Gazetemiz Yeni Şafak yazarlarından Abdulkadir Selvi'nin Nesil Yayınları'ndan çıkan "Ateşten Yıllar" adlı son kitabını okuduğumda bir kere daha anladım ki bu günlerde olup bitenleri daha iyi anlayıp kavrayabilmek için öncelikle geçmişi her yönüyle ve tüm gerçekleriyle bilmek gerekiyor.

Çünkü "Ateşten Yıllar", Bediüzzaman Said Nursi üzerinden gelişen siyasi tartışmaların alevlendiği üç kritik dönemin belgeleri, tutanakları arasından çıkıp gelmiş bir araştırma... Gerçekten çok emek verilen, çok kapsamlı bir araştırmanın ürünü olan bu kitabı; sadece siyasetle ilgilenenler değil geçmişi bilerek yaşadığımız günleri anlamak böylece geleceği de doğru yorumlamak isteyen herkes kesinlikle okumalı bence.

"27 Mayısçılar sadece siyasi iktidarı alaşağı etmemişti. Ordunun içinde de geniş bir kıyıma girmiş iki yüz yirmi generalin bir gecede orduyla ilişiği kesilmişti. Tasfiyeler, tutuklamalar, ihanetler, ihbarlar; darbe döneminden nemalanma çabalarına eklenince korku dolu günler yaşanmaya başlamıştı. İnsanlar 'belki beni ihbar eder' korkusuyla dostlarından bile uzak duruyordu" diye anlatılan ateşten yıllar.

"27 Mayıs ihtilali en acımasız ve en korkunç yüzünü, aralarında cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bulunduğu Demokratların dipçik altında itile kakıla Yassıada'ya tıkılması, diğeri ise Said Nursi'nin mezarının parçalanması olayıyla gösterdi. Çünkü bu mezardan başka mezarlara yollar açılacaktı. Bediüzzaman'ı mezarında rahat bırakmayanlar, bir yıl sonra bu kez Menderes'i hasta yatağından alıp, bir öğle vakti ipe çekeceklerdi" diye anlatılan ateşten yıllar.

O dönemde ileri sürülen "Said Nursi'nin naaşı denize atıldı" iddiasını çürüten belgelere de yer veren bu kitaptan haberdar olduğum gün, televizyon kanallarından Usame Bin Ladin'in öldürüldüğüne(!) ve denize atıldığına (!) dair ilk haberleri dinlediğim gündü. İlginç değil mi. Nasıl da aynı zihniyet. Denize atıldı diyerek yalanlarını, oyunlarını, zulümlerini gizleyeceklerini, gerçeğin üstünü örteceklerini sanıyorlar. Tıpkı ülkeleri işgal ederken, biz oraya demokrasi götürüyoruz dedikleri gibi.

Aslında sadece Türkiye değil bütün İslam ülkeleri, ateşten yıllar değil tam anlamıyla ateşten bir yüzyıl yaşadı ve şu günlerde Ortadoğu'da, Afrika'da, Kafkasya'da, Balkanlar'da ve Ortaasya'da olup bitenlere bakılırsa ne yazık ki İslam Milleti'nin ve tüm mazlumların ateşten yılları devam ediyor. Zalimlerin fitne fesat oyunları da...

Beklemedikleri bir anda Tunus'ta başlayan halk ayaklanmasının diğer ülkelere de sıçrayacağını öngören bu zalimlerin bundan sonraki ayaklanmaları kendi kontrollerinde istedikleri gibi şekillendirmek için Mısır'da da Libya'da da, Yemen'de de, Suriye'de de; dinamitleri de kendileri koydular fitilleri de kendileri ateşlediler diye düşünüyorum. Tam da bu noktada tüm İslam Milleti Türkiye'den meydanı bu zalimlere bırakmamasını, mazlum ve kardeş halkların yanında etkin bir şekilde yer almasını bekliyor.

Peki Türkiye ne yapıyor. Siyasilerin her geçen gün seviye kaybeden atışmalarını hep birlikte izliyoruz ne yazık ki. Keşke üzücü olan sadece seviye kaybı olsa... Bir yandan karşılıklı hakarete ve tehditlere varan söylemler çoğalırken diğer yandan aynı şekilde insanlarımızın canına kast eden bence oldukça provokatif saldırılar da hızla artıyor. Yani zalimler bu ülkede de büyük bir fitne fesat oyunu için yine iş başında.

Oysa insanlar nasıl da umutlanmıştı, artık her şey güzel olacak diye. Artık barış gelecek, huzur sağlanacak, sofralar bereketlenecek diye. Artık insanca yaşanacak ve ülke tüm özgürlüklerin güvence altına alındığı yepyeni bir anayasaya kavuşacak diye. Artık yeni Nazım Hikmet'lere, Said Nursi'lere, Necip Fazıl'lara sahip çıkılacak diye.

Oysa yine insanlar düşüncelerini yazdığı için hapiste. Elbette görünürde düşünmek ve düşündüğünü yazmak artık suç değil ama suya sabuna dokunmamak şartıyla. Eğer yazdıklarınızda, söylediklerinizde iyi, doğru ve güzel için insanlara bir çağrı; kötü, yanlış ve çirkin için bir eleştiri varsa suçlanmanız için yeterli olabiliyor. Kendinizi her an yasadışı örgüt lideri olarak bulabiliyorsunuz mahkeme karşısında.

Ömür boyu hapse mahkûm Salih Mirzabeyoğlu bunun sayısız örneklerinden biri sadece. Bütün eylemi sayısız esere imza atmaktan ibaret olan Salih Mirzabeyoğlu yıllardır demir parmaklıkların arkasında ve bugün doğum günü. "Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük" kampanyasını başlatan arkadaşları birkaç gün önce bana gönderdikleri mesajda; 9 Mayıs 2011 Saat 13.30'da yani bugün Salih Mirzabeyoğlu'nu ziyarete gideceklerini, doğum gününde yalnız bırakmayacaklarını, içeri giremeseler de, avukatları aracılığı ile kendisine iletmek istedikleri mesajları yollayacaklarını yazmışlardı.

Ben de mesajımı buradan yazıyorum umarım iletilir Salih Mirzabeyoğlu'na. Kendisinin 28 Mayıs 2010 tarihinde Telegram (zihin kontrolü) işkencesi altında, Carlos'a "Başyücelik Devleti" adlı eserinin İngilizcesini imzalarken avukat görüşü sırasında yazdığı metni aynen tekrar ederek:

"İslam davasının kahraman devrimcisi Salim Muhammed (Carlos)a... Daha henüz ölmedik. Söyleyecek sözümüz var ve görüşmek dileğimiz ümitten öte birgün buluşuruz İnşallah! Öncü rolünü unutma aziz Gönüldaş! Allah her iki dünyada yüzünü güldürsün sana hayırlı ve mutlu günler diliyorum kurtuluşa ermen dualarımla." (Söz Çakal Carlos'ta –Tahkim Yayınevi)