Selâmün aleyküm.
Biraz yorgunum. Ayrıca, sırtımdaki lumbago rahatsızlığı devam ediyor. Açlık grevi sırasında çok güçsüz düşmüştüm. Açlık grevini bıraktıktan hemen sonra da ağır bir şey kaldırınca, bu ağrılı rahatsızlık başgösterdi. Neyse ki beynim çalışıyor, onda bir şey yok, asıl önemlisi de bu zaten. O hâlde konuşabilirim.
Eşim Isabelle, Aralık ayının 12’sinde Fransa’ya mahkememe geleceğinize dair beni bilgilendirdi. Güzel. Keşke daha önce gelebilseydiniz.
Venezüella Büyükelçiliği’nden bir haber var mı?
(Av. Güven Yılmaz, Carlos’un Türk avukatları olarak büyükelçiliğe bir dilekçe gönderdiklerini ancak henüz cevab almadıklarını belirtiyor.)
Anlıyorum, fakat büyükelçi bilgilendirildi, değil mi?
(Av. Yılmaz, Carlos’u tasdik ediyor.)
Güzel. Öyleyse büyükelçi başkent Caracas’ı bilgilendirecek demektir. Mesele de bu. Biliyorsunuz, Venezüella’da büyük bir yozlaşma hüküm sürüyor. Bazı kişiler NATO servisleri için çalışıyor, malûm. Dışişleri Bakanlığı’ndan kimileri hain. Casusluk yapıyor bunlar. Bizim aleyhimize bir sürü kirli iş çeviriyorlar Netice olarak, Büyükelçi’nin Caracas’ı bilgilendirmesi şu ân için yeterli.
Allaha şükür, telefon için biraz para bulabildim. Avukatlarım 400 euro kadar bir parayı telefon hesabıma yatırdılar. Mesele şimdilik hâlloldu.
Sanıyorum, mahkemem hakkında konuşmamı arzu ediyorsunuz. Tüm dünyada önemli bir hâdise olarak bundan bahsedildi madem.
(Av. Yılmaz, Carlos’tan konuşmasını rica ediyor.)
Sudan devlet başkanı ve hükümetinin ihaneti sebebiyle, 17 yıldan fazla bir süre önce, kanundışı biçimde, Sudan’dan Fransa’ya, Paris’e getirildim. Hükümet adına yapılsaydı, belki özel olarak üstünde durulmayabilirdi. Ancak, din adına, dinimiz İslâm adına bu fiil işlendi ki, muazzam bir ikiyüzlülüktür.
Ve buradayım. Bugüne kadar ciddi hiçbir soruşturmaya da muhatab olmadım. Ne şâhid ne başka bir şey... Bir takım tertibler sözkonusu oldu sadece.
Şimdiki mahkemem de hâkezâ böyle. Ortada yargılanmamı gerektiren hiçbir mevzu yok. Yalnızca Venezüella’ya iademin geciktirilmesine dönük bir icad var karşımda. Çünkü iki Fransız devlet başkanı, hem Chirac hem de Sarkozy, mahkeme sürecim tamamlandıktan sonra Venezüella’ya dönebilmem üzerinde, Başkan Hugo Chavez’le mutabakata varmışlardı. Habire yargılanmamı sağlayacak bir şeyler icad ederek, Venezüella’ya geri dönüşümü bugüne dek geciktirdiler, geciktirdiler, geciktirdiler. Mahkememin Cuma gününe kadarki safhalarında da apaçık görüldü ki, şahsıma yönelik ithamların hepsi temelsiz.
Meselâ, davaya konu olan patlamaların gerçekleştiği zamandaki kimi siyasî sorumluların şâhid olarak çağrılmasını taleb ediyoruz. Fakat kimseyi çağırmak istemiyorlar. Delil diye de bir takım rivâyet ve fotokopileri önümüze koyuyorlar. Yâni beni itham etmeye yetecek elle tutulur hiçbir şey yok ortada. Yine de bu komediye devam ediyorlar.
Fransa’daki diplomatik vize arşivlerini kontrol etmek istedik ayrıca. Bunlar devlet sırrı falan değil. El-Vatan el-Arabî adlı haftalık dergiye düzenlenen dahil, bazı saldırılarla ilgili olarak bunu istiyorduk.
O sıralar ben Irak tarafından destekleniyordum. Bu dönemde İsrail, Irak ve Suriye arasında da bir savaş sürüyordu ki, gizli bir şey de değil. Ve bu çerçevede bir isim öne çıkıyor: General Khaifan Said.
İskenderun’un büyük ailelerinden birinden gelen, Alevî bir Suriyeli subaydı işte bu Khaifan Said. Suriye devlet başkanı Hafız Esad’ın yaveri. Daha o zaman Fransız polis kaynaklarından öğrendiğim bir şeyi söylüyorum: Bu adam o sıralar Fransa’ya geliyor. Kendi adına düzenlenmiş diplomatik bir vizesi var. Ki Fransa’ya diplomatik bir vizeyle geliyorsanız, düzenlenmesi gereken dört evrak ve üç fotoğraf vardır. Aynı fotoğrafın pasaportunuzda da olması gerekir. Bunlar Dışişleri Bakanlığı ve büyükelçilikler arasında gidip gelir, imzalanırlar. Yâni muhtelif yerlerde mutlaka kaydı tutulan bir şey.
Evet, Khaifan Said, Fransa’ya geliyor. Herkesin tanıdığı bir insan. Ne de olsa Hafız Esad’ın yaveri ve Arab dünyasında her gün gazetelerde, televizyonlarda, haberlerde görünen bir kişi. Zaten diplomatik vizesi olan işte bu zât, bir süre sonra bir başka diplomatik vize talebinde daha bulunuyor. Bu kez bir başka isim adına yalnız: Mişel Said! Hâlâ hatırladığım, unutmadığım bir hâdise. Alevî isminden Hıristiyan ismine geçiyor. Aynı fotoğraf, aynı kişi. Öyle bir insan ki zaten, 1.90 boyu var ve unutulacak gibi biri de değil. Caddede yürürken herkesin hemen farkedip tanıyabileceği birisi. Sadece Suriye’de değil, tüm Arab dünyasında tanınan, tabiî tüm diplomatların da tanıdığı birisi.
Ne oluyor? Hava Kuvvetleri subayı Khaifan Said, bu yeni Hıristiyan ismiyle aldığı diplomatik pasaport ve vizeyle bir Suriye Havayolları uçağına atlıyor ve Paris’e geliyor. Mahkemeye konu edilen patlamadan hemen önceki son uçağa! Bir diplomat daha var sözkonusu edilmesi gereken ama, neredeyse 30 sene olmuş, ismini hatırlamıyorum şimdi. Her neyse, Khaifan Said geliyor ve mahut patlamadan hemen sonraki ilk uçağa da atlayarak Suriye’ye geri dönüyor! Bunlar, Fransız polis kaynaklarından alınma haberler. Ben “bu adam gerçekleştirdi saldırıyı” demiyorum, ama araştırılacak bir şey varsa araştırılsın. Bunları ben nereden biliyorum? Benim bir ofisim vardı o sıralar ve istihbarat olarak her şey bir hafta, on gün sonra önümde olurdu. Fransa’dan da gelirdi böylesi istihbaratlar. Dünyadaki birçok ülkenin istihbaratıyla bağlantım vardı elbette. Fakat bu bahsettiğim, alelâde polis kaynaklarından gelen bir haberdi.
Fransa’da beni ilk yargılayan hâkim Jean-Louis Bruguiere’e de aynı şeyleri söyledim ve Fransız arşivlerinde bu diplomatik vize ve pasaport kayıtlarının bulunduğunu, araştırılmasını taleb ettiğimi söyledim. Ne var ki, hep reddetti. Şimdikiler de öyle. Sadece bu da değil, ne Fransız şâhidler ne diğer Fransız kayıtları, hiçbirini kabul etmiyor, istemiyorlar. Kendi ülkelerinin arşivlerini araştırmıyorlar, diğer ülkelerden de belge değil, “malûmat” aldıklarını söylüyor, ıvır zıvır rivâyetlere dayanarak beni suçlandırıyorlar.
Şayet birisine suçlama getiriyorsanız, onun kendisini delillerle savunma hakkı vardır, değil mi? Ben de tam bunu istiyorum. Üstelik öyle gizli servis belgelerini de taleb etmiyorum, normal polis kayıtlarını araştıralım diyorum. Bunu dahi kabul etmiyorlar.
Mahkemede bazı insanların öldüğü veya yaralandığı bir saldırının davası görülüyor. Burada ölen veya yaralananların birer avukatı olması tabiî bir husus. Ne var ki, bu avukatlar da her ne hikmetse çoğunlukla tanınmış yahudi, siyonist avukatlar, hattâ birisi de Fransa Başkanlık Sarayı’nda avukat. Bunlar herşeyi diledikleri gibi araştırıyor, dosyaları inceliyor. Bana gelince; meçhul, ölmüş, belki de hiç varolmamış kişilerin verdiği “malûmatlar” üzerinden suçlanıyor, belgelere başvurma imkânım olmaksızın itham ediliyor, bunlarla boğuşmak zorunda bırakılıyorum.
Türk adaletinin çok âdil olduğunu söyleyemeyiz. Fransa’daki adalet ise tamamen komediden ibaret. Ayıb bir şey. Mahkemedeki savcıyı kasdetmiyorum ama hâkimlerin büyük utanç içinde olduğunu söyleyebilirim. İşlerini yapan, doğru dürüst, mesleklerinin erbabı adamlar. Jürinin olmadığı bu yargılamada hâkimlerin hâllerini görmelisiniz. Burada ne yapıyoruz, neler dönüyor burada der gibi bir hâlleri var.
İnşallah Aralık ayının 12’sinde burada olursunuz. Yanınızda bir tercüman getirirseniz, doğrusu çok daha iyi olur. Yıllardır avukatımsınız zaten. İstanbul Barosu’ndan evraklarınız var. Beni burada ziyaret etme izniniz var. Davama da avukatım olarak gireceksiniz böylece. Türkiye, Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olduğuna göre, sizlerin mahkemeye hitab etme hakkınız var. Mahkemeden de tercüman taleb edebiliriz ancak bunu reddetme ihtimalleri mevcud. En iyisi sizin bir tercüman temin ederek gelmeniz. Ayın 12’sinden önce gelebilirseniz, dediğim gibi, çok daha iyi olur.
Yeri gelmişken, bu günlerde telefon için paraya ihtiyacım yok. Bugüne kadar benim için yaptıklarınız için çok teşekkür ediyorum. Sizinle bu cezaevine getirildikten sonra konuştuğum demlerde inanım tek kuruşum yoktu, öylesine bir malî kuşatma vardı bana karşı.
Bugün yalnızca mahkemem hakkında konuştuğum için üzgünüm ancak olan bitenler inanılmaz. Üstelik bu bir Fransız mahkemesi falan da değil tek başına. “Yabancı” bir mahkeme. “Dışarıdan” talimatlarla açılmış bir dava. Beni zor duruma düşürmeye çalışıyorlar ama doğrusunu söylemek gerekirse pek başaramıyorlar.
Türkiye’de bile bir kişiyi suçlandırmak için bazı delillere, bazı şâhidlere ihtiyaç duyulur. Fransa’da ise buna ihtiyaç yok. Ortada delil falan olmasa bile, “biz senin suçlu olduğuna kanaat getirdik” deyip dava açabiliyor, insanları mahkûm edebiliyorlar. Böylesi “delilsiz kanaat”lerle Fransa’da idam cezası bile verdiler birçok kez ve insanları astılar.
Şimdi ne olacak peki? Keyfî bir ceza verebilirler, temyiz edebiliriz, yeniden yargılanabiliriz, vesaire. Fakat tüm bunlar dört sene sürebilir. Venezüella Başsavcısı Carlos Escarra’nın herkesin önünde söylediği gerçekleşmeli oysa yalnızca, yâni, “Carlos derhal Venezüella’ya geri gönderilmeli; kaçırılarak Fransa’ya getirilişi de yargılanışı da hapsedilişi de kanundışı çünkü!”
Biliyorsunuz, buradaki Venezüella büyükelçisi de savunmamı sabote etmek için elinden ne geliyorsa yaptı, yapıyor. Dürüst başka bazı diplomatlar, düşman NATO servisleri için çalışan bu büyükelçinin Venezüella’da yargılanması için şâhidlik bile edebilirler.
Her neyse...
Baran dergileri, La Sante Cezaevi’ne gelmedi nedense. Ne oldu merak ediyorum. Poissy’ye düzenli biçimde geliyordu hâlbuki.
Moralimi yüksek tutuyorum. Türkiye cezaevlerindeki gönüldaşlarımın da moralli olmasını, ruhen güçlü olmasını istiyorum. Çünkü o büyük “adalet”, o hakiki adalet elbet gelecektir. Biz kazanacağız, onlarsa yenilecektir!
Allahü Ekber.
 
20 Kasım 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan