Alev Alatlı Anadolu ajansına bir röportaj verdi ve “liyakat” bahsini tartışmaya açtı. Fakat zannetmeyin ki gece-gündüz bu mevzu tartışılıyor. O gün birkaç kişi bir şeyler yazdı gerisi gelmedi. Ne demişti Alatlı?

- “Ehil ve atanmışın vezir edebildiği bir halkı, işinin ehli olmayan bir seçilmişin rezil edebildiği sır değildir. Sistemler onları kuvveden fiile çıkaran ve idame ettirenlerin niteliğiyle kaimdirler. İster Monarşi, ister Meşrutiyet, ister Parlamenter sistem, ister şimdi denediğimiz Başkanlık sistemi olsun, tarih, toplumun bir avuç iyi niyetli ve ehil insanın yüzüsuyu hürmetine ayakta kaldığını teyit ediyor. Diyeceğim, sistem kendi başına bir değer değil, sistemin değerini onu çalıştıranların liyakati belirliyor. Yeri gelmişken, geçenlerde Sultan 3. Mustafa'nın 'Cihangir' mahlasıyla yazdığı bir dörtlüğe rastladım. Koskoca padişah, 'Yıkılıpdur bu cihan sanma ki bizde düzele/ Devlet-i çerh-i deni verdi kamu müptezele/ Şimdi ebvab-i saadetle gezen hep hazele/ İşimiz kaldı heman merhamet-i Lem Yezel'e" diye yakınıyor. Günümüz Türkçesinde mealen, "Yıkılıp gitmektedir bu dünya, sanma ki bizde düzele/ Aşağılık felek tümden bıraktı devleti müptezele/ Şimdi saadet kapılarında gezenler hepten alçaklar/ İşimiz artık kaldı Allah'ın merhametine." 3. Mustafa'nın 1700'lü yılların ikinci yarısında saltanat sürdüğünü düşününce umutsuzluğa kapılıyor demeyeyim ama hüzünleniyor insan. Besbelli ki asgari 250 yıldır çözemediğimiz ağır bir liyakat sorunumuz var bizim.”

Peki nedir liyakat? Allah Resulü’nün hadisidir: “İşi ehline veriniz.” İşi ehline vermek meselesi Batı felsefesinde de çok tartışılmış bir meseledir. Pratikte ise Bürokrasiyi oluşturan memurların belli kriterlere sahip olması şeklindedir. Bizde bu liyakat bahsi bürokrasi ve memurlar için söylersek, belli sınavlardan belli puanları almak ve elbette bir tanıdığa dayanmak şeklindedir. Başka hiçbir kriter yoktur. Alatlı şöyle açıklıyor liyakati:

- “Yeri gelmişken, liyakati tespit etmenin birtakım nesnel kriterleri olduğunu da hatırlatayım. Örneğin, akademik literatürde "accountability" diye geçen, hesap verebilirlik/sorulabilirlik/sorabilirlik diye bir norm var. Kişiyi yaptıkları kadar yapmadıklarından da sorumlu tutan bu düzgünün etkinleştirilmesi halinde, liyakati objektif olarak saptamak kolaylaşacaktır. "Akreditasyon" diye de bir düzgü var. Bu da kişi ve kurumların evrensel standartlar muvacehesindeki yerlerini tespit etmeye yarar. Üniversitelerden hastanelere, adli tıptan hukuk mahkemelerine kadar hemen tüm kurumlarda işlevsel olabilir. Diyeceğim liyakati saptayacak objektif yöntemler var, hantallık kader değildir.”

Fakat bu “objektif” veya “evrensel standartların” da temelinde bir medeniyet ve kültür var. Hani bize “serbest piyasa ekonomisi” ile “birbirinizin gözünü oymakta serbestsiniz” diyebilen Kapitalizm var. Kapitalizm’in liyakat ölçülerini “objektif” veya “evrensel” kabul etmek ne kadar doğrudur tartışılması gerekir. Nitekim Alatlı, ABD ve Avrupa’nın gerileme döneminde olduğunun altını çiziyor:

- “Diyeceğim, yeni dünya düzeninde dinlerin yeri sermayeyi ağırladıkları kadardır. Suudi iseniz başka, Somali Müslümanı iseniz yine başka. Kime ne olacağını anlamak için parayı takip etmek gerekir, inancı değil. (…) Bu saatten sonra Batı insanını zapturapt altına alabilecek aşkın bir güç yok. Nitekim medeniyetlerini, borçlu oldukları kazanımlarını bir bir kaybediyorlar. Batı dünyasındaki gerilemenin ayırdına varmalısınız. Yıkılan değerlerinin yerine yeni değerler de konulamadı. Ateistler insanı yücelten kodlar getiremediler. Çöküşü, yozlaşmayı, bozulmayı önleyemiyorlar. (…) Nitekim, Avro-Amerikan cenahından nicedir özgün bir eser de çıkmıyor. Resimde, müzikte, edebiyatta duayen eleştirmenler sustu, yerlerini piyasaya bıraktı. "Çok satan iyidir." anlayışı sanat ürünlerini seri imalata zorladı, motor aynı motor, şaside marjinal değişiklikler. Model tutmaya görsün, ısıtılıp ısıtılıp yeniden piyasaya sürülüyor. Diziler, filmler, senaryolar hatta estetik aynı çarktan çıkmış gibi; ölümün, öldürmenin türlü biçimleri.”

Türkiye’de ne yazık ki bu konuda fikri bir tartışma ortamı oluşmamıştır. İslâm’ın çerçevelediği “idare ruhu”nun liyakat bahsi çerçevesinde tartışıldığını da ben duymadım. Büyük Doğu-İbda’nın ortaya koyduğu “Başyücelik Modeli”nin dışında ortada bir örnek de yok. İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu “Başyücelik Devleti-Yeni Dünya Düzeni” isimli eserinde bu konuyu etraflıca inceler. Şöyle yazar:

- “İşi ehline vermek” ve “emanetin sahibine verilmeyişinin kıyamet habercisi” olduğuna dair ölçüler malûm… Hanbelî mezhebinin kurucusu büyük İmam’dan ikazımızı pekiştirelim ve değerlendirme ölçüsü verelim… İmam Ahmed bin Hanbel’e sorulmuş:

- Şu iki adamdan hangisi savaşta kumandan olmalı? Onlardan biri cesur ve kuvvetli, fakat günahkârdır… Diğeri ise kâmil mümin, fakat zayıf ve acizdir. Hangisi Kumandan yapılır ve hangisiyle savaşa çıkılır?”

İmam Ahmed bin Hanbel Hazretlerinin cevabı:
- Birincisinin kuvveti Müslümanlara, günahı ise kendinedir. İkincisinin ise kâmil müminliği kendine, acz ve zayıflığı Müslümanlaradır. Bence Müslüman fakat günahkâr kuvvetli, harplerde kumandan tayin edilir ve onunla savaşa çıkılır.”

Her faydanın ilim olması bakımından “içtimaî fayda”nın da bir ilim olması bu misâlde… “Fert” ve “toplum” muvazenesi bu misâlde… “Fert hakikati” ile “toplum hakikati” bu misâlde… “İşin işe” ve “adamın adama bağlılığını” ince idrakle yerine oturtma bu misâlde… “Samimi” ile “sahtekârı” birbirinden ayırma ve ölçüleri yerli yerinde kullanma sanatı, bu misâlde… Bu misâlde, “topluluk hakikati”nin renk renk daha da parıltılarını bulabiliriz.” (s. 291)

Herhâlde “liyakat bahsinin” de bir dünya görüşü meselesi olduğu anlaşılıyordur. Nitekim bugün tartışılması gereken, “liyakat” kriterlerinin de temellendirilmesi gerektiğidir.

Diğer yandan asıl sorulması gereken soru: Yeni dünya düzenine eklemlenme mi, yoksa yeni dünya düzenini Müslümanların kurması mı? Liyakat bahsinde mesele bu noktaya gelmiyorsa, boşuna tartışmanın anlamı da yok. Çünkü biz Salih Mirzabeyoğlu’nun kulaklarımızda çınlayan sesini duyuyoruz:

- “Yeni Dünya Düzeni” kurulacaksa, biz de diyoruz ki, buradan başlasın!..”

Not: Hayreddin Soykan’ın yan hücresinde kalan Celaleddin Sami Erengül’ün tüm gönüldaşlara selamı var. Mektup adresi de şöyle: Silivri 4 Nolu Kapalı cezaevi, B-6 Üst, Silivri, İstanbul.

Baran Dergisi 602. Sayı