Almanya Başbakanı Angela Merkel'in, "sünnet yasağı" ile ilgili sözlerini herhalde duymuşsunuzdur. Köln Bölge Mahkemesi'nin "sünnet yasağı" kararını sert sözlerle eleştiren Merkel demiş ki;
"Dünya üzerindeki Yahudilerin kendi geleneklerini uygulayamadığı tek ülkenin Almanya olmasını istemiyorum."
Ve devam etmiş: "Kendimizi komik ülke duruma düşürüyoruz."
Sözlerdeki "ayrıntı"ya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Lütfen dikkat;
Merkel, "komik duruma düşüyoruz" diyor!.. Niye?.. Çünkü "sünnet" olmak, sadece Almanya'da yasak!..
Peki, "kime" yasak?..
"Müslüman çocuklara!"
Zaten, Köln Bölge Mahkemesi de, "Müslüman çocuklar" için almış "sünnet yasağı" kararını...
Ama, bu kararı alırken, "Yahudi çocuklarının da sünnet olduğunu" unutmuş!..
Karara "Yahudiler" de tepki gösterince, Merkel demiş ki;
"Bu yasak yüzünden Yahudiler kendi geleneklerini uygulayamıyor!"
Yani, "Müslümanlar" umurunda değil!..
Oysa, Almanya'daki "Yahudi nüfus"un miktarı; ülkedeki "Müslümanların beşte biri" kadar!..
Almanya'da, "sadece 3 milyon Türk" olduğu ve bunların da çocuklarını "sünnet" ettirdiği düşünülürse, Merkel'in "3 milyon Türk" veya "5 milyon Müslüman"dan ziyade, sadece "Yahudi" nüfusu dikkate aldığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Görüyorsunuz ya;
Kadın, Müslümanları "adam" yerine koymuyor, sadece Yahudileri düşünüyor ve onlar için üzülüyor!..
Alın size "uygar" Batı!..
Alın size "demokrat" Batı!..
Ve alın size;
"İnsan hakları anlayışı!"
TÜRKİYE'DE DE İKİYÜZLÜLÜK!
Hemen söyleyeyim;
Bu çifte standart, bu ikiyüzlülük sadece Almanya ve sadece Merkel ile sınırlı değil... Aynı ikiyüzlülük, Türkiye'de de hüküm sürüyor.
Herhalde hatırlarsınız... Bir zamanlar, Türkiye'de "kampanya"lar açılmış, Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener'le ilgili olarak şöyle yazılar yayınlanmıştı:
"Siyasallaşan yargı, Hükümet'in istediği yönde kararlar veriyor... Bu adamların örgütle ne ilgisi olabilir?.. Onların tek yaptığı kitap yazmak, gazetecilik yapmak!.. Bir insan kitap yazdı, gazetecilik yaptı diye hiç suçlanır mı?"
Farz edelim ki, bu "argüman" doğrudur... Farz edelim ki; "kitap" yazan bir adamın "örgüt"le bağlantısı olamaz!..
Peki, o zaman sormazlar mı;
"Salih Mirzabeyoğlu da sadece kitap yazdığı için gözaltına alınıp, tutuklanmadı mı?.. Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener'i gündemden düşürmeyenler, neden Salih Mirzabeyoğlu'nun adını hiç ağızlarına almıyorlar?"
Öyle ya;
Salih Mirzabeyoğlu da, gözaltına alındığı 29 Aralık 1998'den bu yana, yani tam "14 yıldır" hapiste!..
Üstelik, "idam"la yargılandı!
Peki, "kitap" yazmaktan başka suçu(!) olmayan bir adamın, "örgüt liderliği" ile suçlanıp "idam cezası"na çarptırılması hangi "kanun"da, hangi "hukuk"ta yazar?..
Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in "siyasallaşan yargı" tarafından tutuklandığını iddia edenler, Salih Mirzabeyoğlu hakkında "idam" kararı veren yargının "hangi yargı" olduğunu açıklamalı değil midir?..
Demek oluyor ki;
Bunların "özgürlük" anlayışı da, sadece "kendileriyle sınırlı"dır!.. Tıpkı, Merkel'in "insan hakları" anlayışının da "Yahudilerle" sınırlı olması gibi!.. "Benim adamım özgür olsun da, diğerleri ne olursa olsun!" anlayışı, sadece "çelişki" değil, aynı zamanda "ikiyüzlülük"tür!..
HANİ, SİLAH NEREDE?
Herhalde hatırlarsınız;
İBDA-C Dâvâsı'na bakan ve Salih Mirzabeyoğlu'na idam cezası veren hakim Metin Çetinbaş; daha sonra yaptığı açıklamada; "Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum... Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz" diyerek, "brifingte alınan kararlara" gönderme yapmıştı...
Adana DGM'nin; "Mirzabeyoğlu dosyasının takipsizliğine" karar vermiş olması da, hakim Metin Çetinbaş'ın; "brifingte alınan kararları uyguladığı" yorumlarını güçlendiriyordu...
Sormak lâzım değil mi;
Bugün "siyasallaşan yargı"dan dem vuranlar, "28 Şubat Süreci"nde keyfi kararlar veren "brifingli yargı"yı niye hiç hatırlamazlar?..
Söyleyin Allah aşkına;
Salih Mirzabeyoğlu denilen adam, hayatında eline "silâh" almış mıdır?..
Eline; "kitap" yazmak için "kalem"den başka hiçbir şey almamış bir adam; nasıl "örgüt lideri" sayılmıştır?..
Bu ülkede, gerçekten bir "hukuk kavgası" veriliyorsa, "devletin vukuatları"ndan dolayı gerçekten bir "yüzleşme" isteniyorsa; Dersim'den başlanarak, bütün "kirli bağırsaklar" temizlenmeli ve "mağdur"ların itibarları iade edilmelidir!..
Ama, "bütün mağdurlar"ın!..
Sadece "birkaç kişi"nin değil, "itibarsızlaştırılan" herkesin itibarı iade edilmelidir!..
Aksini savunmak,
"İkiyüzlülük"tür!..
"İkiyüzlüler"in bulunduğu bir ortamda ise, "ceberrutların saltanatı" devam eder.
Hukuk, sadece "Alevi"lere ve "candaş"lara değil, "herkese" lâzım!..
Almanya'da olduğu gibi,
Sadece "Yahudilere" değil,
"Müslümanların çocukları"na da!..
NİMET BAŞ'IN ÇABASI
Bu konuya girmişken, "son bir gelişme"den de söz etmek istiyorum.
Efendim, Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş, Bolu F Tipi Cezaevi'nde 14 yıldır tek kişilik hücrede 'tecrit'te tutulan Mirzabeyoğlu gibi 12 Eylül'den bu yana hapiste yatanların da olduğunu belirterek demiş ki; "Bu isimlere bir defaya mahsus yeniden yargılanma yolu açılabilir."
Nimet Baş'ın açıklamalarını 'iyi niyetli' bulduklarını söyleyen Mirzabeyoğlu'nun avukatı Ali Rıza Yaman ise "Bir an önce somut adım atılmalı" demiş...
Gerçekten de, bir an önce "somut adım" atılmalıdır... "Başbakan Tayyip Erdoğan'a suikast girişiminde bulunmakla" suçlanan "Atabeyler Çetesi" ile ilgili kararı "6 yılda" alan mahkemeler, Salih Mirzabeyoğlu'nu "zindan"da tutmak ve unutmaktan bir an önce vazgeçmeli ve onunla ilgili kararın "28 Şubat sürecinde" verildiğini dikkate almalıdır!..
14 YIL ÖNCE BİR SABAH!
Bir ayrıntı daha...
Radikal'den Özgür Topuz, 20 Mayıs 2012 tarihli yazısında şunları yazıyordu:
"29 Aralık 1998 sabahı, çocuğunu okula götürmek için evden çıktıktan sonra gözaltına alındı. 'Hüce evinde yakalandı' diye yazıldı. İBDA-C'nin lideri olduğunu kabul etmesi istendi. Sadece fikirlerini yazdığını söylese de, polis "Aslanım, kimse kitaplarını okumayacak. Buradan savcının önüne ne giderse o" dedi.
4 Ocak 1999'da tutuklandı.
Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüsle suçlandı.
Silahları ise iki tabanca ile bir pompalı tüfekti.
6 ay boyunca duruşmalara katılmadı. 25 Ocak 2000'de sabaha karşı, Metris Cezaevi'ne büyük bir operasyon yapıldı. Bir tutuklunun öldüğü bu operasyona verilen ad pek manidardı: "Noel Baba."

Mirzabeyoğlu adliyeye getirildiğinde, ağır işkenceden geçtiği anlaşılıyordu. Ayakta zor duruyordu, saçı sakalı zorla tıraş edilmişti. Yüzü kanlıydı. Medya olayı, 'Metris'in üç aslanı... Yolunmuş tavuk!.. Tıraş olurken yüzünü kesti!.. İşte bu kadar!.. Kafasını jandarmanın copuna çarptı' gibi başlıklarla verdi.
Operasyonun gerisi 'olağanüstü' mirası 28 Şubat brifinglerinde bir kez daha 'update edilmiş' olan yargıya kalmıştı.
Mirzabeyoğlu, mahkemenin ilk hâkimine; "Ben bıçak yaparım. Onunla isteyen ekmek doğrar, isteyen insan" dese de, 2 Nisan 2000'de, yeni gelen hâkim tarafından "İdam" kararı verildi. Mirzabeyoğlu "Tiyatro bitti" dedi... Yargıtay onadı. Dosya ön sırayı kapıp Meclis'e bile gönderildi. O ara idam kaldırılınca, ceza 'ağırlaştırılmış müebbet'e çevrildi.
Davanın ilk hâkimi emekli olduktan sonra, DGM hâkimliği sırasında hep baskı gördüğünü itiraf edecekti.
Artık cezaevi günleri başlamıştı.
Önce Kartal F Tipi, sonra Bolu F Tipi...
Bir kez intihara teşebbüs etti.
'Zihin kontrol (Telegram) yöntemi'ne kadar varan işkenceler gördüğünü söylese de duyan olmadı.
(...)
Mahkeme kararında ise şöyle denildi:
"Kumandan Kod Salih İzzet Erdiş'in örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilememiş olmakla beraber...
Lidersiz bir örgüt düşünülmediği gibi, örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer..."
Şu yazıda öne çıkan "2 husus" var... Birincisi; bir örgüt lideri; hiç "çocuğunu okula götürmek" için evden çıkar mı?.. İkincisi "eylemlerle" hiçbir ilgisi yok ama "örgüt lideri!"
Bu saçmalığa son verilmelidir.
"Atabeyler Çetesi"ni; "patlayıcılar" ve "kroki"lere rağmen "örgüt"ten beraat ettirip, Salih Mirzabeyoğlu'nu içeride tutmak, "adaletsizlik"tir!..
Bu zulme son verilmelidir!..
Yeni CHP'ye eski tüfekler!
Sizlerin de dikkatinizi çekmiş olmalı, Bay Kemal Kılıçdaroğlu; son Kurultay'da, "Yeni CHP" lâfını pek ağzına almadı...
Bunun yerine, "değişim" sloganına ağırlık verdi...
Kılıçdaroğlu'na göre, partide "değişim" yaşanacak ve CHP, hasret kaldığı "iktidar"a kavuşacaktı...
Ne var ki; Kılıçdaroğlu'nun "Sarı Liste"si, birkaç yerinden delindi ve delege, "Yeni CHP" yerine "eski tüfekler"i tercih etti...
Meselâ, 1990'lı yıllarda "sert muhalefeti" ile tanınan Adnan Keskin, en çok oy toplayan isimlerden biri oldu.
Ve yine; listenin en başında yer alan Haluk Koç ile Murat Karayalçın, Gülsün Bilgehan, Hurşit Güneş, Fikri Sağlar ve Ercan Karakaş gibi "eski isimler" ise, "Yeni CHP"de, yeni siyaset üretecekler!..
İyi ama, "eski isim"lerle "Yeni CHP" nasıl olacak?..
Ve de; bu, nasıl "değişim"dir ki, "yeni ve taze kan"lar yerine, partinin yönetimi yine "eski"lerin eline geçti?!?..
Demek oluyor ki, CHP delegesi, Kılıçdaroğlu'na rağmen "değişim" istememektedir... Ve yine, demek oluyor ki; Kılıçdaroğlu'nun "Yeni CHP"si, yoluna "Eski CHP'liler"le devam edecektir!..
Peki, nereye kadar?.. Herhalde "yüzde 20'ye" kadar!..

 Yeni Akit
22.07.2012