Mekke ve Medine dönemi Asr-ı Saadet dönemidir. Biz ne Mekke dönemindeyiz, ne de Medine döneminde... Biz yaşadığımız dönemdeyiz...

Her ne kadar bu sorudaki maksad, “günümüz Mekke dönemine mi, yoksa Medine dönemine mi benzer” olsa da zaman dilimlerindeki farkı yukarıdaki gibi işaretlemekte fayda var. Çünkü her dönem kendi içinde ve kendine göre değerlendirilir. Farklı zaman dilimleri farklı özellikler taşır. Aynı zaman diliminde dahi farklı metodlar söz konusu olabilir.

Demek ki her dönem kendi özelliklerini taşır ve tıpatıp birbirine benzeyen iki dönem olmaz. Her dönemin süreci kendine aittir. Bir dönem şablon olarak başka bir dönemde uygulanamaz. Allah Resûlünün dönemi de kendine ait bir ihtilâl sürecini içerir. Mekke ya da Medine dönemindeki süreçler günümüzdeki süreçlere uymaz. Günümüzün ihtilâl süreci kendine aittir. Geçmişteki hiçbir ihtilâl süreci günümüzde aynen uygulanamaz.

Her zaman ve mekân kendine göre farklı metod, strateji ve taktikler içerir. Dâvâ ve ideolojiler aynı olsa bile zamana, mekana ve şartlara göre farklı farklı stratejiler uygulanır. Mücadele araçlarının (kılıç-tabanca-bomba, at-otomobil, basın ve yayın... vs.) farklılığı da stratejileri etkiler. Ülkelere ve coğrafyalara göre de farklı farklı metodlar uygulanır. Dağlık arazide gerilla savaşının tercih edilmesi gibi...

Bunları belirttikten sonra Mekke döneminin özelliklerini şöyle değerlendirebiliriz:

Allah Resûlü Mekke’de her türlü işkence ve zulme rağmen dâvâsını yaymaktan bir an geri durmamış, her türlü baskıya göğüs germiştir. (Haşa) Çizgisinde en ufak bir sapma ve taviz yoktur. Dâvâsı uğrunda mübarek teninden kan akmış, fakat o mücadelesine devam etmiştir. O’nu dâvâsından döndüremeyeceğini anlayan Kureyş köktendinsizleri uzlaşma karşılığında para, mal, makam, kadın... vs. ne isterse vermeyi teklif etmişler; fakat taviz ve uzlaşmaya yanaşmayan Allah Resûlünden şu cevabı almışlardır:

“Güneşi sağ elime, ayı sol elime koysanız dâvâmdan zerrece taviz vermem.”

Mekke dönemini, her türlü çile ve işkenceye rağmen İslâmı yayma mücadelesinden geri durulmayan bir dönem olarak değerlendirmek gerekir. Küfürle ölümüne mücadele verilmiş, bu uğurda şehid düşenler olmuştur. Mekke döneminde silahlı mücadele olmamasını bahane ederek günümüzdeki kavgadan kaçışa basamak yapmak ve “Mekke dönemindeyiz” demek sahtekârlıktır. Mekke döneminde hiçbir şekilde kavgadan kaçma ve küfürle uzlaşma yoktur. Bilakis Mekke döneminde İslâm’ın ilk şehidleri verilmiştir. Ölümüne Allah Resûlüne bağlı olan sahabiler İslâmı yaymaktan ve küfürle mücadele etmekten bir an geri durmamışlardır.

Tenine bir diken dahi batmasına razı olmayan kavga kaçkını uzlaşmacı-pasifist hainlerin “Mekke dönemindeyiz” şeklindeki sahtekârlıklarına dikkat etmek lâzım. Onlara şunu sormak gerek: Madem Mekke dönemindeler nerede küfürle mücadeleleri ve gördükleri zulüm ve işkenceler. Aslında bu tipler Mekke döneminde değil, Kemalist dönemin küfür bataklığındadırlar. Lâik-kafirlerin düzeninde yaşamaktan da memnundurlar. Bunların niyeti kavgadan kaçmak ve kaçış yollarını incilerle süslemekten başka bir şey değildir. Onun için kendi pasifistliğini örteceği gerekçesiyle “Mekke dönemindeyiz” lafına cankurtaran simidi gibi sarılırlar.

“Mekke dönemindeyiz” diyenlerin İslâm devleti için bir gayretleri yoktur. Lâik-dinsiz devletin yıkılmasını da istemezler. Bu hususta gayret gösterenlere de kendileri gibi pasifliği önerirler. “Mekke dönemindeyiz, daha zamanı gelmedi...” türünden türlü türlü bahanelerle mücadele ruhunu pörsütmek isterler. Sümsük ve sünepe bir Müslümanlık anlayışını dayatırlar. Cihadı, kısası, Silahlı Peygamber gerçeğini inkâr ederler, ya da saptırırlar. 

Şu açıdan da sadece Mekke dönemini örnek almamız mümkün değildir: Mekke döneminde İslâmî daha tamamlanmamıştı; Kur’an’ın daha bir kısmı inmemişti. Halbuki biz, İslâm hükümlerini tamamından sorumluyuz. Kur’an’ın bir kısmı değil, tamamına muhatabız. Mesela: Cihadı ve kısası emreden ayetler Mekke döneminde inmemiştir; fakat biz bu ayetlerden de sorumluyuz.

Mekke’de silah kullanılmaması, İslâm iktidarının silâh kullanılmadan sadece çile ve zulme boyun eğerek ve sabrederek gerçekleşeceği mânâsına gelmez. Böyle bir mânâ çıkarmanın mümkün olmadığı Medine dönemindeki savaşlardan ve silahlı peygamber gerçeğinden apaçık anlaşılmaktadır. Zafer, kılıçların ucunda gerçekleşmiştir. Bu kural kıyamete kadar de geçerlidir.

Pasifist ve uzlaşmacı Müslümanların “Mekke dönemindeyiz” sözleri ile, lâik-dinsiz TC’nin İslâmla Mücadele Masası’nın gözaltına aldığı Müslümanlara, “Mekke dönemindesiniz” şeklindeki propagandalarının aynı paralelde olması dikkat çekicidir. İslâmla Mücadele Masası’nın “Mekke dönemindesiniz” şeklindeki propagandası muhakkak ki, İslâmın aleyhinde bir gayeye matuftur.

Şunu da belirtelim: Mekke ile Medine dönemi birbirine alternatif değildir. Bu dönemler, Allah Resûlünün gerçekleştirdiği İslâm İhtilali sürecidir. Birbirinden tamamen ayrı ve bağımsız düşünülemezler. Çünkü aynı ihtilâl sürecine ait dönemlerdir...

Eğer Mekke dönemindeki mücadeleyi tablolaştırırsak, Allah Resûlü ve sahabilerinin türlü işkence ve zulümlere göğüs gererek İslâm kavgasına devam ettiklerini ve bu uğurda şehidler verdiklerini görürüz. 

Allah Resûlünün tüm hayatı –susmaları dahi- bizim için mutlak ölçülerdir. “Gerektiği yerde gerekeni yapma” esprisi çerçevesinde hem Mekke hem de Medine döneminde örnek alacağımız bir çok sahneler vardır.

Her devrin mücadele metodu, stratejisi ve taktiği kendine mahsustur ve farklıdır. Günümüzde ise, İslâm İnkılâbı için ortaya konmuş bir mücadele metodu ve bunun pratiği olarak İBDA HAREKETİ tek örnektir. Devrim-ihtilal hareketi açısından bize yol ve metodu gösteren BD-İBDA dünya görüşü ve onun metodudur. Örgüt ve metod olmadan mücadele olamayacağını idrak edenlerin katılacakları saflar İBDA saflarıdır. “Mekke devrinde miyiz, yoksa Medine devrinde mi” tarzında havanda su dövmeyi  bırakıp İBDA saflarındaki yerimizi bir an önce alalım. Sistemli, tutarlı, metodlu kavganın adresidir İBDA.      


Haftalık Taraf Dergisi, 23. Sayı, 11 Kasım 1994