda asılarak idam edildi. 

“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla” diye başladığı vasiyetinde Kadı Muhammed oldukça net ve açık kendi gündemini değişmeyen haliyle bugünü şu şekilde ifade etmektedir;

“Kardeşlerim,

Artık düşmanlarınıza aldanmayın, Kürtlerin düşmanları hangi milletten ve guruptan olurlarsa olsunlar, düşmanlarımızdırlar, merhametsizdirler, vicdansızdırlar, size acımazlar. Sizi birbirinize kırdırırlar, yalan dolanlarla, para-pulla sizi karşı karşıya getirirler. Kürt halkının düşmanları içinde en zalimi, en mel'unu, en Tanrı tanımazı, en acımasızı Acem (İran)'dir. (İran) Kürtlere yönelik her türlü suçu işlemekten geri kalmaz, tüm tarihi boyunca Kürtlere düşman olmuş, kin gütmüştür, gütmektedir. İsmail Ağa'yı (Simko), kardeşi Cevher Ağa'yı, Mengur'lu Hamza Ağa'yı ve daha nicelerini, Kur'ân'a yemin ederek kandırdılar, kalleşçe öldürdüler. Onlar, Acemlerin kendilerine iyi davranılacağına dâir Kur'ân üzerine ettiği yemine safça inandılar. Bugüne kadar olan tarih boyunca hiç kimse, Acemlerin sözlerine sadık kaldıklarını, Kürtlere verdikleri sözü tutup vaatlerini yerine getirdiklerini görmemiştir. Küçük bir kardeşiniz olarak size diyorum ki, Allah aşkına, birbirinizi tutun, birbirinize destek olun. Emin olun ki, eğer Acem size bal veriyorsa mutlaka içine zehir katmıştır. Acemlerin yalan vaatlerine, sözlerine kanmayın, eğer Kur'ân'a bin kez el basıp söz verse de amacı sizi kandırmaktır, hile yapmaktır. 

Ben ömrümün son saatlerini yaşıyorum. Diyorum ki, size doğru yolu göstermek için elimden gelen her şeyi yaptım, canla başla mücadele ettim, bu uğurda gevşek davranmadım. Şimdi de size diyorum ki, artık Acemlere inanmayın, onların Kur'ân'a el basarak verdikleri söze inanmayın. Size nasihat ediyorum ki, yüce Allah aşkına vaatlere artık kanmayın. Çünkü onlar ne Allah'ı tanıyorlar, ne Peygamber'e, ne kıyamet gününe, ne Allah huzurunda hesap vermeye inanıyorlar. Onların nezdinde, Müslüman da olsanız, Kürt olduğunuz için suçlusunuz, onların düşmanısınız, malınız onlara helaldir.”

Son olarak; ŞEYH SAİD EL-NAKŞİBENDÎ

Şeyh Said Hazretleri, mazlum, mağdur ve galip… Destanı ise herkesin mâlumu. Ayrıca tekrara lüzum yok. Mukaddes İslâm dâvasının fikir mimarlarından Necib Fazıl Kısakürek'in ifâdesi ile "son devrin din mazlumlarından". Yine onun ifâdesiyle; "Güzel yüzlü, derin gözlü, tatlı bakışlı, kuvvetli bir yapıya ve heybetli bir edaya sahib, yaşı 60, fakat görünüşü genç bir insan… Asılacağı sırada bir kâğıdın üzerine Arabça şöyle yazıyor: "Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslâm içindir."

Başa dönelim ve yıllar önce kaleme aldığım bir yazıdan kısa bir iktibasla noktayı koyalım. “…birileri Türk’lük adına Türk’ü İslâm’dan ve İslâm coğrafyasından koparıp bütün Müslümanlara düşmanlık beslerken, diğeri Kürtlük adına Kürt’ü İslâm’dan koparma ve Müslümanlara düşman etme gibi alçaklıklar peşinde. Bu bedihî durum karşısında dün Laik-Batıcı Türklerin Türk’ü ruh kökünden koparıp nidüğü belirsiz tipler hâline getirmeye çalışmasına mukabil, bugün de Laik-Batıcı Kürtler, Kürt’ü ruh kökünden koparmaya, Kürt’ün inanç ve kültürüne halel getirmeye çalışmaktadır. Mukaddesatçı Kürt, bu kuşatmanın hedefinde hem yok olmamak hem de var olmak için direnç göstermeli, dinî-ilmî-siyasî-ahlâkî bütün muhteşemliği ve şahsiyeti ile meydan yerine dikilmelidir.

Mukaddesatçı Kürt şu hakikati kalbinin en ulvî, beyninin en yakıcı, aklının en belirgin noktasına, en keskin bıçağın açacağı en derin ve acılı bir biçimde kazımalı ve her dem taze tutacak şekilde tuzlamalı, deşmelidir:

O hakikat şudur ki; Kürtlere Moğollardan sonra en büyük zararı Siyonist Haçlı üçlüsü “İsrail-Amerika-Avrupa” vermiştir. Bu üçlü, içte ve dışta kendilerine buldukları av köpekleri ve işbirlikçi hainler vasıtası ile Kürt’ü içte kıskıvrak yakalayıp ruhunu hallaç pamuğu gibi dağıtmaya uğraşırken, dışta işbirliği içerisinde olduğu hainler vasıtası ise törpületmekte, büsbütün keyfiyetsiz, kifâyetsiz, ehliyetsiz ve ehemmiyetsiz kılmanın yollarını açmaktadır. Yine bu üçlü, içte avladığı avlar vasıtası ile Kürt’ün ruh köküne son darbeyi indirebilmek için onu büsbütün kültüründen, ahlâkından, dininden, irfanından, izzet ve şerefinden uzaklaştırmak istemektedir. Kürt de bilmektedir ki, İslâm onun şerefi, izzeti ve haysiyetidir ve Batı’nın ona –özünden kopartmak üzere- gösterdiği dostluk İslâm’a olan bağlılığındandır. Ne zaman ki bu bağ kopar, Kürt bilmelidir ki, “efendi Kürt gitmiş, uşak Kürt gelmiştir”. Hiçbir Müslüman Kürt asla buna müsaade etmez, edemez. Malûm olduğu üzere, kasabın koyuna gösterdiği muhabbet ve eliyle boynunu incitmeden okşaması, keseceği âna kadar ve keseceği yer nisbetindedir.

Batı, İslâm’la Kürt’ün ayrışmasını kışkırtırken, aynı zamanda birleşmesinin-buluşmasının önüne geçmek ve kesmek için elinden geleni yapmaktadır. Siyonist-Haçlı bugün Kürt bölgelerini Kürtlerin gözünün içine baka baka yağmalamakta ve hatta bu yağmada Kürtleri kullanmaktadır.” (S.K. Kürt Milli Şuuru ve Ahlakı, 11)


MUKADDESATÇI KÜRT, BATI VE EMPERYALİZME KARŞI HANGİ BAYRAK ALTINDA YERALACAĞINI BİLMELİ VE ASIL HEDEFE YÖNELMEDİLİDİR. AKSİ KÜRT'ÜN ONURUNUN TARİH SAHNESİNDEN  SİLİNMESİ DEMEK OLACAKTIR.

Baran Dergisi 405. Sayısı