General Abdülfettah Yunus’un geçtiğimiz günlerde (28 Temmuz 2011) Libya’da öldürülmesi vesilesiyle konuşmak istiyorum bugün.
Bildiğiniz üzere, 1969 Libya Devrimi’nin önde gelen liderlerinden olan ve Kaddafî’ye karşı hareket başlayınca Libyalı isyancıların safına geçen eski İçişleri Bakanı General Abdülfettah Yunus, cebheden dönerken Bingazi dolaylarında öldürüldü. 
1969 Devrimi sırasında bir binbaşıydı General Yunus. Zaten devrim liderlerinin hepsi binbaşı, sadece Albay Kaddafî bir yüzbaşıydı. Çünkü cezalandırılmış, birkaç ay tutuklu kalmış ve arkadaşlarının aksine bir üst rütbeye terfî ettirilmemişti.
Öldürülen bu eski içişleri bakanıyla şahsen hiç karşılaşmadım, bu yüzden hakkında şahsî tecrübeye dayanan bir bilgim yok. Ancak önemli bir insan tabiî, neticede 1969’dan beri iktidarda. Amerika ve NATO ajanlarının başlattığı isyana katılana kadar, tam 42 yıl Libya’yı yönetenler arasında bulunmuş.
Bu adam ve şimdiki Libyalı isyancıların lideri olan eski adalet bakanının karıştığı bir hâdiseyi anlatmak istiyorum bu vesileyle. 
Bu iki kişi, “Bulgar hemşireler skandalı”nın sorumlularıdır aynı zamanda. Hatırlayacaksınız, sözkonusu Bulgar hemşireler ve Filistinli bir doktor, hastahânede çocuklara AİDS bulaştırmakla suçlanmış ve hapse atılmışlardı.
Böyle bir itham ve peşisıra gelişen hâdiseler tamamen saçmasapandı ve bunlarla Albay Kaddafî’nin zerrece alâkası yoktu. Bunu, sonrasında aldığım sağlam bir bilgi dolayısıyla söylüyorum.
Ne oldu? Bulgar hemşirelere tutuklu kaldıkları sürede çok kötü muamele edildi ve bu yüzden Libya da ağır insan hakları eleştirisine maruz kaldı. Oynanan, berbat bir oyundu oysa, bu insanların o AİDS bulaştırma işiyle hiçbir alâkaları yoktu.
Sözkonusu Bulgar hemşireler hapishânede öyle zulüm gördü ki, hattâ bazılarına tecavüz bile edildi. Libya güvenlik güçleri, diğer tüm Arab veya Türk güvenlik güçleri gibi, düşman gördüklerine karşı çok serttir. Bu hâdise de bir diğer numûnesi oldu sözkonusu umumî muamelenin. Ne olursa olsun, bir kadına tecavüz edemezsiniz. Bu, çok ama çok felâket birşeydir.
Bingazi’deki bir hastahânede gerçekleşen bu hastalık bulaştırma meselesiyle o Bulgar hemşirelerin hiçbir ilgisi yoktu dedim. O insanlar masumdu ve yanlış hiçbir iş de yapmamışlardı. Hastalığın çocuklara bulaşması da bulundukları hijyen şartlarından kaynaklanıyordu yalnızca. Yoksa o hemşirelerin hatasından falan değil.
Size Trablus’ta bulunduğum demde şâhid olduğum bir hâdiseyi daha önce de anlatmışımdır. Yanımdaki yoldaşa kullanılmış bir şırıngayla tetanos aşısı yapmak istediler. Öğle yemeği vakti olduğu için yabancı bir hemşire yoktu, bu yüzden iğneyi vurmaya davranan Libyalı bir sağlık görevlisiydi. Ona, “hayır, bu kullanılmış şırıngayı ikinci kez kullanamazsınız, değiştirmelisiniz!” dedim. Bana dediği şu oldu: “Yok, yok, hiçbir şey olmaz, bu şırınganın hiçbir şeyi yok!” (Gülüyor). Neyse, sonra bir başka tanıdığım geldi ve sağlık görevlisine sert biçimde çıkıştı da yeni bir şırıngayla yaptılar arkadaşımın iğnesini. 
1980’lerden bahsediyorum size. O sıralar henüz Bulgar hemşireler gelmemiş, Yugoslav hemşireler görev yapıyordu Libya’da. Nasıl felâket bir hijyen anlayışı mevcut, anlıyorsunuz. 
İşte bu Bulgar hemşireler ve Filistinli doktor, masum oldukları hâlde hapse atıldı, gerekçe olarak da “suçlarını kabul eden imzalı itirafları var!” dendi. Hâlbuki olan şuydu: Masum oldukları için kendilerine yönelik suçlamaları tabiatıyla reddetmişler, reddettikleri için de kendilerine baskı ve işkence yapılmış, bu yüzden sözkonusu ithamları kabullenici itirafnâmeler imzalamak zorunda kalmışlardı. Hakikaten suçlu olan bir insana suçunu kabullendirmek cidden çok zordur. Ancak masum bir insana baskı yaparsanız, hemen her zaman suçlu olduklarını kabullenir ve önlerine ne konulursa imza atarlar. Bu da öyle bir hâdiseydi.
Peki kimdi Bulgar hemşirelerin başına gelen bu hâdiselerin sorumlusu? Elbette, o zulmü yapan güvenlik görevlilerinden sorumlu olan ve öldürülene kadar şimdiki NATO destekli isyancıların komutanlığını yapan dönemin “içişleri bakanı” General Abdülfettah Yunus! Tabiî aynı şekilde, yine bugün NATO ajanlarının safına geçmiş eski “adalet bakanı” Mustafa Abdülcelil de, o dönemde Bulgar hemşirelere yönelik adlî süreçten sorumluydu. Albay Kaddafî’nin elbette hiçbir dahli ve sorumluluğu yoktu bu skandalda.
Evet, o gün Libya hükümetine, Libya rejmine, Libya devrimine, Libya halkına leke getiren mâhut sorumlular, bugün Bingazi’de yine Libya’ya leke getirmeye devam ediyor, her Allahın günü “Libyalı isyancılar” diye tüm dünyaya gösterilen o ilkel hayvanları güdüyorlar. “İşte Libya! İşte Libyalı!” diye takdim edilen bu canavarlar, bu haydutlar mı temsil ediyor hakiki Libya’yı ve Libyalı Arabları?
Oysa Libyalı Arabların çoğu hiç de bunlar gibi değildir. Kibar ve kendilerine misafir olduğunuzda sizi en güzel biçimde ağırlayan, yediren içiren, gelenekleri böyle olan insanlardır onlar, iyi Müslümanlardır. Şimdi dünyadaki Libyalı imajını, Bingazi’deki elebaşıların güttüğü bu sürüler temsil ediyor maalesef.
Bu vesileyle, şunu söyleyeceğim. Libya’da gerçekleşen Bulgar hemşireler hâdisesine Fransa’nın karışmasının gerekçesi neydi? Ne alâkası vardı onun Libya’daki bu meseleyle? Ortada Fransız vatandaşı yok, birşey yok. Ama ne oldu? Fransa devlet başkanı ve karısı meseleye dahil oldular, Libya’ya gidip hemşireleri serbest bıraktırdılar, ödenen fidyeden komisyonlarını alıp seçim kampanyalarında kullandılar. Tuhaflığı görüyorsunuz değil mi?
Evet, işte bu rezaletin sorumluları, dönemin Libya içişleri bakanıyla adalet bakanıydı, yâni bugün Kaddafî’ye karşı başlatılan isyanın da liderliğini yapanlar!
Libya devriminde zamanında rol almış, bilâhare yurtdışında düşmana karşı operasyonlara da katılmış kimi Libyalı subay ve devlet görevlileri, bir zaman sonra o savaştıkları Batı’nın safına, düşman kampına geçmiş, özellikle CIA ve İngiliz istihbaratıyla yakın ilişkilere girmişlerdir.
Bugün Bingazi’deki isyancıların durumu tam da budur! Geçmişte Bingazi merkezli Senusî Libyası da aynen öyleydi. Senusîler, bu Sufî çevresine dahil insanlar, aslında iyi Müslümanlardı ama sonra yanlış yollara saptılar, Batılı odakların, sömürgecilerin kontrolüne girdiler. Önce İtalyanlarla, sonra İngilizlerle yanlış ilişkiler geliştirdiler, bilâhare İngiltere orada kendi güdümünde bir krallık kurdu, başına da kişi olarak belki iyi ama temsil ettiği yapı bakımından ajanlık yaptırdığı İdris’i geçirdi.
Maalesef bugün Libya’da, Bingazi’de olanlar da, geçmişte olan bitenin bir tekrarıdır bence.
Yine General Yunus ve isyancı ordusunun üst rütbelilerinden olan maiyetindekilerin öldürülmesine gelirsek, şuna dikkat çekeceğim: 
Cehenneme kadar yolları var ama bu kişilerin öldürülüş tarzı çok tuhaf! Öldürülmeleri değil de, öldürüldükten sonra cesetlerinin gördüğü muameledir tuhaf olan. Öldürülmekle kalmıyor, bir de cesetlerine işkence yapılıp yakılıyorlar.
Kim öldürmüş olabilir peki onları? Libya hükümet ordusu olmadığı âşikar. Çünkü hâdise isyancıların arasında ve bölgesinde gerçekleşiyor.
Aynı şekilde, kimdir öldürülen bir insanın cesedine saldırabilecek kadar gözü dönmüş olan? Öyle ya, birini herhangi bir gerekçeyle öldürmüş olabilirsiniz ama gidip de cesedine ayrıca saldırmazsınız. 
Yine, Amerikan, İngiliz veya Fransız güçleri de yapmadı bunu. Onlar “havadalar” şu ân. 
O hâlde, cevab ister istemez şudur: “Yerdekiler” ve “isyancılar” arasından birileri yaptı bunu.
Böyle bir sapıklığı, savaşan iki ordunun askerleri falan değil, aşiret intikamı tarzı fiiller işleyebilecek olanlar, kan davası güdenler yapabilir ancak.
Bir arkadaşım bu haberi işitince, hemen “El-Kaide yapmıştır!” dedi. Oysa, El-Kaide bir savunma formülü hâline geldi, herşeye kolayca yapıştırılabilen bir etiket. Oysa El-Kaide, şehid Usame bin Ladin’in liderliğini yaptığı bu örgüt, ancak Amerikalıları falan korkutur. 
Sağ elimi Kur’ana basarak yemin edebilirim ki, bu suikastle El-Kaide’nin zerrece alâkası yoktur. Elbette kendilerini yargılayan, işkence eden, hapse atan, öldüren bu adamı onlar da öldürmüş olabilirlerdi, üstelik hiç de sürpriz olmazdı bu. Tüm bunların gerçekleşmesinden sorumlu kişiydi çünkü General Yunus. Ne var ki bu mücahidler, öldürdükleri bir insanın cesedine kesinlikle ve kesinlikle işkence etmezler, asla!
Aynı şekilde, Libya’da güçlü olan ve Afganistan’da Kızılordu’ya karşı savaşmış insanların oluşturduğu Tevhid örgütü de bunu yapmış olamaz. Çok uç noktada inançları olan bu çok yırtıcı militanlara göre, ne Usame bin Ladin, ne Muammer Kaddafî, ne siz Güven Yılmaz, ne de Kumandan Mirzabeyoğlu Müslümandır; kısacası, kendi birkaç yüz kişilik örgütleri ve birkaç bin kişilik sempatizanları dışında, dünyanın kalan 800-900 milyon Müslümanının hepsi kâfirdir. Allahın vahyini ve Resûlünün Sünnetini bu kadar katı tefsir eden bu insanlar bile elbette Müslümandır ve hiçbiri bir cesede bu şekilde işkence etmez! Öldürülen kâfir bile olsa zaten cehenneme gidecektir, niçin ayrıca eziyet ihtiyacı duyulsun ki?
İsyancı güçlerden alelâde birileri de olamaz failler, çünkü bu adam onların Genelkurmay Başkanıdır.
Şu hâlde, kala kala tek bir şık çıkıyor öne: Bu, isyancılar arasında sökün etmiş bir aşiret meselesidir!
Söylemek üstediğim şey, bir Allah var, bir adalet var, yüce bir adalet var! Bu insanlar, öldürülmeyi sonuna kadar haketmiştir. Ancak cesetlerine yapılan muamele de gösteriyor ki, bu, isyancılar arasındaki bir iç çatışmanın, bir aşiret çatışmanın ifadesidir.
Diğer taraftan, tüm bu Libya’daki NATO bombardımanıyla tek bir kişiyi katletmeye çalışıyorlar: Albay Muammer Kaddafî. Biliyorlar ki, o ölürse bu rejim de çökecektir. Doğrudur, bir aşiretler düzeni olan “Cemâhiriye”, Kaddafî ölürse hakikaten çöküşe geçecektir, çünkü aşiretleri tutan bağdır Kaddafî.
Peki Kaddafî ölünce, iktidara kolayca isyancılar mı geçecektir? Kolayca iktidarı tesis mi edeceklerdir?
Böyle bir kolay çözüm olmayacaktır tabiî. Çünkü aşiretlerin geleneği, düşmanına saldırmak, onu öldürmek ve onu soymak çerçevesindedir. General Abdülfettah Yunus’un öldürülme tarzı da, yarın ola ki Kaddafî hayatını kaybederse, kendilerini ve NATO’daki efendilerini bekleyen akıbetin bir habercisidir. 
Sadece aşiret meselesi de değil, bir de ülkenin doğusu ve güneyinde İslâmcılar vardır, İslâmi hassasiyeti yüksek olanlar. Afganistan’da Kızılordu’ya karşı savaşmış ve onlara diz çöktürmüş olanlardan oluşan bir sürü yırtıcı İslâmcı militan vardır. Bunlar da inandıkları gibi bir rejim taleb edeceklerdir.
Tüm bunlar, Kaddafî sonrası Libya’nın nasıl bir cehennem olabileceğini gösterdiği gibi, emperyalistler için de ciddi bir uyarıdır.
Allahü Ekber.
30 Temmuz 2011
İngilizceden Tercüme: 
Hayreddin Soykan