Bir devletin topluma karşı beş temel görevi var. Can Emniyeti, Mal Emniyeti, Irz(Nesil) Emniyeti, Akıl Emniyeti, Din Emniyeti…

Can emniyeti hariç diğerleri yerlerde sürülüyor. Faili meçhuller yok, ama güneydoğudaki savaş bazen kesiliyor, bazen sürüyor, tutuklama ve cezalar ise her vicdanı tatmin etmiyor. Adlî, siyasî olayların her zaman tehdidi var. Adaletsiz bir rejime Müslümanlar her ân isyan edebilir. Fakat geçmişe baktığımızda can güvenliğinde ilerleme var diyebiliriz.

Fakat şöyle bir durum söz konusu: Can güvenliğimiz var diye mal, ırz, akıl ve inanç emniyetsizliğine razı edilmek isteniyoruz. Halbuki devlet, ölümü gösterip sıtmaya razı edemez. Zaten bu beş temel güvenliğin birbiriyle ilişkisi var. Malım çalınmış, emeğim sömürülmüş, kızımın karımın ırzı tehdit altında idraklerim iğdiş edilmiş veya dinim ve inançlarım mahpus halde ise can güvenliğim var diye ne derece sevinebilirim?

Gerçekte mal emniyetimiz ne halde? Devlet mal güvenliğimizi sağlıyor mu? Sadece adlî değil, siyasî bir rejim olarak mal emniyetimiz ne halde? diye soruyoruz. Kazancımız, emeğimiz, maaş ve ücretimiz hak ettiğimiz seviyede mi? diye soruyoruz.

Sadece adlî hırsızlık ve kapkaççılık olarak değil, her bakımdan ekonomik hayatı soruyoruz? Yolsuzluklar, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, devlet malının yerli ve yabancılara peşkeş çekilmesi, asgari ücretin düşük olması, ucuz işgücü cenneti olmamız, emeğimizin sömürülmesini sorguluyoruz. Yine soruyoruz: Bir ülkede verginin yükünü kim ödüyor? KDV, ÖTV en çok hangi sınıfı etkiliyor?

“Mal canın yongasıdır” derler. Demek ki mal emniyetim yoksa can emniyetim de tehlikededir.

Ülkemizde büyüme sağlanıyor ama bu büyümeden zengin ve imtiyazlı sınıf faydalanıyor, esnaf ve düşük gelirliler eziliyor. Orta ve alt sınıf gittikçe küçülürken, ultra zengin sınıf gittikçe büyüyor. Türkiye, gelir dağılımındaki eşitsizlikte Şili ve Meksika’dan sonra geliyor. Geçim derdi, eğitimi de etkiliyor, çocuklarını istediği gibi eğitemiyor bu sınıf. Geçim derdinin doğurduğu ahlakî zafiyetlerde var, bir çok huzursuzluklar ve eziklikler var, kendine güvensizlik gibi psikolojik sorunlar var.

Irz ve Nesil emniyeti ne durumda? Bugün ortamın kötülüğünden dolayı aileler gencecik kız ve oğlan çocukları hakkında endişe taşıyor; uyuşturucu ve alkol yaşı 12 ye kadar inmiş. İlköğretim okullarında uyuşturucu satılıyor, fuhuş yaşı gittikçe düşüyor, televizyonlar ve internet buna çanak tutuyor. En kötüsü artık bunun kaygısı da kalmadı veya azaldı. Irz emniyetimizi, “emniyet duygusuna gerek yok” seviyesine kadar baltaladılar. Yani, ırz emniyetini neredeyse emniyet olmaktan çıkardılar, paspas haline çevirdiler. Kişiliğini yitirmiş nesiller yetiştirerek topluma daha iyi hükmedeceklerini düşündüler.

Akıl emniyetimiz ise akıllara ziyan vaziyette. Zihinler karmakarışık, lisanımız kurbağacaya çevrilmiş, mide ve tenasül cihazı teşvik edilmiş, düşünce melekesi dumura uğramış. “Aklı hür, vicdanı hür” nesiller nerede? Araştıran, soran, düşünen ve hakikati bulunca teslim alan nesiller yerine, düşünmeyen, üretmeyen, eğlenen nesiller yetiştiriliyor.

Din, inanç ve fikir hürriyeti ne durumda? Türban gibi mevzular apaçık bir zulüm iken belki de bundan daha ağır bir zulüm, inançlarımızı ABD hegemonyası doğrultusunda baskılamak ve değiştirmek, onların enformasyon kirliliğine açık hale getirmek, zihinlerimizi ve kalplerimizi onların kirli fikirleriyle doldurmaktır. Din, inanç ve fikir hürriyetimiz, Batı ve Amerika’nın emperyal emelleriyle kirlenmiş, bozulmuş ve çiğnenmiştir. Gerçek kimliğimiz ve gerçek inançlarımız, arayış ve buluş çabalarımız hendeklerle, çukurlarla, değişik tehdit ve baskılarla engellenmiştir. Mesela, ılımlı İslâm cinayeti, Müslümanların inanç hürriyetine vurulmuş önemli bir darbedir. ABD emperyalizmine itaatkâr bir Müslümanlık inancı, vicdanlarımızı katletmek değil midir? Böyle bir inanca bağlı can emniyeti, ABD çıkarlarına hizmet eden kukla bir candan başka bir şey değildir. Aslında canımız da bizden çıkmış, başkalarına hizmet eder hale getirilmiştir. Fiziken yaşamamıza ve fiziken aldığımız bazı tatlara karşı köleliğe razı olmuşuz. Böyle bir kirli oyun oynanıyor. Halbuki fizikî esir olsak ve hatta arenalarda aslanlara yem edilsek bundan daha az zalimane olurdu.

İnsanlığımızdan çıkarılıp robot haline getirildikten ve onların düzeninin bir dişlisi olduktan sonra, bize bahşedilen can ve mal güvenliği, bizim için değil, onların düzenine hizmet etmemiz içindir.

Eğer kalbimin ve vicdanımın sesini dinleyerek ve özgürce araştırarak istediğim inanç yolunu seçemiyorsam, orada din, vicdan ve fikir hürriyeti yoktur, kısaca insan yoktur. İnsanın olmadığı yerde de diğer hürriyetlerden bahsedilemez. Hayvan değiliz ki, hayvanî ve nebati hürriyetlerden bahsedelim ve bundan tatmin olalım. Fakat böyle bir insana (!) daha iyi hükmedileceği için tercih edilmektedir egemen güçler tarafından. Bu durumda isyan ahlakı, insanî olma vasfı olarak temayüz eder. Böyle bir yapılandırmaya isyan etmeyen veya gönlünden geçirmeyen ise, ancak hayvan kategorisine girer.

Mal emniyetimiz, sadece evimizden hırsızın malımızı çalması değil, diğer haklarımızla birlikte emeğimizin ve malımızın korunmasıdır, diye tekrar vurgular ve şunları soruyoruz:

ABD’nin ılımlı İslâm projesine ve Fethullah Gülen’in okullarına verdiği destek hangi sömürü düzeninin parası ve kimin cebinden çıkıyor? Bu ekonomik düzende altta kalanlar kimler, yükselenler kimler? Medya ve faiz imparatorlukları nasıl kuruluyor? Değirmenin suyu nereden geliyor? Kimin malı kime gidiyor? Alışveriş merkezleri onbinlerce esnafı öldürdü. “Altta kalanın canı çıksın” deniyor.

İnsanoğlu muhtaç halde yaratılmıştır ve iaşe ve ibatesini sağlamak, ailesine bakmak zorundadır. İktisadî hayattaki adaletsizlikler bir çok sosyal, siyasî ve ahlakî çöküntüye yol açar. Bu da can, ırz, akıl ve inanç emniyetlerini etkiler. Bunun için islâmî rejimde mal güvenliği önemlidir ve mal güvenliğini baltalayan hareketlere tıpkı can, ırz, akıl ve inanç emniyetine yapılanlara olduğu gibi müsamaha edilmez ve belli şartlarda hırsıza karşı el kesme cezası vererek, hem caydırıcılığı sağlar hem de toplumun mal güvenliği sağlanır; böylece el kesme toplum nizamının ve adaletin tâ kendisi olur. İslâmın adaletinden şaşan toplumlarda mal, can, ırz ve ahlak güvensizliği birçok bedele yol açmaktadır, birçok canlara, onurlara ve vicdanlara darbe vurmaktadır. İslâmın faiz yasağı ve zekat şartını da bu arada anmak yerinde olur. Alışveriş emniyetinin, işçinin hakkının korunmasının, fiyatlarla oynamanın ve stokçuluğun cezalandırılmasının, sermayenin urlaşmasının önlenmesinin ve hırsızlığa verilen cezanın hikmetini, malımızla birlikte kişiliğimizin yağmalandığı bu düzende daha iyi idrak ediyoruz.

Ekonomide büyüme sağlandı deniyor fakat halkın cebine giren artmıyor. Cari açıkla beraber yabancı sermayenin ve faizcilerin karlılığı artıyor. Büyümeyi sağlayan halk, paylaşımdan eşit faydalanamıyor. Büyük şirketlerin bilançosu yükseklerde ama halkın bilançosu yerlerde sürünüyor.

Gençler işsiz ve umutsuz. Öyle ki başka bir şey düşünemez halde, ne ülkesini, ne geleceğini, ne hak ve hakikati ne yüce fikirleri ve ulvî hasletleri düşünüyor.

Bu mu insanları ve gençleri ekonomik köle haline getirmek ve istikbalden ümidsiz yaşatmak?

Bu mu yaşam özgürlüğü?          



Baran Dergisi 223. Sayı