1997'de bir Ege seyahatinde, akşam vakti yanımdaki arkadaşla Kuşadası'na doğru yaklaştık... Deniz manzaralı güzel bir yer gözümüze çarptı. Arabayla gördüğümüz yere gidip, orayı gezmeye karar verdik. Ancak biz sahile doğru yaklaştıkça aramızda arabayla aşılması mümkün olmayan bir engel olduğunu gördük. O engel denizdi. Denize arabayı sürecek halimiz yoktu tabiî. Aracı uygun bir yere park ettikten sonra birilerine gördüğümüz yere nasıl gidileceğini sorduk. Aldığımız cevap bizi şok etmeye yetmişti.

"Orası bir Yunan adası. Gidemezsiniz!" dediler. Hayretten neredeyse donup kalmıştık... “Ne? Nasıl olur?” falan diyerek hayretimizi gizlemeye çalıştık. Nafile... Bir adım ötemizde Yunan Sisam (Samos) Adası bize bir buçuk kilometre öteden göz kırpıyordu.

"Yunan'ı denize döktük!" masalları ile uyutulan bizler haydi bu yalana sahillerden uzak kaldığımız için kandık diyelim...

Yunanistan'a 500, bize iki km uzaklıkta bulunan Antalya Kaş'ın karşısındaki Meis Adası çevresinde yaşayanlar da, bu “denize dökülen Yunan!” hikayelerine inanıyorlar mıdır acaba?

İçimden bir ses şöyle diyor: "Elbette inanıyorlar." Yoksa biz boşuna mı her yıl 26 Ağustos'ta başlayan Büyük Taarruz sonucu 9 Eylül 1922'den beri İzmir'in kurtuluşunu kutluyoruz!

Anlı şanlı birileri “kurtulduk” diyorsa, diğerlerine de “kurtulmuşuz ya!” demek düşerdi. Yıllarca ferd ferd, şehir şehir “kurtuluş” bayramlarını kutladık...

Peki birileri niçin "Mavi Vatan" ifadesini ortaya attı? Tam, "ne işimiz var Libya'da, Suriye’de” diyen zihniyet, “Vatan vatandır, mavisi kırmızısı olmaz." diyecekken Fransız Cumhurbaşkanı Macron dahil emperyalist emeller peşinde koşan herkes bugün şaşkın hâlde.

Çok değil bundan bir iki sene öncesine kadar "Mavi Vatan nedir? Doğru cevap verebilecekler el kaldırsın!" dense, herhalde suali yönelten kişiye hayretle bakılarak, içinden veya dışından "bu hazret ne diyor yahu?" denilirdi.

Meğerse bizim Mavi Vatanımız varmış...

O vatanın kurtuluş mücadelesi sürüyor!

Bugün bu mücadelenin, önceden yapıldığı anlaşılan kimi hazırlıklar sayesinde sürdürülebilirliği var.

Türkiye sondaj gemileri, donanması kara ve hava gücü ile birlikte bugün yedi düvele karşı meydan okuyor...

Dış düşmanlar içimizdeki hain yapılar ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı baş düşman ilan etmiş vaziyetteler! İçerdeki muhalefet kanadı Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan dahil HDP/PKK, CHP, SAADET ve İP'le birlikte onun kuyusunu kazmaya çalışıyor...

Gizli-açık bütün Erdoğan düşmanlarının tamamı -bilerek veya bilmeyerek- düşmanlarımızın açtığı yelkene rüzgar oluyor!

Bir zamanlar içerideki gafillerle birlikte, "Derdimiz Osmanlı ile değil Abdülhamid ile!” dediler ve onun başını yediler...

600 yıllık Devlet-i Aliye'yi dokuz yılda paramparça ettiler..

"Sadece Saddam'a düşmanız." dediler, Irak'a çöktüler ve en az bir milyon insanı katlettiler...

"Libya'ya değil, Kaddafi'ye düşmanız." dediler. Libya'nın üstüne çullandılar. Manzara ortada.

Şimdi de ABD başkan adayı Joe Biden, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve sair kişiler "Türk halkına değil, Erdoğan'a düşmanız!" diyor.

Kim nerede ve ne yaparsa yapsın... Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun işaret ettiği gibi "Şartlar Türkiye'yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor!"

Türkiye birçok coğrafyada o tarihî misyonun gereği için, asırlar önce kök saldığı topraklarda varolma mücadelesini yeniden tesis ve tahkim ediyor!

Gök mavi bayrağın dikildiği her yer ümmetin kurtuluşunun müjdecisi olacaktır...

O yer, başta Türkiye olmak üzere her yerdir!

Çünkü "Gelecek aydınlık ellerinde/aydınlık savaşçılarının!"

“Sarı saçlı, mavi gözlü adam, bir taraftan piposunu çekiştiriyor, diğer taraftan da yarı Türkçe yarı İngilizce kelimeler kullanarak karşısındakilere derdini anlatmaya çalışırken şunları söylüyordu: ‘Siz Türkleri anlamak mümkün değil. Nasıl oluyor da bir İslâm devriminin eşiğinde olduğunuzu göremiyorsunuz!’... Sözlerin sahibi, Andrew Craig adlı bir Amerikalı idi. Ülkesinde Türkiye ile ilgili doktora yapmıştı ve kendini tam bir Türkiye uzmanı sayıyordu. Elinde tuttuğu dergide, gazlı ‘yeşil’ kalemle altını çizdiği satırları Türk dostlarına gösteriyor ve böylece telâşının boş olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu. Amerikalı oryantalistin elinde tuttuğu dergi, son yıllarda BÜYÜK GELİŞME GÖSTEREN İslâmî yayınlardan biriydi ve Necip Fazıl'a yakın bir İslâmcı ideolojiyi savunduğu bilinmekteydi. Altı çizili satırlarda ise şu görüş ileri sürülmekteydi: İslâmî dünya görüşüne bağlı bir tarih ve hâl muhasebesi yaptığımızda, içinde bulunulan Türkiye'de büyük bir İslâmî zuhur, gerçek bir İslâm inkılâbı bekleniyor!”

-“Büyük bir zuhur!.. Onu bekliyoruz!..” (Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa, İbda Yayınları, s. 333-334)

Baran Dergisi 714.Sayı