Selâmün aleyküm.
Biraz yorgunum. Biliyorsunuz, hastaydım. Lumbago, bel ağrısı, sırt ağrısı çekiyordum epey. Düz biçimde oturamıyordum bile. Her gün biraz daha iyiye gidiyorum gerçi. Tabiî, egzama da var başımda. QI denilen tecrit kısmında beni çok pis bir hücreye atmışlardı. Oradaki pislik, cildimi hasta etti.
Benim için en kötüsünü yapmaya çalışıyorlar. Tahmin bile edemezsiniz. Fransa’da hapiste bulunduğum 17 yıl boyunca, bu dönemdeki kadar kötü bir muameleye hiç bir zaman maruz bırakılmadım. Tırnaklarımı kesmeme bile müsaade etmiyorlar. Sanki bir metre uzasın istiyorlar. Sakalım da tamamen tuhaf, çünkü onu da kesip düzeltemiyorum. Kendim pis değilim, yıkanıyorum, fakat sakalım kirli görünüyor.
Tek kelimeyle; moralimi bozmak istiyorlar. Bu oyunlar bana işlemez, fakat cidden rahatsız edici olduğunu söylemek durumundayım. Düzgün giyinmekten ne kadar hoşlandığımı bilirsiniz. Beni aşağılamak, bunaltmak ve bu şekilde beni savunmamı yapamaz hâle getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Görmeliydiniz; hâkimin arkasındaki duvara dayalı biçimde, yüksekliği toplam 10 metreyi bulacak kadar dosya yığılıydı. Davamla ilgili dosyalar. Yüz bin sayfadan fazla tutuyorlardı. Bunların üzerinde çalışmak için aylar gerekiyordu. Ancak buna müsaade etmediler, evet, etmediler. Oysa, avukatlarımdan bile önce, benim çalışmam lâzımdı onları öncelikle. İnanılmaz şeyler yaptılar.
Bir de utanmadan, insan hakları bahsinde tüm dünyaya ders vermeye çıkıyorlar. Size bir şey söyleyeceğim: Türkiye’deki en kötü askerî diktatörlük demlerinde dahi, -savunma hakkı bakımından- insanlara bu kadar rezil davrandıklarını zannetmiyorum. Türkiye’nin ne kadar sert olduğu bilinir. Buna rağmen, bu kadar küçüklük, bu kadar hasislik yapıldığını sanmıyorum. Lâkin Avrupa’da bunlar oluyor. Çok ama çok acayib.
Diğer taraftan, bu işin perde gerisinde, Fransız hükümetinin, devlet başkanının, başbakanının, içişleri bakanının falan olduğunu da pek düşünmüyorum. Onların bu derece işin içinde olduklarını sanmıyorum. İşleri güçleri yok, sabah akşam benimle mi uğraşacaklar. Onlar bana yapılanlara müsaade ediyor, yol veriyorlar, o kadar. Onlardan bunu asıl isteyen ise başkaları.
Şimdi, bana bütün bunların yapılmasını isteyen mercî CIA mi peki? O da değil. CIA, benim Fransa’ya illegal olarak getirilmem emrini veren “büyük patron”dur. Suudîler de Sudan hükümetine parayı vermiştir. Fransız gizli servis görevlileri de beni buraya getirmiştir. Ya şimdi olan biten?
Bana bu “küçük” pisliklerin yapılmasını isteyen mercî, Amerikalılar değil, kanaatim o ki, Fransa’da önemli pozisyonlarda bulunan ve durumuma müdahale eden bazı siyonist unsurlardır! O kadar mantıksız işler oldu ki, avukatlarım da hâkimler de tüm bunlara şaşıp kaldı.
Bu tuhaf sakal ve uzun tırnaklarla mahkemeye gidip geliyorum. Gazeteciler de görebiliyor tabiî. Gazeteciler demişken; benim mahkemeyi izlemeye gelen Fransız gazetecilerle görüşmemi yasakladılar.
Yargılanmakta olduğum mahkeme binasından, yâni Adalet Sarayı’ndan bahsedeyim biraz. Benim yargılandığım büyük salon, Kraliçe Marie Antoinette’in de içinde yargılandığı tarihî bir mekân. Müze gibi düşünebilirsiniz burayı. Fransa’da en önemli davalar burada görülür. 16. Louis’nin karısı Marie Antoinette de işte burada yargılanıp idama mahkûm edildi, sonra da giyotinle bu ceza infaz edildi, malûm. Bu tarihî yerin, bu bakımdan, kendine göre belli bir ambiyansı, atmosferi var kısacası. Burada tarihin gücünü kanlı canlı hissediyorsunuz.
Sanıyorum, önümüzdeki hafta daha normal bir kıyafet ve görünüşle mahkemeye çıkmam mümkün olabilecek. Fakat, “şeklî” meseleler gibi görülen bu muameleler önemlidir, çünkü fanî bedenime veya şeklime değil, aslında, kimilerinin temsil ettiğim mânâya dönük nefretinin şiddetini göstermektedir bunlar. Mânâma düşman bu kişilerin bir kısmı Fransız vatandaşlığına sahib olsa bile, gerçekte bunlar Fransız falan da değildir.
Sizler, meslektaşlarınız, cezaevlerindeki kardeşlerim, hepsi beni destekliyorlar. Oysa burada destekledikleri şey, benim insan olarak fanî şahsım değil, sembolik olarak temsil ettiğim mânâdır, mukaddes Filistin davasıdır, Müslümanların mukaddes davasıdır, Müslüman bir dostla dayanışmadır. İşte düşmanlarımın hazzetmediği ve nefret ettiği tam da budur.
Durum sadece bu siyonistlerin müdahalesinden ibaret değil tabiî. İçinde Venezüella yüksek bürokrasisinden de kimi unsurlar var. Büyükelçiye kadar, bunları alenen nasıl tenkid ettiğimi, nasıl kınadığımı biliyorsunuz. Fransa’daki eski maslahatgüzar Ruiz Tirado, benimle dost bir komünistti. Benimle ve ailemle dayanışma içindeydi. Büyükelçinin ne mal olduğunu da biliyordu. Ne var ki sırf bu yüzden onu buradan aldılar.
Geçenlerde, AFP ajansının bir muhabiri, Chavez’e benim durumumla ilgili bir soru sordu ve Başkan şok oldu. Dönüp arkasındaki Dışişleri Bakanı’na baktı, tabiî o da utançtan yerin dibine girdi. Söylediği şuydu Chavez’in: “Ben şunlar şunlar olsun diye talimatlar veriyorum ama sonra nelerin olup bittiğine dair bilgilendirilmiyorum!”. Verdiği emirler gereğince, Venezüella Hükümeti’nin bana tüm diplomatik ve maddî desteği sağladığını –ki bana gelen giden olmadı, malûm- sanıyordu. Aynı şekilde, büyükelçiliğin ve büyükelçinin bana tam bir diplomatik destek verdiğini zannediyordu.
Biliyorsunuz, on yıldır yeni bir Venezüella pasaportu edinmeye çalışıyorum, onu dahi alamıyorum. Bu pasaport sâyesinde seçmen kaydımın yapılmasını istiyorum ancak yapmıyorlar. Şöyle ki, yurtdışındaki Venezüella vatandaşlarının oy kullanma hakkı vardır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi için, öncelikle bir kayıtlarının olması lâzımdır. Pasaport da bu yüzden şart benim için.
Neyse, AFP muhabiri kadın bunları sorduktan sonra Dışişleri Bakanı çok mahcub oluyor tabiî ve “ben bunları bilmiyordum” falan diyor. Bu bakan da bana karşı yapılan tüm bu komploların bir parçası mıdır, emin değilim. Aslında inanmak istemiyorum. Ne var ki, çok uzun bir süredir Başkanlık Sarayı’nın kapıları aileme kapatıldı, içeriye sokulmuyorlar ki, bu tarihte ilk kez oluyor. Bu döneme kadar, ne zaman isterseler girebiliyorlardı. İnanılmaz, ama böyle.
Çok çirkin şeyler oluyor ve mesele de benim şahsım değil. Neticede ben, bir “şehid hayy” yâni “yaşayan şehid”im. Kendimi davamız için, Allah adına, her ân fedâ edebilirim yahud ölebilirim. Ancak mesele, benim şahsî fedâm değil. Eğer davamız için hayırlı olacaksa, Filistin davası için faydalı olacaksa, neden olmasın? Bu bir problem değil benim için. Cezaevinde bu uğurda ölmeye hazırım. Bundan hem ben hem de siz iftihar edersiniz. Böylece benden önce düşen şehid kardeşlerime katılırım.
Ne var ki, mesele bu değil. Olan biteni şahsî değerlendirmiyorum. Mesele, namussuzluk meselesi, yolsuzluk meselesi, Venezüella devletinin güvenliği meselesi, Venezüella devriminin güvenliği ve istikbâli meselesi...
Düşünün ki, bunu herkesin gözleri önünde bana bile yapıyorlar. Şu anlamda söylüyorum: Başkan Chavez iktidara gelinceye kadar, dünyadaki en meşhur Venezüellalı bendim. Afrika’nın merkezindeki en küçük köydeki insanlar dahi beni bilir, beni tanırdı. Bu kadar meşhur bir insana bile bunları yapabiliyorlarsa, anlayın ki herkangi basit bir Venezüellalıya neler yapabilirler! Çok nâzik bir mesele var ortada. Venezüella’daki sisteme karşı-devrimciler, hainler, yolsuzluğa bulaşmış sahtekârlar sızmıştır. Ve, ve, ve, korkarım, Başkan Chavez, bu büyük devrimci, bu muhteşem insan, Simon Bolivar’dan sonra gelen bu en büyük Venezüellalı başkan, zehirlenmiştir. Radyoaktif maddelerle mi, artık neyle yapıldığını elbette bilemeyeceğim, zehirlenmiştir.
Hâlbuki çok sağlıklı bir adamdı Chavez. İçkisi, sigarası ve zararlı bir başka alışkanlığı olmayan, subay olmazdan önce profesyonel beyzbol oyuncusu olacak kadar sportmen bir vücuda sahib, hem de henüz çok genç diyebileceğimiz bu insan, âniden çok hasta oluyor ve şimdi tedavi görüyor. Kısacası, zehirlendiğini anlıyoruz. Onu zehirleyen ne benim, ne de sizsiniz. Ona çok yakın birileri bunun faili!
Bu sebeble, bugün Venezüella’da yapılması gereken, devrim içinde devrimi, devlet içinde devleti temizlemek, diplomasiyi arındırmak ve Venezüella’yı bu kanserden kurtarmak. Elbette, bunun tabiî bir neticesi olarak da bana haklarımın iade edilmesi... Avukatlarım olarak, yasadışı olarak burada tutulduğumu biliyorsunuz. Benim Venezüella’ya derhal iade edilmem gerekir. Geçen gün Venezüella televizyonundaki bir programa Venezüella Genel Savcısı Carlos Escarra çıktı, Venezüella’daki tüm savcıların başında olan şahıs. İşte bu insan, benim Fransa’da kanun dışı biçimde tutulduğumu ve kanun dışı muamelelere maruz kaldığımı söyledi. Hemen Venezüella’ya dönmem gerektiğini ifade etti. Illich Ramirez’in davasının kendi davası olduğunu, Filistin davasının da aynı şekilde kendi davası olduğunu bile cesaretle dillendirdi. Uzun bir zamandan sonra böyle bir şeyi işitmek hakikaten muhtelem bir hâdiseydi. Olması gereken budur.
Sizden ricam, Türkiye’deki dört avukatım olarak, burada gördüğüm muameleyle ilgili imzalı bir dilekçeyi Türkiye’deki Venezüella Büyükelçiliği’ne vermeniz ve durumu bildirmeniz.
Allahü Ekber.
 
13 Kasım 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan