Güzel bir deyimimiz var, "Onu elime geçirirsem çiğ çiğ yiyeceğim!" diye. İhtimal ki, bu sözü eden şahıs, "onu" diye tarif ettiği kişiye bayağı öfkelenmiştir. Tatbik etme bakımından zor bir eylem; fakat insanın içine sığmayan hiddetin bir belirtisi olan bu cümle, Anadolu'dan Çin'e gidene kadar kim bilir kaç tane varyasyondan geçti. Bir insanın, kendisini başka bir insana çiğ çiğ yedirtebilecek raddeye getirmesi, nereden baksanız şahane bir meziyet.

Çin'in Hubei eyaletindeki Wuhan şehrinde başlayıp birçok ülkeyi gazabı altına alan Koronavirüs'ü biliyorsunuz. Uzmanlar, tıb ihtisaslı kimseler, bürokratlardan ziyade artık her çeşit insan bu şeye dair absürt, sürrealist-realist yahut ekspresyonist espriler yapıyor. Korona ve etrafında yaşananları sıradan görenler ve bir çeşit daha var ki, onların ödleri kopuyor "ölürüm" diye. 

Ölülerden bahsedecek olursak, kamuoyuna yansıyan haberlere göre Çin'de  üç bin 189, İtalya'da bin 441, İran'da 611, İspanya'da 193, Fransa'da 91, Güney Kore'de ise 82 kişi virüs sebebiyle öldü. 15 Mart Pazar günü İtalyanlar başına gelecekleri bilseydi, dünyanın durmasını isterdi herhalde; bir gün içerisinde 368 kişi öldü. Esasında İtalya, hastalık ortaya çıktığında Çin ile hava trafiğini kesen ilk ülkeymiş. Ocak'ta İtalya'daki birkaç Çinlide virüs tesbit edilmiş, hastalar Roma'da karantinaya alınmış. İtalya, Avrupa'nın en yaşlı nüfusa sahip ülkesiymiş, ölü sayısının fazla olmasının bir sebebi de buymuş, yaşlılar direnç gösteremiyormuş... Garibim İtalyanlar… Hastaneleri yüzde 200 kapasiteyle çalışıyormuş. Restoranlar, kafeler, okullar hep kapalı. Sadece telekomünikasyon şirketleri, eczaneler, marketler ve sair mühim yerlerde çalışanlar varmış. Cezaevlerinde bile isyanlar çıktı, insanlar öldü.  İtalyanların da meşhur bir atasözü vardır, "Vivi e lascia vivere." yani "Yaşa ve yaşat.", Ennio Morricone ölmese bari.

Ölümlü Dünya
Geçenlerde Ali Atay'ın yönettiği "Ölümlü Dünya" diye bir film seyrettim. Filmin mevzuu hülasa şöyle: Haydarpaşa Garı'nın yakınlarında "Anadolu Tat 1071" lokantasını işleten "Mermer Ailesi" sekiz ferdden oluşmaktadır; bu aile uluslararası çapta bir suikast organizasyonuna mensuptur. Lokanta başlı başına dümen, bir nevi paravan. Bu saftirik görünümlü aile nesillerdir tetikçilik yapıyor, acayip acayip de töreleri mevcut. Bir genç gizlilik kanununu suiistimal ettiği için aile, "organizasyon"un iflas etmiş organı konumuna geliyor, seyirci kendini absürt komedi ve aksiyonun ortasında buluyor.

Kötü günlerden geçiyoruz, bu günler de geride kalacak ve sırada daha “kötü” günler var gibi... 2020 tüm laubaliliği ve resmiyetiyle bölüm sonu canavarı misali önümüzde. Koronavirüs de cümle aleme "Ölümlü Dünya" ihtarı yapmadı mı? Sevmediğimiz insanlarla mecburen temasa geçiyorduk, artık sarılmıyoruz, tokalaşmıyoruz. Pisliğinden şikâyetçi olduğumuz insanlar varsa, eskisine nazaran daha titiz olduklarını görebiliyoruz, öksürdükten yahut hapşırdıktan sonra ne yapmak lâzımsa onu yapıyoruz. Uzuvlarıyla orasını burasını elleyenleri görmek eskisine nazaran daha az. Hiçbir şahsî eşyamızı bizden istemiyorlar, zaten birçoğunun verilmemesi lâzım. Adı üzerinde, şahsî. Kıyafetlerimizi sürekli yıkamamız gerekiyormuş, bu gidişle pasaklı sayısı da cüzî miktara iner herhalde. On liralık kolonyayı otuz liraya iteleyen kelepirci esnafların haysiyetsizlikleri meydana çıkıyor ve daha da güzeli on liralık kolonyaya otuz lira veren zihnî bahtsızlar yediği kazıktan memnun. Evlere temel gıda ürünleri stoklayanlar da var tabiî. Hepsine "sebep" sorsan, cevabı belli Ölümlü Dünya... Bu arada Türkiye’deki camilerde, Cuma namazı başta olmak üzere cemaatle namaz kılınmaması istendi. Diyanet İşleri Başkanı Erbaş yaptığı açıklamada, “temel gayelerinden biri de insan hayatını korumak olan İslâm dini, insanların hayatını tehlikeye atacak uygulamalara asla cevaz vermez. Nitekim Peygamber Efendimiz, 'Bir yerde veba hastalığı çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde veba hastalığı çıkarsa o bölgeden de ayrılmayınız.' buyurarak karantina uygulamasına dikkat çekmiş, 'Bulaşıcı hastalık taşıyan kişi, sağlam kişinin yanına gitmesin.' buyurarak salgın hastalıklara karşı tedbirli olmanın gereğini vurgulamıştır." ifadelerini kullandı. “Ak Parti camileri kapattı” çıkışının hâlâ yapılmamış olması ise enteresan... 

Kızıl Ölümün Maskesi
Edgar Allan Poe’un “Kızıl Ölümün Maskesi” diye bir hikâyesi var. Kısacık, muazzam. “Kızıl Ölüm”den kasıt, 14. yüzyılda yirmi yıl içerisinde Avrupa ve Asya nüfusunun dörtte üçünü yok eden veba salgını. Hikâyede, Prens Prospero (“prosperare” Latince’de başarıya neden olmak, mutlu ve şanslı kılmak mânâsına geliyormuş.) bir maskeli balo düzenler ve ortaya adeta bir cümbüş çıkar. Poe da Balzac gibi çevreyi derinlemesine tarif etmeye bayılır; fakat Poe daha karamsardır. Bin soylu bu şatovarî yerde eğlenirken, dışarıda Kızıl Ölüm kol gezmektedir... Salonun batı duvarında dayalı, devasa abanox bir saat, sarkacı tok, sağa sola sallanıyor. Yelkovan kadran üzerindeki turunu tamamladığında ise saatin içinden güçlü bir tonda tiktak sesi duyuluyor. Her saatte bir, orkestra ister istemez ara vermek durumunda kalıyor. İşte oradaki şen şakrak topluluğa o zaman bir huzursuzluk çöküyor, saat aynı ahengiyle “tiktak” ediyor. Sanırım Poe da “Ölümlü Dünya!” diyor... Hülâsa gecenin sonunda vals müzik biter, vals yapanlar durur, insanların gırtlağı düğümlenir, kalabalıklar daha önce hiç rastlamadığı maskeli tuhaf birini görür. Soylular kulaktan kulağa fısıldaşır, homurdanır... Poe tam burada der ki, “En vurdumduymaz insanların yüreklerinde bile hassas noktalar vardır.” Maskeli kişi, vebalıdır... Üstü başı kan içinde, bütün çehresi ve özellikle alnı korkunç kızıl lekelerle kaplıydı. 


Baran Dergisi 688.Sayı